Türkiye’nin reform sancısı…

Türkiye’de, “Sanayi Toplumu” veya Sanayileşmenin ve Batılılaşmanın sosyal tezahürü olan “Bilgi Toplumu” olunamamış olması ve bu durumdan güç alan çıkar topluluğu, reformist siyasi girişimlerin ve siyaset adamlarının önündeki en büyük engeldir.
Siyasi iktidar; iç ve dış temel politik açmazlarının ve yarattığı güven bunalımının, ekonominin düzeltilmesi ile çözüleceğine inanmak ve toplumu buna ikna etmek istiyor. Başlangıçta yürüttüğü ılımlı siyaset ve kendi politik aklının ürünü olmayan bir ekonomi politikasını kararlılıkla uygulamış olmasının yarattığı “geçici refah”ın karşılığında ulaştığı toplumsal desteğe de özlem duyuyor.
Lider ve program sorunu olan muhalefet partilerini kaldıraç olarak kullanma siyasetinin miadının dolduğu son yerel seçimlerde görüldü. “Kalkınmanın olmazsa olmaz şartı” olarak lanse edilen CB Hükümet Sisteminin de; Parlamenter Sistemin getirmiş olduğu “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin, kısmen de olsa şeffaflığa ve denetlenebilirliğe dayanan baskısından kurtulma stratejisinin ürünü olan “Tek Adam Rejimi” olduğu anlaşıldı. Bunun sonucunda ise neoliberal politikalar ile kaynakların tüketilmesi ekseninde siyaset yapan “müflis muktedirler”, kaybettikleri güveni, radikal politik manevralar ile geri kazanmanın hesabı içine girdiler.
Tayyip Erdoğan, yaklaşık 1 ay önce partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, “Yeni Ekonomi Programı” başlığı altında; güven ve kredibilite kazanımına daha fazla odaklanacaklarını, ülke risk primini düşüreceklerini, Türk ekonomisine ve Türk Lirasına güvenen yerli ve uluslararası yatırımcılara her türlü kolaylığı göstereceklerini ifade etti. Bu açıklamayı takip eden günlerde de, kendilerini Avrupa’ da tasavvur ettiklerini, hukukta ve ekonomide bir reform dönemi başlattıklarını söyledi.
Bir defa; doğruları söyledikleri ve yandaş olmadıkları için gözardı edilen aklı başında akademisyenlerin, ekonomi uzmanlarının, siyaset bilimcilerin, “bütün temel politikalarda yapısal reform” söylemlerinin senelerdir ciddiye alınmadığının, tam da bu noktada altını çizmek istiyorum. Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamalarının hemen akabinde, siyasi tutukluluklar konusunda yaşanan ve bir Cumhurbaşkanlığı YİK Üyesinin istifasına neden olan tartışmalar, en azından hukuk reformu konusundaki samimiyeti yansıtması açısından önemlidir.
Türkiye’de reform hamlelerinin tarihine de bir atıfta bulunmak istiyorum. Doğan Avcıoğlu, “Türkiye’nin Düzeni” isimli kitabında; Cumhuriyet’in ilanı sonrasında tarım, sanayi, ticaret ve ekonomi başlıkları altında girişilen reformların bizzat Büyük Millet Meclisi çatısı altında prekapitalist düzen artığı güçlerden ve komprador iş insanlarından oluşan azınlık tarafından nasıl engellendiğini ve ilerici unsurların nasıl direnemediğini ayrıntılarıyla çok güzel anlatır. DP iktidarı ile daha da güçlenen ve o günlerden bugünlere değişmeyen bir olgu, toplumsal duyarsızlıktan beslenen bu anlayışın siyasi kurumlar üstündeki hâkimiyetini koruyor olmasıdır. Aynı zihniyetin günümüzdeki uzantısı olan ve “Bize milletimiz yeter” şiarı ile esasında toplumun vasatına yaslanan mevcut siyasi iktidarın, radikal değişiklileri hayata geçirmesi, kendi bileşenleri ile çelişecek olması bağlamında mümkün görünmemektedir.
Ayrıca; siyasi iktidarın sözde küçük, yaptırım gücü büyük ortağının etkisini de gözardı edemeyiz. MHP’nin grup toplantılarında atılan nutuklar ile özetlenebilecek ve siyasi iktidarın hareket sahasını belirleme gücüne sahip politik tutumuna rağmen, cesaret gerektiren sosyal ve siyasal politikalar üretilebilmesi, açıkça ifade edilemese de AKP’nin en önemli açmazlarından bir tanesi olarak ayan beyan karşımızdadır. Tek başına iktidar oldukları dönemde dahi AB ilişkileri, Çözüm Süreci gibi parti tabanında ve toplumda rahatsızlık yaratan, parti içi klikleri harekete geçiren politikaların sürdürülememiş olması, hâlihazırda bunun yapılabilmesinin zorluğunu göstermektedir.
AKP’den ayrılan ve parti kuran siyasilerin, kendilerini AKP’nin izafeten başarılı olduğu dönem ile özdeşleştirerek, tarifini tatmin edici düzeyde yapamadıkları, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” bağlamında verdikleri mesajlar doğru okunacak olursa, aynı siyasi anlayışın farklı renkleri olduğu görülecektir.
Ezcümle; son yazımda da ifade ettiğim gibi, Türkiye siyaseti, bir “Fetret dönemi” yaşamaktadır. Mevcut siyasi yapının, şeffaflık ilkesinden uzaklaşarak güven kaybettiği bu dönemde; solun devrimci değerlerini düstur edinmiş, sosyal politikalar üretme ve halka anlatma kabiliyetini haiz ve bizzat Türkiye gerçeğinden beslenen demokrasi ittifakına ihtiyaç hat safhadadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi