YALNIZ İYİ İNSANLAR YALNIZ

İyi insanlar, namuslu insanlar, saygılı insanlar, trafikte kurallara uyanlar, rüşvet almayanlar/vermeyenler, liyakatli memurlar, komşusu açken tok uyuyamayanlar, önüne tercihler geldiğinde kendi zararına olsa dahi halkın yararı için kendi zararına olan seçeneği tercih etmekten çekinmeyenler, dayısı bulunmayanlar, bir tarikata mensup olmayanlar, birilerinin çantacısı olmayı reddedenler, bir çetede yer almayanlar, herhangi bir çıkar grubuna entegre olmayı reddedenler ve sadece gazeteciler; önünde ardında bir sıfat barındırmadan bu mesleği yapan ‘gazeteciler’ yalnız…

“Kendinizi yalnız hissediyor musunuz?...”

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 25 Mayıs’ta Habertürk TV’de Kübra Par moderatörlüğünde ‘Açık ve Net’ programına katıldı. Programla ilgili tartışmalar epeyce sürdü. Sorulan sorular, yanıtsız kalan konular ve siyasetin içinde bulunduğu durumla birlikte gazetecilik konusu da bu program üzerinden epey tartışmalara neden oldu. ‘Gazeteci’ Veyis Ateş, bütün cesaretini toplayarak Süleyman Soylu’ya tüm Türkiye’nin merakla beklediği! o zor soruyu işte bu yayında yöneltti: “Kendinizi yalnız hissediyor musunuz?!”

Ateş’le ilgili mafya ulaklığı, arabuluculuk ve çanak soru konuları gibi iddialar, ülkede her kurum gibi medya sektöründeki parçalanma ve çürümüşlüğü bir kez daha gözler önüne serdi.

‘Yandaş gazetecilik’, ‘muhalif gazetecilik’ derken simdi de ‘mafya gazeteciği’ gerçeği ortaya saçıldı. Tabi bir de ‘operasyon gazeteciliği’ var ki o da bambaşka bir mesele. 

Oysa Türkiye’de en çok ihtiyaç duyulan şeylerden birisi gazetecilik. Sadece ‘gazetecilik’. Önüne, arkasına herhangi bir sıfat eklenmeden yapılan onurlu meslekten söz ediyorum. Bu mesleği tüm zor şartlara, yaşadığımız baskı dönemine rağmen onuru ile dimdik yapanlar bu yazının konusu değil.

Gelelim bizim büyük ve çaresiz yalnızlığımıza…

İYİ OLMAYI TERCİH EDENLER YALNIZ

Evet, Soylu yalnız hissediyor mu bilinmez ama iyi insanlar, namuslu insanlar, saygılı insanlar, trafikte düzgün araba sürenler, rüşvet almayanlar/vermeyenler, inşaatta kaliteli malzeme kullananlar, liyakatli memurlar, komşusu açken tok uyuyamayanlar, önüne tercihler geldiğinde kendi zararına olsa dahi halkın yararı için kendi zararına olan seçeneği tercih etmekten çekinmeyenler, dayısı bulunmayanlar, bir tarikata mensup olmayanlar, birilerinin çantacısı olmayı reddedenler, bir çetede yer almayanlar, herhangi bir çıkar grubuna entegre olmayı reddedenler ve sadece gazeteciler; önünde ardında bir sıfat barındırmadan bu mesleği yapan ‘gazeteciler’ ise yalnız. Asıl yalnız olanlar bu insanlar…

Çünkü hukukun üstünlüğü zemininde yaşanan bir ortak yurttaşlık temelinde herhangi bir yapı kalmadı. “Ya bizdensin ya onlardan!”

Birileri tarikatların, birileri mezheplerin, birileri cemaatlerin, birileri partilerin, birileri derneklerin, birileri vakıfların,  birileri sermayenin adamı. Birileri de birilerinin çocukluk arkadaşı!

İyi insanlar –ki onlar bu ülkede çoğunluk- kendi ülkelerinde ıssız bir adaya düşmüş gibiler. Bu yüzden de ülkede yer alan kurumların çoğuna; yine grupların, yapıların, odakların, gazetelerin ve televizyonların büyük bir bölümüne güven(e)miyorlar. Birçok ‘mühim’ kişinin söylediklerine aldırış etmiyorlar. Sadece izliyor ve dinliyorlar.

Bu insanlar karşısında en büyük sansasyonel olaylar, hukuksuzluklar dahi bir etki yaratmıyor. Çünkü filler ve çimenler kavgası içerisinde yaşanacak patırtı sonunda kazananın kim olduğundan bağımsız olacak şekilde yalnız bırakılacaklarına inanıyorlar. Çünkü fillerin tepişmesi sonrası kazananın kim olduğundan bağımsız olarak yalnız bırakılacaklarına, altta ezilen sıradan çimlerden olacaklarına inanıyorlar.

TEMİZ ÖMÜRLER İSTEYEN MİLYONLAR

Vasat egemenliği ve seviciliği karşısında işte tam da bu vasata dahil olmak istemiyorlar. Kendilerini bozmadan yaşamak gayesi içindeler. Çürümeden, kayrılmadan, kayırmadan, ötekileştirmeden, düşmanlaştırmadan, çevreyi kirletmeden, üzmeden, kırmadan, kırılmadan, ağlatmadan, ağlamadan, hak ve hukuk çerçevesinde adil bir düzende yaşamak ve önemlisi kirlenmeden ömürlerini tamamlamak istiyor bu milyonlarca yalnızlık…

Çürümüş çarkların arasında paslanmadan nefes almak, bu iyi ama yalnız insanların neredeyse lüksü haline geldi. Bütün maddi ve manevi değerleri kendi konumlarını güçlendirmek, korumak ya da daha ballı bir konum elde etmek için kullananlardan bıktı bu insanlar.

Görevini yaptı diye birilerini alkışlamak istemiyor, kendilerine nadir de olsa verilen hizmet nedeniyle lütuf altına alınmaktan gocunuyor ve yok sayılmaktan bıktı bu iyi insanlar.

Nezaketlerinin zayıflık olarak algılanmasından, görevlerini yaparken avanta almadıkları için en yakınları tarafından bile ‘enayi’ olarak adlandırılmaktan yıldı bu insanlar.

Sadaka vermekle, dayanışma arasındaki kıldan ince kılıçtan keskin ayrımda hep dayanan/dayanışmadan yana tarafta yer aldıkları için daha da yalnızlaştı bu insanlar.

Kendi evlatlarını iyi birer yurttaş ve insan olarak yetiştirmek için bütün birikimlerini, zamanını verirken; başkalarının hamuduyla götürüp pudra şekeri partileri yapmalarından ve lafla peynir gemisi yürütenlerinden bezdi bu insanlar.

Yazılı sınavda birinci olup bir dayısı olmadığı için mülakatta elenmekten çaresiz kaldı bu insanlar.

Kendisi, birisi takılıp düşmesin diye sokakta taşı bile kenara iterken; sırf dürüst ve iyi olduğu için iteklenmekten azaldı bu insanlar.

Haklı olduğu halde, nobranın tekinin sesi çok çıkıyor diye kendisini haksızlıkla suçlamasından sıkıldı bu insanlar.

Birçok yeteneği olmasına rağmen bu ülkede hayal kurmasına izin verilmemesinden, ama yeteneksizlerin durmadan piyasaya sürülmesinden alındı bu insanlar.

Üniversitede yıllarca kütüphanede ve amfide dirsek çürütüp akademisyen olmak isterken bir rektörün kızını/oğlunu onun yerine işe almasından sabahlara kadar ağladı bu insanlar.

Kendisi sıraya girerken, birilerinin kendilerini uyanık görüp onların önüne geçmesinden bozuldu bu insanlar.

ÇÜRÜMEDEN BIKAN İNSANLIK

Her şeyin doğrusunun konuşulurken, iş eyleme geldiğinde bunların hepsinin yanlışının yapılmasından yanıldı bu insanlar.

Asgari ücret karşılığında ağır işte çalışıp eve dönerken yorgunluktan otobüs camında uyuklarken, camdan dolar geçiş garantili köprü ihalesi alan bir kodamanın çocuğunun yanlarından milyonluk spor arabayla hızla geçmesinden geride kaldı bu insanlar.

Geceleri kaldırımda yürürken, önünde yürüyen kadın tedirgin olmasın diye karşı kaldırıma geçecek kadar ince düşünürken her gün bir kadının öldürülmesini ya da dövülmesini izlemekten bezdi bu insanlar.

Caddede yürürken çöpünü yere atmamak için bazen kilometrelerce o çöpü cebinde ya da elinde gezdirirken; birilerinin denizleri, gölleri, nehirleri üç kuruş için kirletmesinden sinirlendi bu insanlar.

Ezilen birine sahip çıktıklarında etiketlenmekten/fişlenmekten; yurduna, havasına, suyuna sahip çıktığında sermaye düşmanı ilan edilmekten; bağımsızlık istediği için kafatasçı suçlamasıyla karşı karşıya gelmekten bezdi bu insanlar.

İyi insanların cezalandırılmalarından, kötülerin ise ne yaparlarsa yapsınlar hesap vermemelerinden ve her halükarda ödüllendirilmelerinden dolayı; yalnızlığı tercih etti bu insanlar. Bütün acılar karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranan insanlıktan çıkmışların içinden, kendi istekleriyle ayrıldı bu insanlar.

Kendisini haksız yere işten atan patronunun sosyal medya hesabından Cuma günleri hadis paylaşarak alın terinden bahsetmesinden ter içinde kaldı bu insanlar.

Birisiyle tanıştıklarında karşı taraftaki kişinin, kendisine nereli olduğunu ve mezhebini sormasından suskunlaştı bu insanlar.

Kendisine ofiste mobbing yaparken utanmayanların canları azıcık yandığında ortalığı ayağa kaldırmasından utandı bu insanlar.

Meydanda ‘vatan-millet’ edebiyatı yapanların iş vatanı milleti korumaya gelince arazi olmasından sessizleşti bu inanlar.

Kendisi gözleri kısılana, göz kuruluğu yaşayana kadar kitaplar okurken hayatında tek kitap okumamışların kendi hayatları hakkında karar vermesinden rahatsız bu insanlar.

Çoğunluğun eşitlik kisvesi altında ayrıcalık talep etmesinden ayrı kaldı bu insanlar.

“En büyük hayalim evde yemek olması” diyen çocuğun sokakta gitar çalarken; birilerinin çocuklarının bol bol çalmasından dişlerini ve yumruklarını sıktı bu insanlar.

Her ölümün, her adaletsizliğin, her katliamın, her soygunun defalarca tekrar etmesine rağmen durmadan unutulmasından; unuttu ve unutuldu bu insanlar.

Piyasada ağız dolusu namus, eşitlik, onur, haysiyet edebiyatı yapanların iş kendi çıkarlarına geldiğinde bu değerleri ayaklar altına almasından trajik ve acı kahkahalara boğuldu bu insanlar.

Bakmaya bile kıyamadıkları evlatlarının ikbal ve iktidar uğruna ölüme gönderilmesinden, öldü bu insanlar…

İşin Öz’eti; iyi insanların cezalandırılmalarından, kötülerin ise ne yaparlarsa yapsınlar hesap vermemelerinden ve her halükarda ödüllendirilmelerinden dolayı; yalnızlığı tercih etti bu insanlar. Bütün acılar karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranan insanlıktan çıkmışların içinden, kendi istekleriyle ayrıldı bu insanlar…

Peki ya siz…?

‘Açık ve Net’ bir soru sorayım;

“Kendinizi yalnız hissediyor musunuz?...”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi