“Ustam” Hıncal Uluç

22 Kasım Salı günü toprağa verdiğimiz Hıncal Uluç, benim için özel biri. Tanışıklığımız boyunca aramız sürekli iyi olmasa, arada bazı çatışmalar yaşamış olsak da bu böyle… Tekrar bakmayı gerekli görmedim ama Ekşi Sözlük’te beni gazeteciliğe başlatan adam olduğu bile yazılmıştı. Öncelikle o konuda bir açıklama gerekiyor.

1985 Mayıs’ında yaklaşık 12 yıl hizmet verdiğim TRT’den ayrılmadan önce Trabzon Radyosuna sürgün olarak gönderildiğim dönemde Uluç’la bağımız oluşmuştu. Bu nedenle kendisinden “ustam” diye söz ederim.

Hayranlık duyduğumuz bir spor yazarıydı. Ateş saçan yazılar yazıyor ve devlet katında bile etkili oluyordu. (Meraklısı için: Bu yazıların bir bölümü Sarı Kırmızılı Kaşkol adlı kitabında yer aldı. 1974 yılında Bilgi Yayınlarından çıkan kitabını bir kez daha yayınlamak için uygun zamandır.)

Trabzon’da bulunup da Trabzonspor’u izlememek mümkün değildi benim için. Yazmamak da öyle… Yazılarımı ona göndermeyi düşünmüştüm. Herhangi birşey umduğum için değil, bir işe yarayacağını filan da düşünmemiştim, içimden öyle gelmişti.

Günün birinde Cumhuriyet’te beni öven yazısını görünce ayaklarım yerden kesilecekti. Efendim, onun Trabzon’daki bir dostuydum (Bu tür unvanlar bahşetmekte çok cömertti). O kadar iyi yazılar yazıyordum ki, ünlü spor yazarı olarak bilinenleri dahi kıskandırabilirdim, gibi övgüler karşısında gerçekten de ne diyeceğimi bilemez hale gelmiştim.

O dönemde Trabzon Radyosundan Erzurum’a sürülünce TRT serüveniminin sonunun geldiği anlaşılmıştı. Gerçekte TRT’ye karşı büyük bir minnetim vardı çünkü liseyi ve üniversiteyi kurumun sağladığı rahat iş imkanı sayesinde bitirmiştim. Tanıştığım değerli insanlar, radyo oyunları ve öyküler gibi yazı çalışmalarının yanında Dünyada ve Türkiye’de Sansür adlı çalışmamla 1980 yılında Yunus Nadi Ödülü kazanmış olmamda bile TRT’nin büyük payı vardı. Minnetim bunlar içindi ama ne yazık ki ayrılık günü de gelmişti.

Aynı haftada Trabzonspor hem Galatasaray hem Fenerbahçe ile oynayacaktı. Bu da TRT’den ayrılmamı kolaylaştıran bir etkendi. Ayrılık işlemlerini tamamlayıp Trabzon’a geldim. Çarşamba günü Türkiye Kupasında Galatasaray maçı vardı, Cumartesi günü de ligde Fenerbahçe karşılaşması.

İki maçla ilgili yorumlar yazıp A.Kemal Çakır adıyla Cumhuriyet’e gönderdim. Bu, güya takma bir addı ama Cumhuriyet’te çıkacak yazımda adımın da olmasını isteyip böyle bir formül bulmuştum. Bunların gazetede yayınlanmasını sağlayan da Hıncal ağabeydi.

Bunun ardından sözkonusu maçlar öncesinde başkan M.Ali Yılmaz tarafından görevden alınmış olan Özkan Sümer’le yaptığım röportaj, Uluç’un yönettiği Erkekçe dergisinde tam 13 sayfa olarak yayınlandı. İnanılır gibi değildi.

Daha sonra İstanbul’a geldiğimde beni Cumhuriyet’e gönderdi. Rahmetli Abdülkadir Yücelman İstanbul’da değil, Ankara’da adama gereksinme olduğunu söyledi ve iş olmadı. İşin aslı budur.

···

Sonrasında aramızdaki ilişki hep bu çizgide gitmedi. Tam tersine şiddetli denilebilecek çatışmalarımız oldu. Özellikle O Bir İmparator adlı kitabımla ilgili yakışıksız sözlerinden çok alınmıştım. Sert karşılık verdim. 2002 Dünya Kupası sırasında yazıp söylediklerinin tam tersini kanıtlama çabası içinde oldum. Çok gerekli sayılmazdı ama onunkiler de aynı kapsamda değerlendirilebilirdi.

Bu tatsızlıkların ardından onu tv programına çağırmak olacak iş değildi ama bu konuda hoşgörülü davranacağını biliyordum. Nitekim Sportstv’deki Kitaplı Spor programıma geldi. (Şu günlerde aynı kanalda tekrar yayınlanıyor.)

Son bağlantımız Taçlı Kral Metin Oktay kitabıma aldığım iki yazısı oldu. Bunların karşılığı olarak iki adet kitabı Ahmet Akcan dostumuz aracılığıyla kendisine gönderdim. Umarım ki zor günlerinde hoşnutluk ifadesi olarak küçük bir gülümseme sağlayabilmişimdir.

···

Onun neler yazdığını, yaptığını herhalde bu yazıyı okuyanlar biliyordur. Seveni kadar kızanı da vardı. Bu da doğaldı. ‘Şuna kızan olur mu?’ diye kendini sınırlayacak biri değildi. Tam tersine bu sansürün her türünden nefret eden biriydi.

Ancak onun kadar değerli bir insanın o yazıları nasıl yazabildiği, o sözleri nasıl söyleyebildiği gibi kendime sakladığım tepkilerim olmuştur. Özellikle artık pek yakından izleyemediği Galatasaray’ın şampiyonluğunun önleneceğini birkaç kez çok kesin ifadelerle ileri sürdüğü sezonlarda Sarı-kırmızılı takımın mutlu sona ulaşmış olması, onun vazgeçemediği tuhaflıklarından biriydi.

Derwall dahil olmak üzere bütün Galatasaray teknik direktörlerinin çeşitli kusurlarından gözetmek onun gazetecilik anlayışına daha uygundu. Dostum dediği Mustafa Denizli ve Fatih Terim de onun eleştiri oklarından kendilerini koruyamayacaklardı.

Evet, bütün bunlar onun tuhaflıklarıydı ama aynı zamanda sadece sporun değil memleketin gazetecilik kapsamında önemli renklerinden biri olduğu kabul ediliyordu. Ondan nefret edenler bile çeşitli meziyetlerini inkar edemezdi.

Vefatının gazeteciliğin çoktan öldüğü bir döneme denk gelmiş olması belki de tesadüf değildir. Bundan sonra yaşayıp da gazetecilik yapmaya çalışmanın bir anlamının kalmadığını mutlaka düşünmüştür.

Mekanı cennet olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ahmet Çakır Arşivi