Van Gogh, Tolstoy, Leonardo da Vinci, Nazım Hikmet, Sartre…

BİR ZAMAN MAKİNESİYLE IŞINLANMAYA HAZIR OLUN!

Nedim Gürsel son yayınlanan kitabında okuyucuyu Van Gogh’un, Tolstoy’un, Leonardo da Vinci’nin, Sartre’ın, Nazım Hikmet’in, Rilke’nin, Semprun’un yaşadıkları kentlere ve yaşamlarının son demlerine götürüyor. Şiirsel bir anlatımla edebiyatta, resimde iz bırakan insanların “son fasıllarına” adeta bir zaman makinesine binerek tanıklık ediyoruz.

Nedim Gürsel Galatasaray Lisesi’nde yatılı öğrenciyken pek de umursamadan ve sevmeden müfredatta yer aldığı için Yahya Kemal’in “Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç / Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!” dizelerini ezberler. ‘Son Fasıl’ adını verdiği kitabının birkaç yerinde usta şaire atıfta bulunuyor. Gürsel kendisini etkileyen yazar ve sanatçıların son fasıllarının izini sürmenin sebebini de belki de kendisinin son faslını yaşıyor olması olarak açıklıyor.  “Öncesi ardımda kaldı, sonrası önümde, yokluğa beş kala. Hepsi bu işte” sözleri yazarın duygu durumunu özetliyor. 

İnsanoğlu geçen zamanı durdurmak istiyor. Nedim Gürsel bu yapıtıyla her ne kadar geçmişin izini sürse de zamanı durdurmayı başarıyor. Kendinizi bir anda Tolstoy’un Yasnaya Polyana’daki evinde, Van Gogh’un buğday tarlalarını, kargalarını resmettiği Auvers-sur-Oise’de veya Nazım Hikmet’in sürgün döneminin en güzel şiirlerini yazdığı kent; Prag’da bulabilirsiniz.

TUTUNAMAYAN BİR RESSAM: VAN GOGH

Nedim Gürsel, Van Gogh’un izini kendisi gibi yıllar önce Paris’e yerleşen Onay Akbaş’la sürer. Ressamın tablolarında resmettiği Auvers-sur-Oise’den büyülenir. Duygularını şöyle aktarıyor: Ünlü sanatçının yapıtlarından tanıdığım doğasına, bu doğanın tablolara yansıyan çılgın renklerine doğru çekildiğimi duyumsadım. Kasabanın içinde ya da derin mavi göğün altında uzayıp giden buğday tarlalarında değil, Van Gogh’un yapıtında dolaşıyordum sanki.

Van Gogh yaşarken değeri bilinmemiş bir ressamdır. Yoksul, kardeşi Theo’dan başka kimsesi olmayan, yalnız ve mutsuz bir ressamdır. Hem dahi hem deli olarak nitelendirebileceğimiz ressam Auvers’de kaldığı yetmiş gün boyunca yetmiş tablo yapmıştır. Nedim Gürsel ressamın yaşadığı evi, tek başına içtiği kahveyi gördükten sonra, resimlerini yapma şeklini düşleyerek ve Saint-Remy tımarhanesinde bıraktığı izleri sürerek ‘Buğday Tarlasında Ölüm’ adlı öyküyü kaleme alır.

Van Gogh ne topluma ne de sanat eleştirmenlerine yaranabilmiştir. Teselliyi doğada ve sanatta bulur. Nedim Gürsel’in kitabında da aktardığı gibi Van Gogh bir tutunamayandır. “Toplumun gözünde bir “hiç”ti.” Üzüntüsünü kardeşi Theo’ya gönderdiği mektupta şöyle yazar: Sanatımı yaparken hayatımı tehlikeye atıyorum. Bu uğurda aklımı da yarı yarıya yitirdim.

Van Gogh yaşamına buğday tarlasında karnına sıktığı kurşunla son vermek ister. Ancak iki gün can çekiştikten sonra Ravoux Hanı’ndaki daracık odasında kardeşi Theo’nun kollarında can verir. Onun resimde yarattığı renk alacasını Nedim Gürsel o kadar güzel kaleme almış ki siz de onunla birlikte ressamın resmettiği buğday tarlalarında, kargaların arasında dolaşıyorsunuz.

“YAŞAMAYI ÖĞRENDİĞİMİ SANIYORDUM MEĞERSE ÖLMEYİ ÖĞRENİYORMUŞUM”

Nedim Gürsel yalnızca Rönesans’ın değil tüm zamanların “dahi” sanatçısı olarak tanımlanan Leonardo da Vinci’nin 500.ölüm yıl dönümü nedeniyle, ressamın son üç yılını geçirdiği Ambois’e bir grup ressam, yazar, gazeteci ve müzisyenle birlikte gider. Kaldığı evi, mezarını ve atölyesini ziyaret eder.

Leonardo da Vinci’yi Fransa’ya Kral I.François davet eder ve sanat yaşamı boyunca onu destekler. Leonardo da Vinci kralla sadece resim sanatını değil, icat ettiği savaş makinelerini, tank ve mitralyözlerle düşmanı nasıl yenilgiye uğratacaklarını da tartışır. Gürsel, bir sanatçının insanları öldüren savaş makinelerine kafa yormasına anlam veremediğini, üzüldüğünü yazıyor. Leonardo’nun defterlerindeki krokilerden, geleceğin helikopterleriyle asma köprüleri ve anatomi çalışmaları da dahil, tablolarındaki kadın figürleri kadar etkilenmediğini söylüyor. “Leonardo, çağdaşı sanatçılar gibi ressam ya da yontucu değildi yalnızca, öngörülü bir mühendis, mimar, kent planlamacısı, botanist ve düşünür, hatta müzisyendi.”

Leonardo da Vinci son üç yılı hariç yaşamının tümünü İtalya’da geçirir, Floransa ve Milano arasında mekik dokur. Fransa’ya gelirken yanında üç tablosunu getirir: Vaftizci Yahya, Meryem, Azize Anna ve Çocuk İsa bir de efsaneye dönüşen yapıtı La Joconde. Bildiğimiz adıyla Mona Lisa. Bugün Louvre Müzesi’nde sergilenen, sırrını hala koruyan eseri Nedim Gürsel, Leonardo’nun yaşam nedeni olarak tanımlıyor. Çünkü tabloyu ressama Francesco del Giocondo isimli bir tüccar eşine sunmak için sipariş eder ancak Leonardo çeşitli bahaneler öne sürerek tabloyu bir türlü teslim etmek istemez. Bir yandan resmi tam olarak bitirmediği de bilinmektedir. “Mona Lisa’yı Alpler’i katır sırtında aşarken bile yanında taşıyordu.”

Leonardo da Vinci’nin yaşamına, sanatına ilişkin tartışmalar devam ede dursun ressam defterine şu notu düşer: Yaşamayı öğrendiğimi sanıyordum, meğerse ölmeyi öğreniyormuşum.

TOLSTOY: HAYATIMIN SON GÜNLERİNİ HUZUR VE YALNIZLIK İÇİNDE GEÇİRMEK İSTİYORUM

Nedim Gürsel, Tolstoy’un peşinden sosyetik yaşam tarzından tiksindiği Moskova’da değil, köylüleriyle içli dışlı yaşadığı, bir sığınak haline gelen Yasnaya Polyana’ya gider. Burası Tolstoy için yalnızca bir sığınak değildir, Savaş ve Barış, Anna Karenina romanlarını yazdığı ve yoksul çocuklara eğitim de veren bir yerdir. Tolstoy ve Sofya çifti çocuklarının eğitimi için Moskova’ya taşınırlar ancak Tolstoy aradığı huzuru bu kentte bulamaz. Günlüğüne şunları yazar: Moskova’daki hayata dayanamıyorum. İki aydır buradayım ve aynı sıkıntı yakamı bırakmıyor. Gençlik yıllarının Moskova’sından çok farklı, yoksul mahallerle çevrili, sanayileşme sürecinde giderek gelişirken kırsal kesimden yoğun biçimde göç alan, bir başka deyimle modernleşirken yoksullaşan bir kentti Moskova.

Yasnaya Polyana yazarın on üç çocuğu ve eşi ile yaşadığı, köylülerle bir arada olduğu, birlikte çalışıp ürettiği bir yerdir. Ancak eşiyle yaşadığı tartışmalar, sorgulamaları o çok sevdiği yerden kitaplarını da ardında bırakarak bir gün doktoru ve küçük kızıyla ayrılmasına neden olur. “Ölümden önce sığınacak bir yeri kalmamıştı artık. Uzak ve güneşli bir ülkeye, belki de İstanbul’a gitme hayali suya düşecek, yaşlı yazar Astapovo istasyonunda hayata veda edecekti.” Çünkü Tolstoy Yasnaya Polyana’daki hayatın tamamen zehirli olduğunu düşünür. Acısını “Nereye baksam utanç ve ıstırap görüyorum” diye anlatır. “Çevremde insanların hak etmediği yoksulluk ve yoksunluk varken benim anlamsız bir lüks içinde yaşamamın adaletsizliği. Kendimi gün geçtikçe hem daha kötü hissediyorum hem daha berbat. Gördüklerimi unutamıyor, görmezden gelemiyorum.”

SON OKUDUĞU KİTAP: KARAMAZOV KARDEŞLER

Gorki, Tolstoy için şunları yazar: Onun gücü, konuşurken ağzından çıkan sözcüklerde değildi aslında, o güne dek başka bir kimsede görmediğim gözlerinin parıltısındaydı. Lev Tolstoy’un gözlerinde binlerce göz vardı sanki.” Tolstoy artık ona acı verdiğini söylediği Yasnaya Polyana’yı terk etmeden önce Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşleri’ni okumaktadır. Nedim Gürsel’e müzeyi Tolstoy’un torunlarından Vladimir İliç gezdirir. Onun aktarımına göre Tolstoy kitabın 359.sayfasına kadar gelmiştir. Gece yarısına doğru uykudayken çalışma odasında ayak sesleri duyar. Karısı Sofya yine çekmecelerini karıştırmaktadır. Çalışma odasının ışığı söndükten sonra eşine bir mektup bırakır ve son yolculuğuna çıkmak üzere Yasnaya Polyanna’dan ayrılır. O mektupta şunlar yazılıdır: Gidişim sana acı verecek. Çok üzgünüm ama başka türlüsü elimden gelmiyor. Evdeki konumum dayanılmaz bir hal aldı. Bugüne dek yaşadığım lüks hayatı daha fazla sürdüremeyeceğim. Benim yaşımdaki ihtiyarlar ne yapıyorlarsa ben de onu yapmak, hayatımın son günlerini huzur ve yalnızlık içinde geçirmek üzere evi terk ediyorum.

‘Son Fasıl’ kitabı kentler ve o kentleri yapıtlarına taşıyan yazarlar, şairler ve ressamları anlatan bir rehber niteliğinde. Okuma yolculuğunda size eşlik eden, hayalinizde canlandıracağınız, o kentlere gidip, sokaklarını arşınlayacağınız, Van Gogh’un tablolarındaki renklere dokunup, Nazım Hikmet’in Prag’da soluduğu havayı içinize çekeceğiniz ya da Tolstoy’un köylülerle birlikte çalıştığı, ünlü romanlarını yazdığı evin odalarında gezineceğiniz, belki de karısı Sofya gibi çalışma masasının çekmecelerini karıştıracağınız, kütüphanesini inceleyeceğiniz veya Sartre’ın ‘Bulantı’  romanını yazdığı, Gürsel’in tanımlamasıyla Sartre için “kuytu bir liman” olan Le Havre kentini, Victor Hugo, Gustave Flaubert gibi yazarlarla gezeceğiniz bir evrenin kapılarını aralıyor.

ÇOK SATANLAR

1. Balıkçı ve Oğlu, Zülfü Livaneli

2. Kayıp Tanrılar Ülkesi, Ahmet Ümit

3. Seyir, Piraye

4. Kadınlar Sıcak Erkekler Soğuk Sever, Esra Ezmeci

5. Var mısın? Doğan Cüceloğlu

HAFTANIN KİTAPLARI

GÜNAYDIN DEME SANATI

Akgün Akova

Karakarga Yayınları

Diyanet İşleri Başkanı’nın ‘Günaydın’ demeyi cahiliye dönemi saymasına ilişkin sözlerinin ardından Şair Akgün Akova’nın ‘Günaydın Deme Sanatı’ kitabına haftanın kitaplarında ilk sırada yer veriyoruz. Çünkü günaydın yalnızca bir sözcük değildir. Akova’nın anlatımıyla sabahın ışığıyla yıkanmış bir dil pırıltısıdır. Sekiz harfli bir anahtardır, yalnızlığın çıkış kapısını aralar. “Gönül çelendir günaydın, buzkıran gemisidir. Ağzımızın içindeki deniz feneridir. Öylesine güzeldir, “Bu sabah ışığın elinden birlikte tutalım mı?” cümlesinin kısaltılmışıdır” diye anlatır sözcüğün önemini. 

SIFIR ATIK İÇİN 101 YOL

Kathryn Kellogg

Orenda Yayınları

‘Sıfır Atık İçin 101 Yol’ kitabı ekolojik ayak izimizi küçültmek için bir rehber kitap niteliğinde. Son iki yılda çıkardığı tüm çöpleri cam kavanoza sığdırmayı başaran, sıfır atık yaşam biçiminin öncülerinden Kathryn Kellogg başarısının sırrını okuyucuyla paylaşıyor. Plastik tüketimini sorgulatıyor, nasıl kompost yapılacağını öğretiyor.

BİSİKLETE ÖVGÜ

Paul Fournel

Zebraska Yayınları

Araba kullanımını azaltmak ve bisikletle özgürlüğün tadını çıkarmak isteyenler için Zebraska Yayınları’ndan çıkan ‘Bisiklete Övgü’ kitabını öneriyoruz. Paul Fournel’in kaleme aldığı kitapta yazar pedalları sihirli sözcükler eşliğinde çeviriyor.

ANNEM BENİ GÖRSÜN

Filiz Aygündüz

Doğan Kitap

Gazeteci, yazar Filiz Aygündüz üçüncü romanıyla okuyucuyla buluşuyor. Kitapta anne çocuk ilişkisi, ölüm, arkadaşlık, sevgililik, yalnızlık gibi hayata dair pek çok kavram sorgulanıyor.

MİNİK KİTAP KURTLARI NE OKUSUN?

SUDA KAYBOLMAK

Vladimir Tumanov

Günışığı Kitaplığı

‘Kraliçeyi Kurtarmak’, ‘Haritada Kaybolmak’, ‘Asılı Dağ’ın Kahini’ kitaplarıyla tanınan Vladimir Tumanov yeni kitabıyla iklim krizine dikkat çekiyor. Alt Kardeşler bu kez büyük bir sel felaketinde sürükleniyor, bilmeceler ve ipuçlarıyla dolu bir yolculuğa çıkıyor.

HAYALİMİZ MAVİ YOLCULUK

Karen Fung

Kumdan Kale Yayınları

Kolonisinden kaçan bir karınca ve ölümden dönmüş bir salyangoz İstanbul’da denize nazır bir ev bulmuş, rahat günler geçirmeyi planlar. Ancak bir gün bir martı çıkagelir ve tüm planları suya düşer. Karınca, salyangoz ve martı iyi bir üçlü olurlar ve bir yolculuğa çıkarlar.

YANARDAĞIN YANKISI

Gülten Dayıoğlu

Yapı Kredi Yayınları

Çocuk ve gençlik edebiyatının önemli yazarlarından Gülten Dayıoğlu yeni kitabı ‘Yanardağın Yankısı’nda’ okuyucuyu geleceğimiz üzerine düşünmeye davet ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi