Tercih farklılığının sonuçları

Merkez bankaları uzun süre büyüme ve enflasyon tercihi arasında karar verme konusunda tereddüt yaşamasına rağmen, resesyon pahasına da olsa enflasyonu önceliklendirdi.

Enflasyonu kontrol altına alabilmek için 2018’den sonra ilk kez mart ayında faiz artırımına giden Fed, politika faizinde mayıs toplantısında 50 baz puan haziran, temmuz ve eylül aylarında ise 75 baz puan artışa gitti.

Resesyon ihtimaline daha yakın olan ECB ise yükselen enflasyonla mücadele etmek için 2011’den bu yana ilk kez temmuz ayında faiz artışı kararı aldı. Faizi beklentilerin ötesinde 50 baz puan artıran ECB negatif faiz dönemine de son verdi. Eylülde ise 75 baz puan faiz artışı gerçekleştirdi.

Her iki merkez bankası da enflasyonu düşürmek için acı çekilecek mesajı verdi ve enflasyonla mücadele için büyüme ve istihdamın darbe alabileceği vurgusunu yaptı. Ayrıca Lagarde ve bölgesel Fed başkanları bu hafta da faiz artışına devam edileceği yönündeki açıklamalarını sürdürdü.

Ülkemiz cephesinde ise enflasyon kaçamadığımız bir ülke gerçeği olmasına rağmen kronik bir hal alan bu sorun ne yazık ki çok hafife alınıyor.

Nitekim geçen hafta gelen 100 baz puanlık faiz indirim kararı sadece büyüme odaklı modele devam edileceğini bir kez daha ortaya koydu. Kararı açıklayan metin, diğer metinlerle aynı içeriği taşıdı ve enflasyondaki artış dış etkenlere ve jeopolitik nedenlere bağlandı. Karar metninde tek farklılık ekonomide bir yavaşlama endişesinin yer alması oldu.

Tam bir yıl önce 19 olan politika faizi, indirimlerle 12’ye kadar geriledi. TCMB’nin faiz düşürme ve Fed’in ise yükseliş kararının ardından ne yazık ki geçen haftadan beri dolar tırmanışa geçti ve tüm para birimlerine karşı yükselişini sürdürmeye devam ediyor.

Fed’in ve diğer gelişen ülkelerin küresel sıkılaşma politikasının aksine bir uygulama içerisinde olan TCMB, politika faizinde indirime devam ettikçe TL’nin değer kaybı daha da güçlenecek.

Bu kaybı geçen yıl olduğu gibi döviz satarak önleyebilecek bir rezervi olmadığı göz önüne alındığında Türkiye’nin döviz krizi yaşaması olasılığı güçleniyor.

Zira Türkiye’nin toplam rezervi 16 Eylül haftasında 114 milyar 738 milyon dolar olmasına rağmen swap hariç net rezerv ise eksi 52,9 milyar dolar tutarında gerçekleşti.

Öte yandan yüksek enflasyon karşısında dövizi bir koruma kalkanı olarak gören ve enflasyon beklentisi yüksek olan ekonomik aktörlerin döviz talebindeki artış da fiyatlanmasında önemli bir etken. Nitekim hem hane halklarının hem de şirketlerin toplam yabancı para mevduatları geçen hafta 244 milyar 299 milyon dolar düzeyinde gerçekleşti. Bunun 213 milyar 170 milyon doları yurt içindeki yerleşiklerin hesaplarında yer alıyor. Bu da gösteriyor ki liralaşma politikası da arzu edilen başarıyı yakalayamadı.

Türkiye enflasyon sıralamasında OECD ülkeleri arasında ilk sırada yer almasına rağmen enflasyonu önlemeye yönelik adımlar ne yazık ki makro ihtiyati tedbirlerle sınırlı kalıyor. Hal böyle iken Sayın Cumhurbaşkanı, bu hafta İstanbul Ticaret Odası 140.yıl özel ödülleri töreninde yaptığı konuşmada, “Türkiye ekonomisini bu çalkantılı süreçten geleneksel yöntemlerle kurtarmanın mümkün olmadığını gördük. Artık büyük liderler bile yükseltmek değil faizi düşürmenin faydası olduğunu ikrar etmeye başladı. Gelişmiş ülkeler dahil hiçbir devlet eski modelin ekonomisini durgunluğa sokmayı ve ortaya çıkacak sosyal sorunlarla boğuşmayı göze almıyor” değerlendirmesinde bulundu. Öte yandan Cumhurbaşkanı konuşmasında düşük faizle yatırımcıları yatırıma davet ettiğini açıkladı.

Benzeri olarak Sayın Hazine ve Maliye Bakanı Nebati de 2. Türkiye Çiftçi Zirvesi’nde yaptığı konuşma da “Aldığımız tedbirler ve küresel düzeyde yaşanacak normalleşmeyle birlikte enflasyonu da yeneceğiz. Yıl sonundan itibaren de bu düşüşü daha net hissetmeye başlayacağız” açıklamasını yaptı.

Politika yapıcıların uygulamada ısrarcı oldukları geleneksel olmayan politikanın sonuçlarının olumlu olduğu şeklindeki açıklamalarına rağmen maalesef TÜFE geçen yıl eylül ayında yüzde 19,2 iken bu yıl eylülde yüzde 80,1, dolar ise 8,29 TL iken bu yıl 18,49 TL seviyelerine ulaştı.

Enflasyon düşüşü için yıl sonu gösterilse de baz etkisi nedeniyle beklenen bu düşüş döviz kurunun kontrol edilebilmesine bağlı.

Kaldı ki seçim ekonomisine girilmesi sosyal konut ve yardım paketleri ile enflasyonun yarattığı yoksulluğa yönelik geçici uygulamaların mali disiplini daha da bozacağı bilinen bir gerçeklik.

Ayrıca MB faizi ile kredi faizleri arasındaki bağlantıların kopması ve ticari kredilerin dövize gidişini engellemek için alınan önlemlerin kredilere yönelik talebi azaltmasının reel sektör üzerinde yarattığı olumsuz etki göz önüne alındığında da modelin temel amacı olan yatırımların artması ve ihracata dayalı büyümenin sürdürülebilmesi bu koşullarda zor görünüyor. Çünkü yatırımcının yatırım kararında yalnızca düşük faiz değil, yatırım iklimi ve beklentiler de belirleyici.

Her ne kadar OECD, Türkiye için 2022 yılında büyüme tahminini yüzde 3,7’den yüzde 5,4’e, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ise yüzde 2’den yüzde 4,5’e yükseltse de büyümede küresel ekonomik seyrin de etkili olacağı göz ardı edilmemeli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi