TÜRKİYE’Yİ HERKESİN ÜLKESİ YAPMANIN YOLU YENİ ANAYASA

TÜRKİYE’Yİ HERKESİN ÜLKESİ YAPMANIN YOLU YENİ ANAYASA
Yargının mevcut durumunu, Demirtaş, Kavala davalarını KHK’larla beraber düşündüğünüzde, bu başlıklar altında yargının genel durumunu değerlendirirseniz ne dersiniz?Yargı içler açısı bir durumda. Yargı, Cumhuriyet tarihinin...

Yargının mevcut durumunu, Demirtaş, Kavala davalarını KHK’larla beraber düşündüğünüzde, bu başlıklar altında yargının genel durumunu değerlendirirseniz ne dersiniz?

Yargı içler açısı bir durumda. Yargı, Cumhuriyet tarihinin bizim eleştirdiğimiz hangi dönemiyle mukayese edilse, hiçbir zaman böyle bir kötü durumda olmadı. Onu bir kere çok rahatlıkla ifade etmek mümkün. Bunu kritik davalar açısından söylüyorum, yoksa bir arazi uyuşmazlığı için falan değil, orada bir problem yok. Asıl önemli olan Kavala davası, Demirtaş davası, Ahmet Altan’ın davası ya da Berberoğlu davasıdır. Muhalefeti susturmanın, bastırmanın bir aracı olarak açılan davalarda takınılan tavırlar çok önemli.

Son dönemlerde, özellikle son beş yıl içerisinde buna defalarca tanıklık ettik. Çok net olarak, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, iktidarı elinde tutan güçlerin rahatlıkla yargıya talimatlar vermek ya da mesajlar göndermek suretiyle davaların açıldığını ya da tahliyesi düşünülen insanların tahliye edildiğini gördük. Bu iktidar bloku iktidarı kimseyle paylaşmak istemiyor ve kendisine muhalefet eden bütün toplumsal ve siyasal kesimleri, bugüne dek hiç yaşanmadığı kadar suskunlaştırmak, sessizleştirmek ve bastırmak istiyor.

Anayasa Mahkemesi (AYM) üyelerinin çoğunluğu bu iktidar döneminde atandı.  Buna rağmen iktidarın istemediği, kararlar alınabiliyor. AYM tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de muhalefetin nefes alabileceği borulardan biri olarak sadece Anayasa Mahkemesi kaldı. Genel olarak Türkiye’deki demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, özgürlüklerin yaşatılabileceği ya da bunlara mecra açılabilecek tek merkez Anayasa Mahkemesi kaldı.

AYM üyelerinin sanırım bir ya da iki tanesi Ahmet Necdet Sezer döneminde atandı, geri kalan tümü AK Parti döneminde atanmış üyelerden oluşuyor. Önemli bir kısmı doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından atanmış. Bu isimlerin, iktidarın hoşlanmayacağı kararlara imza atması asla affedilebilir bulunmuyor. O nedenle iktidarda çok büyük rahatsızlık yaratıyor. O nedenle İçişleri Bakanı tarafından AYM Başkanı teröristlikle ya da dolaylı olarak terör örgütü sempatizanlığıyla itham ediliyor.

Berat Albayrak’ın istifası sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan “ekonomide, hukukta, demokraside reform”dan bahsederken, Abdülhamit Gül de hakimlere çağrıda bulundu. Erdoğan ya da mevcut iktidar böyle bir reform sürecine öncülük edebilir mi?

Orada iki şey söyleyebilirim. Özellikle Cumhurbaşkanı’nın Meclis grubundaki konuşmasından hareketle, bağlamıyla birlikte değerlendirildiğinde sanki o reformdan kastedilen sadece yabancı yatırımcıyı tatmin edici bir reform. Ya bu kastedildi ya da bir makyaj mahiyetinde; bir taraftan koalisyonu bozmama, bir taraftan da reform gerekliliği. İki şeyi de gözetmesi gerekiyor.

AK Parti öncülüğünde bir reformun yürüyebileceğine dair bir inancınız var mı?

Yok. Ancak güvenilir bir partner bulabilirse mümkün. Sanki İYİ Parti üzerinden oynuyor gibi görünüyor. Ama kendi tabiatı gereği o reformun sınırları var.

Peki, Adalet Bakanı Gül’ün çağrısının hâkimler, yargıçlar üzerinde pratikte etkisi olur mu?

Asla. Sadece ve sadece Tayyip Bey’in böyle bir çağrısı olursa etkili olur.

Muhalefet güçlendirilmiş parlamenter sistem üzerinde bir uzlaşıya sahip görünüyor. Sizce muhalefet bu hedef üzerinden ne kadar yol yürüyebilir?         

Ben sadece muhalefetin de değil, AK Parti’nin de hatta Tayyip Bey’in de tekrardan parlamenter sisteme dönülmesini istediğini düşünüyorum, çünkü AK Parti’nin MHP ile ittifakı zorunluluktan kaynaklanan bir ittifaktı.

Devlet Bahçeli, ismiyle müsemma bir şahsiyet diyelim, devlet gibi hareket edip AK Parti iktidarını kendisine mahkûm etti. Mahkûm edebilmenin yolu başkanlık sisteminden geçiyordu, çünkü yüzde 34’le iktidar olan bir partinin yüzde 40’la çok rahat iktidar olabilme ihtimali var. Yüzde 48-49’larda oy alıyor, yani 50’yi aşıp aşmaması bıçak sırtı ama başkanlık sistemi sonuçta yüzde 50+1’i gerektiriyor.

Bence başkanlık sistemine geçiş, eski devletin Devlet Bahçeli üzerinden AK Parti’yi esir alması operasyonudur.

Dışarıdan bir ittifaka bu kadar muhtaç bir Tayyip Erdoğan, içeride kendisiyle uzlaşabilecek olan, yani kendisiyle beraber yol yürümüş olanların ayrılmasını göze alacak şekilde tasfiye operasyonları düzenledi. Dışarıyla ittifak yapmak için bu kadar müsamahakâr olan Tayyip Erdoğan, yani iktidarını paylaşan Erdoğan, kendi içinde niye reforma kalkışarak, iktidarını biraz paylaşarak bir ittifaka girmedi?

Sonuçta bu eski iktidar bloku ve ülkücülerle yaptığı ittifakı sürdürmek zorundaydı. Bunu sürdürebilmenin yolu kendi partisini de o çizgiye çekmekten geçiyordu. Tayyip Bey’in en başarılı olduğu konulardan biri, kendi tabanını dönüştürebilme, ikna etme kapasitesidir. Mesela 2010’lara kadar Avrupa Birliği, Kürt meselesi gibi konular vardı. Kürt meselesi çok netameli bir konu; hiçbir siyasi iktidar buna cesaret edip bu tip adımlar atmaz. Sonuçta kendi tabanının da çok hoşlanmadığı bir projeydi. Kürt meselesidir, Avrupa Birliği reformlarıdır, bunlar muhafazakâr camianın çok da hazzedeceği şeyler değil ama kendi tabanını ikna etti. Başka tabanları da kendi tabanına eklemledi, dolayısıyla tabanını genişletti. Ama o çekirdek tabanını çok rahatlıkla değiştirebilme, dönüştürebilme gücü var ve bunu gerçekleştirdi.

Ahmet Davutoğlu ya da Babacan ekibinin artık böyle bir partide kalmaları mümkün değildi. Tayyip Bey de istemezdi; tek adamlığını pekiştirmek ve parti içerisinde tek sesliliğin hâkim olmasını sağlamak ve bütün gücün kendi elinde toplanmasını gerçekleştirmek, ki bunlar öyle görünüyor ki Tayyip Bey’in siyasi idealleriydi.

Siz birkaç Anayasa yazım sürecinde yer aldınız. Deneyimleriniz ışığında, Anayasa yapım süreçlerinin tıkanma gerekçeleri ile ilgili ne söylersiniz?

Türkiye ve Türkiye benzeri bölünmüş, parçalanmış toplumlarda Anayasa yapmak zor bir iş. Bu bölünmüşlüğün olduğu yerde, farklı toplumsal kesimlerin farklı beklentilerinin uzlaştırılması çok güçtür, çünkü paralel topluluklar halinde yaşayan bu kesimlerin -belki biraz abartılı bir ifade olabilir ama- sonuçta çok temas etmeyen, birbiriyle diyalog içerisinde olmayan, kendi varoluşlarını ötekinin varoluşuyla eşitleyemeyen, bu eşitliği kabullenemeyen, eşit birlikte varoluşu içselleştirmemiş, bu toplumsal siyasal farklılıkların kendi taleplerini, kendi beklentilerini, kendi hassasiyetlerini bir araya gelip ortaklaştırmaları çok zor.

Bu yeni süreçle birlikte, toplumsal mutabakat zemininde yeni bir Anayasa hazırlayabilmenin şöyle bir imkânı ya da fırsatı var: Bir, muhalefetin üzerinde ortaklaştığı hemen hemen tek konu güçlendirilmiş parlamenter sistem. Hepsi bunun üzerine mutabık, bu önemli bir şey. En azından bilebildiğim kadarıyla AK Parti de buna yanaşır özellikle de bu MHP kamburundan kurtulabilmek amacıyla da olsa, bu formüle evet diyebilir.

İkincisi, bu toplumun farklı kesimleri, bunların siyasal uzantıları, sivil aydınları, siyasal elitleri artık şunu düşünüyor olabilirler: Bu Türkiye için bir fırsat.

Kısa bir süre önce siyasete girdiniz, artık bir siyasetçi kimliğiniz var. Yani hem bir akademisyen hem de bir siyasetçi olarak sahaya çıktığınız zaman saha gözlemlerinize dayanarak, sokaktaki havayı, genel beklentiyi nasıl yorumlarsınız?

Bu son dört beş yıldır, az çok sokağa çıkan, farklı kesimlerle oturup kalkan biri olarak, sokakta büyük bir rahatsızlığın var olduğunu çok net olarak görüyorum. Ama bu rahatsızlık AK Parti tabanında da var. AK Parti’den kopması düşünülemez olan tabanda da var. Bir adaletsizliğin, haksızlığın olduğunu da kabul ediyor. Ama aynı zamanda AK Parti’ye oy vermede ısrarcı olduklarını söylüyorlar. Yani birçok sebebi var bunun ama sebeplerden biri AK Parti’nin, Tayyip Bey’in uzunca bir süredir beklentileri çok iyi yönetmesi. Bu önemli bir parametre.

Ama o çekirdek dışındaki yüzer gezer oyların AK Parti’ye gitme ihtimalinin çok düşük olduğunu düşünüyorum. Bugün kararsız seçmen kitlesi olarak adlandırılan o kitlenin kararı şudur: Kararsızdır ama AK Parti’ye oy vermeme noktasında bir kararı var, fakat kime oy vereceği konusunda bir kararsızlığı var. Benim algım, okumam bu doğrultuda.