Toplumun devleti, piyasanın devleti

Son Güncellenme Tarihi: Ağustos 3, 2021 / 08:47

Bu köşeyi takip edenler bilirler, sık sık burada; çevrenin talan edilmesine, ranta, ülkedeki ormanlardan, tarım alanlarından, ırmaklara, su havzalarına ülkenin ve dünyanın müşterek değerlerini gasp ederek sermaye birikimi ile baskıcı bir iktidarın servet transferi arasında hep bir bağ olduğunu iddia ettim.
Ülkemizin modeli senelerdir böyle kuruldu, onun için her felaket anında kötülük, liyakatsizlik, cehalet, eğitimsiz kadrolar, kötü yönetim, ahlak veya israf gibi sözcüklerle açıklamak sistemin mantığını anlamak ve onu değiştirebilmek adına yetersiz kalacaktır.
Ülkede ve dünyada kamunun ortak değerlerini temellük ederek turizmden sanayiye gayrimenkul pastasından inşaat sektörüne rantiye ağırlıklı büyüyen sistemik kanserin, ülkemizdeki bu baskıcı sistemi devam ettirme adına yeni bir döngü oluşturduğunu, krizlerle, pandemiyle bunun artacağını da sık sık yazıyordum.
Sadece piyasalardaki iniş çıkışı yorumlayan bazı ekonomistler, sadece günlük politika atışması ile siyaset etme alışkanlığına sahip eski tip politikacılar, biliyorum bu yazılara burun kıvırdılar. Oysa onlar kapanmış bir hikâyenin anlatıcısıdırlar, bizler şimdiyi ve geleceği uyarıyı ve umudu yazıyoruz.
Özellikle pandemi sonrasında sahil kasabalarında Ege kasabalarında ve küçük yerlerde ortak alanların imara açılması, binaların ve nüfusun yoğunlaşması talebinin kendiliğinden gelişimi ile sıkışan iktidar ve sermaye kendi birikim döngüsünü buralara kaydırmış, toplumsal talep ile yeni bir yaşam şekillenmeye başlamıştı.
Suyun akmadığı, elektriğin sık sık kesildiği temel altyapı hizmetlerinin hiçbir koşul ve mantık içinde verilemez olduğu, yeni bir hormonlu büyüme ve bunun tehdidini defalarca yazdım. Bir yandan evlere kapanan halkın haklı olarak açık ve sakin mekanları tercih etmesinden kaynaklan yazlıkçı nüfusun kışlıkçıya dönmesi, diğer yandan iktidarın kamu alanlarının temellüküyle devasa tesislere verdiği teşvikler ve imtiyazlarla oluşan muazzam bir insan hareketinin yarattığı yeni tehditlerin ve ekolojik felaketlere karşı dayanıksız, kırılgan hale gelmenin sosyal, ekonomik ve insani krizlere gebe olduğunu defalarca yazdım burada.
Bir yandan, Anayasaya dahi girmiş, devletin hazinesine bile tapusu verilmemiş mutlak kamu değeri olan kıyıların işgal ve talanı hem doğal kaynakların hunharca tüketimini hem de servet dengesini alt üst eden yeni eşitsizliklere yol açıyor ve açacak.
Kamusal değerleri gasp eden sermayeye devlet teşvikten, imar iznine, vergi indiriminden arsa tahsisine dek koruyucu kollayıcı, toplumsal hakkaniyeti gözeten bütün kanunları değiştirerek devletin içi boşalarak muazzam kolaylıkların yaşandığı bir dönem sağladı.
Vatandaşların, yıllardır buralarda kendi dengesini gözetmeye çalışan insanların haklı ve hukuksal talepleri mahkemelerce kabul görmedi. Davalar kuralları koyması gerekirken bizzat kuralların çiğnenmesine aracı olan devletin ya da kuralları çiğneyen kaçak inşaatçıların lehine çıktı. Orman alanlarının içine yangın risklerine, doğanın yok olmasına inat devasa tesisler yapıldı.
İşletmeler denetlenmedi, sahili, alanı işgal, kıyıyı talan etmede parası olan, ilişkisi olan, kuvveti olan kıyıyı gasp etti. Oradan doğanın, ülkenin ve bölgenin değeri olan şeyi yani havayı, suyu ve denizi katlamalı fiyatlarla tüketiciye sundu, muazzam insan hareketlerinden elde edilen büyük karlar ne çevreye ne kendi bölgesinin yaşam standartlarını yükseltmeye ve gelişimine katkısı olmadığı gibi tehditleri de arttırdı.
Kazançlar arttıkça devlet tamamen her şeyi piyasa odaklı, kar odaklı hale geldi. Bir yandan Büyükşehir yasası sonrası kendi anakentleriyle hem mesafe hem de sosyo-kültürel fark yaşayan ilçe belediyelerinin hem eli kolu bağlandı, yetkileri tırpanlandı hem de gelirleri ortadan kalktı. Diğer yandan parlamenter sistemin kalkmasıyla birlikte otoriter yapı daha da perçinlendi ve bürokratik esnekliğin de kaybolmasıyla CB sistemine ve merkezîleşmeye daha bağımlı hale geldi.
Devlet bir şirket gibi yönetilecekti, patronaj sistemi öngörüldüğü gibi devletin baskıcı tarafını artırırken toplumsal sorumluluk ve vatandaşa olan borcunu ihmal etmesini sağladı.
Devlet tamamen sermayeye uygun bir örgütlenme içine girerken insana hizmet verme gerekçesini kaybetti. Felaketlere karşı insanını koruma refleksleri dumura uğradı, müdahale gücünü ve ağırlığını kaybetti, paraya tahvil edilen, her şeyi taşeronlaştıran, özelleştiren zayıf bir kamu anlayışı ve devlet kaldı geriye.
Ormanlar, doğa, topraklar, akarsular, birer piyasa aktörü olmadıklarından hep geride bıraktırıldılar, doğa ancak piyasa tarafından massedilirse anlamlı, artı değere dönüştürülürse kıymetli hale gelmişti.
Turizm yatırımları adı altında henüz yangının çıktığı gün çıkan 7244 sayılı kanunu inceleyeceğiz, bu sermayenin son talan düdüğüdür. Torba kanunlara iliştirilen maddelerle, madencilikten tarıma mera alanlarından kültür varlıklarına, kıyı yağmasına dek değişen birçok kanun ve yönetmeliğin en büyük güvencesi hep sermayenin korunması ve kollanması olmuştur.
Değiştirilen yasalara baktığımızda, eski yasaların toplum yararı ve ülke-doğa-çevre koruma ağırlıklı yapısının şirketler lehine boşaltılarak devletin bir yatırım ajansı gibi çalışan kimliğinin ön plana çıktığını görüyoruz.
Hatta, yasa koyucular başta piyasa yanlısı iktidar ve oturumlara katılmayarak muhalefetin de onayladığı bir düşünce ve sistem hâkim.
Meclis’in yasama karnesi – Kanunlar ve illüzyonlar (gazeteduvar.com.tr)
AKP iktidarının beli de bu kadar uzun ve her türlü yıpranmaya rağmen hala ayakta kalmasının en büyük nedeni şirketlere ve piyasaya verdiği bu büyük rantiye fırsatı ve hızıdır. Bu kırılmadan ülke aydınlığa çıkamaz. Muhalefetin bu konuda kafa karışıklığına son vermeden ülkede köklü bir dönüşüm de başlatması kolay olmayacaktır.
Yangına müdahale edememe beceriksizliği, çok önceden yapılmış bir öncelikler meselesine bağlıdır. Devletin aklı yatırım teşviklerinde, daha çok kamusal alanı ticarileştirme üzerine odaklanmıştır çünkü. Bu ne liyakat ne de yönetim sorunudur. Bu bir siyasal tercih meselesidir.
Yangına etkin müdahale edemeyen akıl, çevreyi ve doğayı sömüren yatırımlara hızla izin ve teşvik vermekte, yatırımların süratle ve maliyetsiz tamamlanmasına adeta hizmet etmektedir. Üç günde ruhsat verip iki günde proje tadilatı ve teşvik vererek yükselen binalardaki hız ve rasyonalitenin binde birini bugün ekolojik tehditlerde, felaketlerde, kıtlıklarda görmüyoruz. Toplum yararına hizmetlerdeki isteksizlik ve örgütlenememe halini görememenin en büyük nedeni budur.
Piyasaya hızlı, topluma hantal bir devlet çıkmıştır ortaya. Bu düzen gerçekten değişmelidir.

İskender Özturanlı

1963 yılında Söke’de doğdu. Hacettepe Üniversitesini bitirdi. Uzun yıllar gazetecilik, öğretim görevliliği ve internet sektöründe çalıştı. Politika, ekonomi politik, sol düşünce, sosyo-ekonomik eşitsizlikler ve kültür politikaları üzerine çalıştı, yazılar yazdı. Gedik Üniversitesinde yarı zamanlı Öğretim Görevlisi olarak çalışmaktadır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top