Emre Tansu Keten

Emre Tansu Keten

Yalan haberle mücadele yalanı

AKP bir Sosyal Medya Başkanlığı kurmak istiyor. RTÜK ya da BTK altında çalışacak bu kurum, sosyal medyadaki yalan haber ve dezenformasyonun takibinden ve sosyal medya platformlarıyla ilişkiden sorumlu olacak. “Uygunsuz” içeriklerin platformlar tarafından kaldırılması, ardından bunları dolaşıma sokan ve  yaygınlaştıran kullanıcılar hakkında 5 yıla kadar hapis cezasını öngören adli soruşturma yürütülmesi gündemde.

Evet, yalan haber bazı durumlarda oldukça tehlikelidir. Örneğin, Gezi Direnişi esnasında Kabataş’ta başörtülü bir kadının saldırıya uğraması ya da Dolmabahçe’deki camide içki içildiği gibi düpedüz yalan haberler, ciddi bir toplumsal çatışmayı tetikleyebilirdi. Neyse ki tetiklemedi. Ancak toplumsal kutuplaşma üzerinden üretilen bu yalan haber furyası bugüne kadar devam etti ve ediyor.

Sosyal medya yine AKP’nin hedefinde. Geçtiğimiz yıl, partinin ve iktidar medyasının, bu mecralar etrafında bir ahlaki panik yaratılması için seferber edilmesinin ardından, sosyal medya platformlarının Türkiye’de temsilcilik açmasını ve belirli içerikleri silmesini şart koşan bir yasa yürürlüğe girmişti. Çıkarılan yasa yeterli görülmemiş ya da bir seferde güçlü bir sansür yasası çıkartmak tercih edilmemiş olacak ki, bir yıl sonra aynı tartışmalar yeniden alevlendirildi.

Ahlaki panik kampanyası

Örneğin Erdoğan bir ay önce şu sözlerle sosyal medyayı hedef aldı: “Sosyal medyaya hiç olumlu bakmıyorum, Meclis’in açılmasıyla birlikte bir çalışmanın yapılması gereğine inanıyorum. Çünkü bunlar salim akılların veya aklı selimlerin hedefini adeta saptırıyor.” Bu sözlerle Erdoğan’dan emir alan parti kurmayları ve medya komiserleri yeniden bir ahlaki panik kampanyası başlatırken, bu kampanyaya Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da katıldı: "Sanal ve dijital dünyadan taşarak gerçek hayatı etkisi altına alan bu durum, dinin fert ve toplum düzleminde hedeflediği ahlaki ilke, değer ve erdemlerden uzaklaşmaya sebebiyet verebilmektedir. Bu itibarla, sosyal medyanın kullanımıyla alakalı hukuki çerçeveyi belirleyecek yasal bir mekanizmanın ihdası ve güçlü bir bilincin inşası, ötelenemez bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır”.

Bu seneki kampanyanın ana temasını yalan haber ve dezenformasyon oluşturuyor. “Yalan terörü” gibi fantastik kavramlarla, yalan haberin çok ciddi bir tehdit oluşturduğu, eğer kökü kazınmazsa bunun çok ciddi sonuçları olacağı söyleniyor. Burada örgütlü yalan habere de bir vurgu var. Buradaki örgütlülük, yalanın bir hesaptan değil de, örgütlü bir şekilde, belli bir amaç doğrultusunda yaygınlaştırılmasını ifade ediyor.

Sansür başkanlığı

AKP, bütün bunları “önlemek” adına, Erdoğan’ın da emrettiği gibi, bir yasa çıkartma hazırlığında ve duyumlara göre 1 Ekim’de açılacak olan TBMM’nin ilk gündem maddelerinden birisi bu olacak. Yine duyumlara göre, AKP bir Sosyal Medya Başkanlığı kurmak istiyor. RTÜK ya da BTK altında çalışacak bu kurum, sosyal medyadaki yalan haber ve dezenformasyonun takibinden ve sosyal medya platformlarıyla ilişkiden sorumlu olacak. “Uygunsuz” içeriklerin platformlar tarafından kaldırılması, ardından bunları dolaşıma sokan ve  yaygınlaştıran kullanıcılar hakkında 5 yıla kadar hapis cezasını öngören adli soruşturma yürütülmesi gündemde.

Geçtiğimiz sene platformlara bir temsilci atamayı zorunlu kılan iktidarın yetkilileri, sadece temsilci atamanın yeterli bir önlem olmadığından yakınıyorlar. İstedikleri, hoşlarına gitmeyen içeriklerin en kısa sürede kaldırılması ve bu içerikleri üreten ya da paylaşanların kimlik bilgilerinin kendilerine tam olarak verilmesi. Bu amaçla bu seneki yasayla birlikte platformlara da daha ağır yaptırımlar uygulanması gündemde. Geçen sene Mahir Ünal’ın herkesin kendi ismi ve soyismiyle sosyal medyada olması gerektiğine yaptığı vurguyu da hatırlarsak, iktidarın bu mecralardaki insanları etkin olarak cezalandırmak için ne kadar istekli olduğunu anlayabiliriz. Bu yasanın da tam olarak amacı bu aslında.

AKP, bütün bu uygulamaları Almanya ve Fransa gibi ülkelerdeki düzenlemeleri örnek göstererek meşrulaştırmaya çalışıyor. Oysa arada çok büyük bir fark var. Evet, bu ülkeler de yalan haber ve dezenformasyonla yasal olarak mücadele etmeye çalışıyor, ancak burada bir haberin yalan olup olmadığı konusunda kendisini veya oluşturduğu bir kurumu hakikat konusunda hakem ilan etmiyor. Platformları, kullanıcı denetimini güçlendirmeleri için teşvik ediyor. Çocuk pornosu, Nazi ve terör propagandası gibi içerikler ise tartışmaya açılamayacak kadar bir açıklık taşıyor. Burada ise kimin terörist olduğu iktidarın o dönemki çıkarlarına göre belirleniyor.

AKP’nin hakikati

Yaman Akdeniz ve Ozan Güven’in hazırladığı EngelliWeb 2020 raporuna göre 2020 yılı içinde toplam 75 bin 292 sosyal medya hesabı incelenmiş ve 32 bin 390 hesap hakkında da yasal işlem yapılmış. Bu yasal işlemlere istinaden 2 bin 397 kişi gözaltına alınmış, 77 kişi ise tutuklanmış. Bu tabloya bakıldığında, AKP’nin sosyal medya karşısında elinin hiç de boş olmadığı anlaşılıyor. Ancak bu güç onları tatmin etmiyor. Nasıl medyanın yüzde 90’ından fazlasını ele geçirdilerse, nasıl ele geçiremedikleri medyayı RTÜK ve Basın İlan Kurumu eliyle susturmaya çalışıyorlarsa, sosyal medya üzerinde de benzer şekilde tam bir hâkimiyet tesis etme derdindeler.

RTÜK’ün, FOX TV muhabirinin orman yangınlarını haberleştirirken “kabus gibi” ifadesini kullanmasını gerekçe göstererek kestiği ceza, AKP’nin sosyal medyadaki “yalan haber”le nasıl mücadele edeceğini de çok iyi gösteriyor aslında. Birçok isim bu yasa tartışmalarına karşılık “bir haberin ya da paylaşımın yalan olduğunu kim belirleyecek” gibi oldukça mantıklı bir soru soruyor. Aslında bu, tüm dünyada gazetecilerin ve iletişim akademisyenlerinin üzerine kafa yorduğu, doğruluk kontrolü (fact-checking) gibi yöntemlerin geliştirildiği bir mesele. Ancak AKP için bunun cevabı oldukça basit: bir haberin yalan olup olmadığını kendi siyasi ve ekonomik çıkarları belirleyecek. Koronavirüsten, yangın ve sel felaketlerine kadar birçok gündemde resmi kurumların sözünün hakikat olarak belirlendiği, bunun aksi açıklamaların ise kriminalize edildiği bir ortam yaratmak için canla başla çalıştılar ve bunu bu yasayla birlikte daha da güçlendireceklerini düşünüyorlar. Bu nedenle olası bir Sosyal Medya Başkanlığı’nın, dört dörtlük bir Sansür Başkanlığı olarak çalışacağından emin olabiliriz.

Evet, yalan haber bazı durumlarda oldukça tehlikelidir. Örneğin, Gezi Direnişi esnasında Kabataş’ta başörtülü bir kadının saldırıya uğraması ya da Dolmabahçe’deki camide içki içildiği gibi düpedüz yalan haberler, ciddi bir toplumsal çatışmayı tetikleyebilirdi. Neyse ki tetiklemedi. Ancak toplumsal kutuplaşma üzerinden üretilen bu yalan haber furyası bugüne kadar devam etti ve ediyor. Durum buyken, yalan haber ve dezenformasyon denilince ilk akla gelen, hatta bunu troll ordusuyla birlikte “örgütlü” şekilde icra eden bir kesimin, sosyal medyadaki yalanlarla mücadele edeceğini öne sürmesi tamamen komik gelebilir, ama gelmemeli. Muhaliflerin etkin olarak var olduğu bir alanı tamamen susturma girişimini, “Silivri şimdi soğuktur” sinizmiyle karşılamamalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Tansu Keten Arşivi