Yalnız ülkem…

Yalnız ülkem…
Bu ülkenin Dışişleri Bakanlığı bürokratları ya da bir başka deyişle diplomatları, her zaman dünya üzerinde hep ‘takdir’ edilmiş ve diğer ülke diplomatları tarafından ‘saygın konuma’ konulmuştur. İngiltere diplomasisi...

Bu ülkenin Dışişleri Bakanlığı bürokratları ya da bir başka deyişle diplomatları, her zaman dünya üzerinde hep ‘takdir’ edilmiş ve diğer ülke diplomatları tarafından ‘saygın konuma’ konulmuştur. İngiltere diplomasisi dünya üzerinde önemli bir yere sahiptir. Ama aynı şekilde Türk diplomasisi de, hem Osmanlı döneminde, hem de Cumhuriyet döneminde ‘saygın’ görülmüştür.
Yıllarca dış politika muhabirliği yaptığım için bunun en yakın şahitlerinden biri oldum ve de ülkemin diplomatlarıyla hep gurur duydum.
Ama Türkiye’nin bu gurur verici tablosu, son 6-7 yıldan beri ciddi şekilde erozyona uğradı. Dünya üzerinde Türkiye’nin ‘yalnızlığını’ yazmayan, dile getirmeyen kalmadı. Giderek dünya gerçeklerinden uzaklaşan, ‘ihvancı’ politikalarla kendini marjinal, küçük grupların yanında bulan, hatta çetelerle işbirliği yapan bir ülke konumuna getirdi ülkeyi yönetenler. Partilileri ‘diplomat’ yaptı, geleneksel Türk diplomasisine bağlı, yetenekli, donanımlı diplomatları da bakanlıktan teker teker uzaklaştırdı. Ya onları emekli etti, ya da işlevsiz görevler vererek ‘küskün’ hale getirdi.
Diplomasiye hiç uymayan, uluslararası ilişkilere ‘zarar’ getiren ‘hamaset’ ile diplomasi yürütüldü. ‘Bağır, çağıra diplomasi’ benimsendi. Ve Türkiye’nin etrafında neredeyse hiçbir ülke kalmadı. Darbe yaptı diye Mısır’la her türlü diplomatik ilişkisini askıya alan, büyükelçisini geri çeken AKP yönetimi, kısa süre önce darbe yapan Mali’ye bir heyet göndererek, darbecilerin yanında durdu. Doğu Akdeniz’de çok önemli konuma sahip olan Mısır ve İsrail’de bugün Türkiye’nin Büyükelçisi yok.
Ve giderek, Türkiye’nin hem Ortadoğu’da hem de Batı’da, dolayısıyla dünyada en büyük gücü olan ‘Laik, sosyal bir hukuk devleti’ olma özelliğini giderek yitirdi. Cumhuriyet’in kazanımlarından uzaklaştı. Lozan anlaşmasına karşı çıkanlar ve her fırsatta eleştirenler, bugün Yunanistan’ın adaları silahlandırmasını ‘Lozan’ı ihlal ediyor’ diyerek uluslararası kamuoyuna şikayet konusu yaparsa, bu söylemi hiç kimse ciddiye almaz. Cumhuriyet kurulduktan sonra, 10 yıl gibi kısa bir süre içerisinde Türkiye’nin dünya üzerinde kendine ‘saygın’ bir yer etmesini göremeyenler, yurdun her yanını farklı ülkelere teslim etmiş bir Osmanlıya ‘özlem’ duyar hale geldiler. Türkiye Cumhuriyeti’ne de ‘çömez devlet’ yakıştırması yaptılar. Halbuki Lozan ile tapuyu alan, Montreux anlaşmasıyla denizlerinin güvencesini sağlayan, Hatay’ı sınırlarına katan, İkinci Dünya Savaşı’na girmeyerek ülke geleceğini sağlama alan, BM’ye üye ve hatta 1949’da kurulmuş olan Avrupa Konseyi’ne ‘kurucu ülke’ olan Türkiye Cumhuriyeti’nden söz ediyoruz. 10 yıl gibi kısa bir süre içinde ‘batılı ve saygın’ bir ülkeden bahsediyoruz. Ve bunun Mustafa Kemal Atatürk sayesinde Türkiye Cumhuriyeti’ne dünya üzerinde ne büyük bir güç getirdiğini söylüyoruz. Bugün ise ‘Yalnız kalmış bir ülkem’ görüyoruz.