Emre Tansu Keten

Emre Tansu Keten

Universus: Üniversitenin dışında akademi inadı

Benim için akademik bir ürünün değeri tamamen toplumsal kaygısı ve toplumsal meselelere fayda sağlayabilmesiyle ölçülebilmeli. Bu bazı insanlara yanlış gelebilir, ancak bunun tam tersinin bankacılıktan farklı bir iş olmadığını düşünüyorum. Orada da işe gidiyorsun, işin gereklerini yerine getiriyorsun ve maaş alıyorsun. Mevcut akademi oldukça köhnemiş ve network olgusunun örümcek ağı gibi sarmaladığı bir yer.

Universus’ta kendi dertlerimiz ve çalışma alanlarımızla birbirimizi yeni şeyler öğretiyoruz. Örneğin bir arkadaş diğer arkadaşa göre daha avantajlı bir konumda olabilir, doğal sürecinde diğer arkadaşın gerçek dertlerini göremeyebilir. Ancak Universus’ta dayanışma içinde birbirimizin çalışmalarına ve doğal olarak dertlerine de dokunuyoruz. Bunu üniversitelerdeki çalışma biçiminde bulamazsınız.

Üniversiteler, AKP’nin elinde, günden güne akademik niteliğinden uzaklaşıp, basit birer devlet dairesi haline gelir; yoğunlukla akraba toplaşması kadrolar nedeniyle gündem olurken, akademik ve entelektüel faaliyetleri dert edinen gençlerin bu alana dair inançları da güçsüzleşiyor. AKP’li bir amcası olmayan, başvurduğu bütün kadrolar adrese teslim edilmiş olan, güvenlik soruşturması engeline takılan ya da bu ortamı biraz tanıyıp buradan uzak durmak isteyen gençler ya yüksek lisansı bitirip iş dünyasına atılıyor ya da yüksek lisansı dahi bırakıp akademiyle ilişkisini kesiyor. Yani AKP, akademiyi susturmak ve kadroları yandaşlarına dağıtmakla kalmıyor, nitelikli çalışmalara imza atabilecek bir nesli baştan dışlayarak da akademiye zarar veriyor. Ancak bunların içinde, üniversite dışında olup, akademiyi yaşatmaya çalışanlar da var. Universus Sosyal Araştırmalar Merkezi’nde bir araya gelen bir grup lisansüstü öğrencisi, yaklaşık üç senedir konferanslardan, derslere, yayınlardan, projelere kadar birçok nitelikli işe imza atıyor. Bu hafta, Universus’tan Deniz Durdu ve Hazal Çakmak’la bugüne kadarki faaliyetlerini, bundan sonraki projelerini ve üniversite dışında akademi inadını sürdürmeyi konuştuk.

Universus nasıl ortaya çıktı? Nasıl bir araya geldiniz?

Hazal Çakmak: Biz 2017 yılında Barış Akademisyenleri’nin ihracı sürecinde bir araya gelmiş bir ekibiz. Deniz ve diğer arkadaşlarla eylemlerde tanıştık. 15-20 kişi bir araya geldik bu dönemde ve Universus’u kurduk. Açık söylemek gerekirse, o zamanki motivasyonumuz bize akademi içerisinde bir yer olmadığı fikriydi. Örnek aldığımız hocalarımıza yer yoksa, muhtemelen bize de olmayacaktır diye düşündük. Bu nedenle akademiyi üniversite dışında var edebilmek için Universus’u kurduk. Derneği kurarken ihraç edilen hocalarımızın derslerine devam edebileceği bir kurum olmasını da öncelemiştik, ancak hocalarımızdan da pek destek görmedik. Sonrasında beraber birçok iş yaptık, ancak ilk başta denize düşüp yüzmeyi öğrenmek zorunda kalmıştık.

Deniz Durdu: Universus’u kurmamızın bir nedeni de, üniversite alanında sözümüzü kabul ettirebilmek için ihtiyacımız olan kültürel sermayeyi, dayanışma ile beraberce edinebilme düşüncemizdi. Bu kültürel sermayeyi edindiğimizde ancak üniversitelerdeki akademik ağların içerisine girebileceğimizi düşünüyorduk. Ama bu düşünceden çok çabuk koptuk. Hocalarımızın atılması ve akademiye daha politik bir yerden yaklaşma çabamız, bizi bu tartışmaları sokağa taşımamız gerektiğine ikna etti.

Universus olarak bugüne kadar neler yaptınız?

Hazal: Bugüne kadar birçok etkinlik düzenledik. Agora serisi etkinliğimiz vardı mesela. Bu seride Orta Doğu meselelerini tartışıyorduk. Bir konuşmacı davet ediyorduk ve etrafında agora kuruyorduk. Behlül Özkan, Ceyda Karan gibi isimler katıldı bu etkinliklere. Sonrasında Deniz Kabuğu serimiz vardı. Burada akademik ve sanatsal konuları bir arada, ilişkisel bir düzlemde tartışmaya çalıştık. Bu seride yüze yakın etkinlik düzenledik. Bunların dışında sinema gösterimleri yaptık. Sonrasında filmler üzerine tartıştık.

Sadece AKP’nin ehlileştirdiği akademiyle değil, genel olarak egemen akademiyle bir derdiniz var sanırım. Akademiye nasıl bir anlam yüklüyorsunuz?

Deniz: Hocalarımız atılmadan önce de akademiye dair belli bir derdimiz vardı. Politik alana dair sözümüz vardı. Hocalarımızın atılması bu süreci hızlandırdı diyebilirim. Başından beri akademik üretimi tek başına akademik bir mesele olmaktan çıkartıp, kendi yaşadığımız olayları anlatmak, anlamlandırmak için bir araç haline getirmemiz gerektiğini düşünüyorduk. Örneğin ben, varoş bir mahallede doğmuş büyümüş, sonrasında toplumla içerisine girdiği çatışmayı kendisine dert edinmiş, bunu düzeltmek için bir şeyler yapmak isteyen birisiyim. Ekibin motivasyonu da çok farklı değil. Akademisyen denince akla network yapmak, makale üretmek, ders anlatmak vs. geliyor. Ancak bizim anladığımız akademi bu değil. Sokaktaki insanın derdini anlayıp, akademiyi bunun çözümü için araçsallaştırmak gerekiyor. Universus’ta tam da bunu yapmaya çalışıyoruz. Bu nedenle akademiyi egemen haliyle anlayan insanlarla da uzaklaşmaya başladık süreç içinde.

Hazal: Akademi bazı insanların diğerlerinden daha şanslı bir konumda bulundukları bir yer öncelikle. Bu sınıfsal olarak da böyle, başka etkenler açısından da. Ancak insanların şunu düşünmesi gerekiyor, ben bir toplumun içerisinde yaşıyorum ve akademik çalışmalarımla bu topluma ne kadar fayda sağlayabilirim? Benim için akademik bir ürünün değeri tamamen toplumsal kaygısı ve toplumsal meselelere fayda sağlayabilmesiyle ölçülebilmeli. Bu bazı insanlara yanlış gelebilir, ancak bunun tam tersinin bankacılıktan farklı bir iş olmadığını düşünüyorum. Orada da işe gidiyorsun, işin gereklerini yerine getiriyorsun ve maaş alıyorsun. Mevcut akademi oldukça köhnemiş ve network olgusunun örümcek ağı gibi sarmaladığı bir yer. Olması gereken akademide ben dayanışma kavramını en ön sıraya koyuyorum.

Universus akademinin egemen pratiklerinden ve işleyiş yapısından nasıl ayrışıyor?

Deniz: Universus’ta kendi dertlerimiz ve çalışma alanlarımızla birbirimizi yeni şeyler öğretiyoruz. Örneğin bir arkadaş diğer arkadaşa göre daha avantajlı bir konumda olabilir, doğal sürecinde diğer arkadaşın gerçek dertlerini göremeyebilir. Ancak Universus’ta dayanışma içinde birbirimizin çalışmalarına ve doğal olarak dertlerine de dokunuyoruz. Bunu üniversitelerdeki çalışma biçiminde bulamazsınız.

Yakında çıkacak bir Versus Dergi projeniz var. Nasıl bir dergi olacak Versus?

Hazal: Versus Dergi yarı akademik bir yayın olacak. Aslında burada da derdimiz, akademik yayınların genelinde gördüğümüz kapı tutuculuk, köşe tutuculuk meselesine alternatif bir mecra olabilmek. Biz yazılarımızı bir yerlere kabul ettirmeye çalışmayacağız. Akademik hayata adım attığımızda yaşadığımız şeyler başkalarının başına gelmesin istiyoruz. Derginin dışında Youtube ve podcast gibi araçları da kullanmayı önemsiyoruz. Akademik alanda üretilen metinlerin, olabildiğince fazla insana ulaşmasını istiyoruz.

Araştırma Gönüllülüğü isimli projenizi de duyurdunuz. Bu projeyle neyi amaçlıyorsunuz? Araştırma gönüllüleri ne yapacaklar?

Hazal: Araştırma Gönüllülüğü projesini şöyle düşündük: biz akademiye adım attığımızda neyden mahrum kaldıysak, benzer bir yerde duran arkadaşlar için bunları ikame etmeye çalışalım dedik. Bir arkadaşımız, “zannediyoruz ki yüksek lisansa girince akademi bir aydınlanmayla bize gelecek” demişti. Oysa ki böyle değil. Lisansta, akademik hayata en heyecan duyduğumuz zamanda “sen git biraz daha oku”, “sen önce bir yüksek lisansa kabul al” gibi cümlelerle heveslerimiz kırılmıştı. Bu projeyle lisans öğrencileriyle dayanışmak, deneyimlerimizi paylaşmak istiyoruz. Çünkü biliyoruz ki Türkiye’de lisans eğitimi akademik anlamda oldukça yetersiz. Bunu projemize olan başvuruların yoğunluğundan da anlayabiliyoruz. İnsanlar Universus’un hiyerarşinin olmadığı, istediğini özgürce çalışabileceğin ve kimsenin sana bir şey öğretmeye çalışmayacağı bir yer olduğunu öğrenince projeye başvurmak istediklerini söylüyorlar. Araştırma Gönüllülerine yüksek lisans düzeyinde bir dersler serisi sunuyoruz. Burada “sosyal bilim nedir?”, “Nasıl araştırma yapılır?”, “Araştırma sürecinde nelere dikkat etmek gerekir?” gibi sorulara cevap bulmaya çalışıyoruz. Projenin sonunda gönüllülerden kendi belirledikleri bir konuda yaptıkları akademik bir çalışmayı bize sunmasını bekliyoruz. Gönüllüler çalışmalarını yaparken onlara eşlikçi adını verdiğimiz bir arkadaşımız yardımcı oluyor. Bu bir danışmanlık faaliyeti değil, bir deneyim paylaşma pratiği olarak işliyor.

Üniversiteden maaş almayıp lisansüstü çalışmalara devam etmenin, üstelik bunu başka bir işte çalışarak sürdürmeye çalışmanın nasıl bir yükü var? Bu engellerle nasıl başa çıkıyorsunuz?

Hazal: Akademik faaliyet yürütmenin sınıfsal bir boyutu var. Rahat bir şekilde akademik kariyerin peşinde gidebilmeniz ailenizin ekonomik durumuyla alakalı. Yani sınıfsal bir durum var, bu hem ailenizin parasının olmasıyla, hem de kültürel sermayenizin güçlü olmasıyla ilgili bir durum. Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bölümü bizim şansımızdı, korunaklı ve nitelikli bir yerde okuduk, ama akademi genel olarak aklımda hiç de güzel kalmadı. Bu nedenle hiçbir kadroya başvurmadım. Zaten TC kimlik numaralarına özel kadrolar açılıyordu, ama bu kadrolaşma meselesinin dışında da üniversiteden çok dışarıyı önemsiyordum. Şimdi de aynı zamanda çalışarak akademik faaliyetlerimi yürütmeye çalışıyorum. Beni akademiden kopartmayacak işleri tercih ediyorum. Ancak 28 yaşında ciddi para kazanacak bir işte olmamanın da bir yükü var. Bankada ya da bir firmada çalışan bir arkadaşım “ne iş yapıyorsun” diye sorduğunda yüksek lisans ya da doktora yapıyorum dememin onların nezdinde bir karşılığı yok maalesef. Akademik faaliyetlerin CV’yi güçlendiren bir yanı da yok. Bunun yükünü taşıyoruz.

Deniz: Ben başlarda açılan kadroları takip edip, bazılarına başvuruyordum. Ama zamanla uzaklaştım bundan. Üniversitenin dışında akademik üretim yapmaya, diğer insanlarla dayanışmaya başladıkça ALES’e, yabancı dil sınavına çalışmak mantıksız gelmeye başladı. İnsanların bunların hiçbirini yapmayı sadece puanlarıyla bir yere kabul alması da uzaklaşmam da etkiliydi. Ailemle yaşamam yüksek lisansa konsantre olabilmemi sağlıyor, çalışmadan idare edebiliyorum. Ama bu durum da çok zor. Arkadaşlarımız akademik hayallerini terk edip, kurumsal firmalarda kariyer yapmayı seçer hale geldi. Üniversitenin iktidar eliyle geldiği hal de insanların inançlarını zedeliyor tabii ki.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Tansu Keten Arşivi