Memetcan Demiray

Memetcan Demiray

Virüs siyaset, varyant rehavet!..

Şili, Avusturya, ABD ya da İspanya fark etmiyor. Devletlerin tutarsız kararları dünyanın her yerinde kitleleri çileden çıkarırken Covid-19 salgınında yeni tartışmalar alevleniyor. Acaba  mesele alınan önlemlerin yetersizliği değil de insanın "özgür" olmak isteyen doğası mı? Yoksa siyasiler elinden geleni yaptığı halde "3. dalga"ya yol açan "Korona yorgunu" vatandaşlar mı?

Avusturya'nın en batısındaki Vorarlberg'de ılık bir bahar günü... Başarılı geçen karantinanın ardından nihayet Devlet Tiyatrosu açılmış, gençlerin toplu halde spor yapmalarına bile artık izin veriliyor. İşin en güzel tarafı, açılan kafe ve restoranlarla sokaklar şenleniyor! "Model bölge" ilan edilerek kısmen özgürleştirilen Vorarlberg, adeta Covid-19 öncesi "normal"in keyfini sürüyor!
Fakat o da ne? Her şey güllük gülistanlık derken vaka sayıları birden artmaya başlıyor! Virolog Monika Redlberger-Fritz, bu artışı psikolojik bir etmene; yani "açılma"yla birlikte insanların rehavete kapılmasına bağlıyor. Dahası, simülasyon uzmanı Nikolas Popper, "güvenli" görünen Vorarlberg'in cazibe merkezine dönüştüğünü vurguluyor. Özgürce restoranda oturabilmek için kilometrelerce yolu göze alıp Tirol'den gelenlerin, virüsü bölgeye yeniden taşıdıklarını söylüyor. Bir şnitzel ve taze bira uğruna heyhat, ne Korona'lar patlıyor!

ALIŞVERİŞ İÇİN TEST KUYRUĞU!..

Çok benzer bir tecrübe, geçen hafta Almanya'nın üniversite kenti Tübingen'de de yaşanacaktı. Artık marketlerde bile satılan "hızlı testler" sayesinde Tübingen, sosyal hayatı açmayı deniyor ve bunu büyük ölçüde başarıyordu. Fakat yine bir sorun vardı. Kentte rahatça gezmek ve alışveriş yapmak için "dışarıdan gelenler", test merkezleri önünde kuyruklar oluşturuyor, ardından vaka sayıları artışa geçiyordu. Tübingen yönetimi için şimdi tek çare, Paskalya tatili öncesi test randevularını durdurmaktı!
Avrupa bir yana, Latin Amerika'nın "aşı şampiyonu" Şili'de de "tuhaf" bir durum yaşanıyordu. "Sürü bağışıklığı"na giderek yaklaşması beklenen ülkede tam tersine salgın hız kazanmıştı! Doktorlar bunu "vakitsiz gevşeme"ye bağlıyorlardı. Hükûmet kontrolsüz şekilde iş yaşamını ve ülke sınırları açınca halkta da "pandemi bitti" algısı oluşmuştu. Sonuç: Yoğunluktan dolayı intiharın eşiğine gelen doktorlar ve bir ayda ikiye katlanan vaka sayısıydı.   

HANDKE VE 'COVID İTAATSİZLİĞİ'

İşin ilginci, on dördüncü ayını idrak ettiğimiz Korona pandemisinde artık "sorumlu"nun kim olduğu da muğlaklaşmıştı. Tutarsız kararlardan ve her gün değişen önlemlerden bıkan "Korona yorgunu" insanlar, elbette suçu devlete atıyorlardı. Üçüncü kez ulusal çapta "kapanan" Fransa'da halk olup bitenden bunalmıştı. Paris'te yaşayan Nobel ödüllü yazar Peter Handke örneğin, aşılandığı halde hâlâ evde kapalıydı. İnternet bile kullanmayan 78 yaşındaki Handke, can sıkıntısına karşı çareyi yayınevinden aldığı "görevli" kağıdında bulacaktı. Bu belge sayesinde geceleri dışarı çıktığını itiraf eden Handke'nin şimdi bir şişe şarapla ormana gidip yıldızlara bakma "hakkı" vardı! 
Dış turizmi açan İspanya, diğer yandan kendi halkına yeni "kısıtlamalar" dayatıyordu. Ve baharın gelmesiyle parklara, nehir kenarlarına akın eden Alman gençler, maske ve mesafe kurallarına uymayınca polisi karşılarında bulacaklardı. Yoksa Avrupa'yı 7'den 77'ye "Covid itaatsizliği" mi sarmaktaydı?

KONGRE GİBİ BEYZBOL MAÇI!..

İşin devlet cephesinde de durum karışıktı. Merkezî yönetimler Covid patlamasında suçu derhal eyaletlere atıyordu. Korona tedbirlerini büyük ölçüde kaldıran Teksas'ta Rangers'ın beyzbol maçları seyircili oynanmaya başlıyor, ABD Başkanı Joe Biden "Bu bir hata!" demekten öteye gidemiyordu. Eyaletlere göreyse tek tek bireyler "sorumluluk sahibi" olmalıydı. Başarılı bir "açılma süreci" yaşayan Augustusburg'un belediye başkanı Dirk Neubauer, "Biz insanları 'yetişkin' kabul ediyoruz" açıklamasıyla durumu özetliyordu.
Ve nihayet AKP kongreleri sonrası ülkemizde de bu konu tartışılacaktı. Tamam, salgın zamanı böyle seyircili etkinlikler düzenlenmesi hataydı. Ama oraya otobüslerde göbek atarak gidenler, salonları "bile isteye" doldurmamışlar mıydı? Bu durumda alınan risk, kişilerin kendi tasarrufuydu.
Mamafih Korona zamanlarında "sorumluluk" samur kürk olmuştu ama kimse onu giymiyordu.

'HAYATINI RİSKE ETMEK' BİR HAK MI?

Şu durumda kendince her çözümü "deneyen" devletler mi haklı, bir an önce "özgürlüğünü" talep eden kitleler mi?.. Bireyin temel hakları mı öncelikli, "toplumun genel çıkarı" mı? İşte Covid-19 pandemisinde "üçüncü dalga", böylesi kadim soruları yeniden gündemimize getiriyor.
Nathalie Weidenfeld ve filozof eşi Julian Nida-Rümelin'in yeni kitabı "Riskin Realitesi" de tam bu konuyu sorguluyor. İnsan, toplum uğruna feda edilebilir mi? "Kaza yapmış yaralı motosikletçi" örneğini veren iki yazar, "Bu tek bireyi ölüme terk edersek organlarıyla daha çok kişiye hayat verebiliriz. Ama bu temel hukuka uymaz" diyorlar ve insanların hayatlarını riske edebilme hakkını savunuyorlar. Almanya'nın eski Federal Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcısı Ferdinand Kirchhof da trafikten örnek vererek her yıl onlarca ölümcül kazanın yaşandığını hatırlatıyor, "Çare otomobilleri ve yayaları yasaklamak değil!" diyor.  


Nitekim günlük vaka sayısı 40 bini aşan Türkiye'de de restoranlar bir açılıp bir kapanıyor ama evlerdeki kısır günleri, taziye ve akraba ziyaretlerinin önüne hiçbir güç geçemiyor.
"Devlet" dediğimiz de sihirli bir mekanizma değil sonuçta. Soluk alıp veren, tuvalete giden ve tek derdi hayattaki çıkarını "maksimize etmek" olan tekillerden oluşuyor. "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!" çağı çoktan romanlarda kaldı madem; "insanlık" gemisi şimdi "4. dalga"ya doğru kararlılıkla ilerliyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Memetcan Demiray Arşivi