Tunus’ta Siyasal Kriz: Ne Oldu? Ne Bekleniyor?

Tunus’ta Siyasal Kriz: Ne Oldu? Ne Bekleniyor?
Orta Doğu’da yakın tarihin en önemli gelişmelerinin başında gelen Arap Ayaklanmaları’nın yegâne başarı hikayesi olarak görülen Tunus’ta 25 Temmuz gününün son saatlerinde zirveye yükselen siyasal kriz bazı kesimler için...

Orta Doğu’da yakın tarihin en önemli gelişmelerinin başında gelen Arap Ayaklanmaları’nın yegâne başarı hikayesi olarak görülen Tunus’ta 25 Temmuz gününün son saatlerinde zirveye yükselen siyasal kriz bazı kesimler için beklenmedik bir gelişme oldu. Cumhurbaşkanı Kais Said anayasanın 80. Maddesinden hareketle hükümeti feshetti ve meclis faaliyetlerini dondurdu. Tunus’ta başarıyla tamamlanabilmiş olan demokratikleşme sürecinin bu şekilde sona erebilecek olması ihtimali birçok kişi tarafından Arap Ayaklanmaları’nın da son kalesinin yıkılması olarak değerlendirildi.
Doğrusu Tunus’u yakından takip edenler için ülkede süregelen kriz ortamının bir noktada patlak vermesi çok da şaşırtıcı olmadı. Her ne kadar bu ölçütte bir siyasal hamle beklenmese de krizin olumsuz etkilerinin olabileceği tahmin ediliyordu. Peki bir başarı hikayesi olarak görülen Tunus’ta bu noktaya nasıl gelindi? Cumhurbaşkanı’nın hamlesi tam olarak ne ifade ediyor? Önümüzdeki süreç için potansiyel senaryolar neler?
Tunus’ta Bu Noktaya Nasıl Gelindi?
2010 yılının son günlerinde başlayan ve 14 Ocak 2011’de eski otoriter lider Zeynelabidin Bin Ali’nin ülkeyi terk etmesiyle yeni bir süreci başlatan devrim hareketi bölgedeki diğer ülkelerin aksine demokratikleşmeyi belli bir ölçüye taşıyabilmişti. Bu yüzden de Tunus Devrimi muadillerinin aksine başarılı bir devrim olarak nitelendirilegeldi.
2011’de sokağa dökülen halkın talepleri ekonomik sıkıntılardan kurtulma, yolsuzluğu ve işsizliği sona erdirme, toplumsal adaleti sağlama ve baskı rejiminden kurtulma üzerineydi. Devrim, baskı rejimini bitirme ve demokratikleşmeyi sağlama açısından başarılı olsa da pek çok noktada hedeflenenden çok uzak kaldı.
Basitleştirerek ifade etmek gerekirse, siyasal hak ve özgürlükler karın doyurmuyor. Baskı rejiminden kurtulma hedefi sağlansa da devrim diğer hedeflerini gerçekleştirme yönünde ciddi anlamda eksik kaldı. Ekonomik sıkıntılar çözülemedi, bilakis artan sıkıntılar halkın alım gücünü daha da zayıflattı. İşsizlik azalmak bir yana daha da arttı ve 2000’lerdeki seviyelerin dahi üstüne çıktı. Bin Ali döneminde birkaç aile çerçevesinde yoğunlaşan yolsuzluk belki artmadı ancak “yolsuzluğun demokratikleşmesi” diye adlandırıldığı üzere geniş bir kitleye yayılarak daha görünür hale geldi. Bunların ötesinde devrim sonrası süreç terör saldırılarının arttığı, toplumsal huzurun ve barışın bir türlü sağlanamadığı bir süreç oldu.
İşte bu durum bazı Tunusluların devrim sonrası inşa edilmiş haliyle demokrasinin bir çözüm olduğu yönündeki inançlarının zayıflamasına, devrim öncesi döneme yönelik bir nostalji geliştirmesine ve özellikle de yerleşik siyasal partilere ve elitlere karşı bir tepki oluşturmasına sebep oldu.
Peki Ne Oldu?
Bu şekilde bir kriz ortamında gerçekleşen 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda yerleşik siyasi hareketleri temsil eden adayların hiçbiri ikinci turu göremedi. Seçimlerin ikinci turunda bir anayasa hukuku profesörü olan Kais Said ile yolsuzluklarıyla bilinen ve medya patronu bir iş adamı olarak siyasete atılan Nebil Karvi yarıştı. İkisi de siyasete dışarıdan dahil olan bu iki isim arasından Kais Said cumhurbaşkanı seçildi. Said seçimi mevcut siyasi hareketlerin ve 2014 anayasasının devrimin hedeflerini gerçekleştirmekte başarısız olduğunu, bu yüzden daha adem-i merkeziyetçi ve devrimci bir yönetim olması gerektiğini savunan bir kampanyayla kazandı.
Ancak 2014 anayasasıyla şekillendirilen sisteme göre Tunus’ta bir yarı-başkanlık sistemi mevcut. Yani cumhurbaşkanı doğrudan seçimle başa gelse de hükümete başkanlık etmiyor. Bu da Said’in beklentisinin aksine siyaseti doğrudan şekillendirmesi yönünde bir engel oluşturuyordu. Bunların sonucunda Kais Said başta hükümet ve meclisteki büyük partiler olmak üzere yerleşik siyasi aktörleri hedef alarak harekete geçti.
Esasında mayıs ayı içinde Middle East Eye, Kais Said’in anayasal bir darbe hazırlığında olduğunu gösteren belgelerle ses getiren bir haber yapmıştı. Ancak -ben de dahil- pek çok kişi bu belgelerin gerçekliği konusunda şüpheli yaklaşarak darbenin çok uç bir seçenek olduğunu düşündü. Ancak 25 Temmuz gecesi Said’den o haberdekine çok benzer bir hamle geldi. Said generallerle yaptığı toplantının ardından anayasanın 80. maddesine dayanarak bir darbe gerçekleştirdi. Ordunun geleneksel olarak siyasete görece az müdahil olduğu Tunus’ta bu hamlenin askerin bilgisi ve desteği doğrultusunda olması Said’in elini daha da kuvvetlendiriyor.
Her ne kadar Said anayasal hakkını kullandığını belirtse de bu hamleyi bir darbe olarak nitelemek mümkün. Doğrusu anayasanın 80. maddesi cumhurbaşkanına ülkeyi tehdit eden durumlarda buna benzer yetkiler sağlıyor. Ancak bu hamlenin anayasa maddesini fazlaca esnettiği üç nokta var: Birincisi, maddeye göre cumhurbaşkanının başbakan ve meclis başkanına danışması gerekirken karşı taraftan böyle bir danışma olmadığı belirtiliyor. İkincisi, maddeye göre meclisin faaliyetlerinin devam etmesi gerekiyor. Said her ne kadar meclisi feshetmese de faaliyetlerini dondurduğu için anayasal hakkının ötesine geçmiş durumda. Bu krizdeki en kritik yasal noktalardan biri olan üçüncü unsur ise anayasa mahkemesinin rolü ile ilgili. Cumhurbaşkanının aldığı kararın ardından krizin sonlandırılması anayasa mahkemesinin kararına bağlı. Ancak Tunus’ta devrim sonrası bir anayasa mahkemesi kurulamadığı için şu anda bu krizin yasal olarak nasıl sonlanabileceği belli değil. Said de nitekim bu boşluktan faydalanıyor.
Bundan Sonra Ne Olacak?
Cumhurbaşkanı Kais Said’in bu hamlesinden sonra gelecek sürecin nasıl şekilleneceğini kestirmek oldukça zor. Şu noktadan itibaren beklenen üç potansiyel senaryodan bahsedebiliriz:
Birincisi, Cumhurbaşkanı Kais Said ülkeyi mutlak bir diktatörlüğe götürebilir. Bu da Türkiye’de Tunus’u yakından takip etmeyen kesimler tarafından vurgulandığı üzere 2013 Mısır darbesi senaryosunun bir tekrarı olur. Böyle bir gidişat olması durumunda ülkenin en büyük İslamcı partisi Ennahda’nın baskılanması da beklentiler arasında.
İkincisi, Kais Said’in bir süre sonra kendi kontrolü altında meclisin faaliyetlerine izin vermesi, yeni bir hükümet kurdurması ve seçimlere tekrar izin vermesi yönünde. Ancak bu senaryoda Said’in gücü kendi elinde toplaması ve ülkeyi bizzat yönetmesi beklenebilir. Sistem seçimli otoriter olarak adlandırılabilir.
Üçüncü ve Said destekçilerinin üzerinde durduğu senaryo ise bu sürecin demokratik sistemi sona erdiren değil, buna ara veren bir süreç olduğu yönünde. Buna göre Said önümüzdeki hafta ve aylarda kararnamelerle yolsuzluğun üstüne gidecek, ekonomik çözümler üretmeye çalışacak ve anayasal dönüşüm için bir zemin hazırlayacak. Tunus’u içinde bulunduğu kriz ortamından çıkaracak şartlar oluştuğunda ise Said demokratik sistemin devamına müsaade edecek ve tekrar özgür, adil ve rekabetçi seçimlerle Tunus siyaseti hayatına devam edecek.
Bu senaryolardan hangisinin gerçekleşebileceğini bu noktada bilebilmek zor. Bir yandan Kais Said’in tam olarak ne planladığını tam olarak anlamak mümkün değil, zira bu yazının yazıldığı an itibariyle henüz bir yol haritası açıklanmış değil. Öte yandan sürecin nasıl şekilleneceği ülkedeki diğer temel siyasi aktörlerin alacağı tavırla da yakından ilişkili. Halk içerisinde bu hamleye karşı çıkan gruplar olmakla beraber Said’i destekleyen protestolar da gerçekleşti ve ilk kamuoyu yoklamaları da Said’in hamlelerine karşı çıkma oranlarının düşük olduğunu gösteriyor. Halkın kriz ortamından bunalmasının ve çözüm üretebilecek güçlü bir siyasal figür arayışının bu durumda etkili olduğu söylenebilir.
Öte yandan siyasal aktörlerin bu hamleye tavırları da Said’in hareket alanını belirlemek yönünden oldukça önemli olacak. İslamcı Ennahda ve Kerame, merkez sol Demokratik Akım ve eski Cumhurbaşkanı Marzuki’nin İrade ve bazı solcu partilerin içinde bulunduğu bir kesim bu hamleye karşı çıkarken aralarında devrim karşıtı çıkışlarıyla bilinen Abir Musi’nin partisi Hür Anayasa Partisi’nin de olduğu muhtelif merkez ve sol partiler Said’e desteklerini açıkladılar. Birçok parti ise henüz net tavır almadı. Bunun ötesinde başlarını işçi sendikası UGTT’nin (Union Générale Tunisienne du Travail) çektiği ülkenin temel sivil toplum örgütleri sürece temkinli yaklaşarak diyalog yolunu seçtiler ve Said’le bir görüşme gerçekleştirdiler.
Şu noktaya kadarki gidişat önümüzdeki günlerde hem siyasal partilerin hem de sivil toplum örgütlerinin diyalog ve pazarlık süreçlerine daha aktif katılacağı ve bu şekilde bir çözüm arayacağı yönünde. Sonucu ne olursa olsun Said’in gerçekleştirdiği bu darbe hem demokrasinin geleceği hem de devrimin diğer hedeflerinin gerçekleştirilmesi yönünde Tunus’u kısa vadede önemli ölçüde etkileyecek bir hamle olarak değerlendirilecek.