Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

YAPARIZ, İSTERSEK

Kakutani, Hakikatin Ölümü kitabının giriş bölümünde diyor ki; “İnsanlık tarihinin en korkunç rejimlerinden ikisi 20. yüzyılda iktidara geldi. Her iki rejim de hakikatin çarpıtılması ve yok edilmesi ilkesine dayalıydı. Koşulsuz gücün peşindeki liderler alaycılığın, bıkkınlığın ve korkunun, insanları yalana ve sahte sözlere daha kolay inanmaya ittiğini biliyorlardı. Hannah Arendt, 1951 yılında yayımlanan Totalitarizmin Kaynakları kitabında durumu şöyle anlatmıştı: Totaliter rejim için ideal kişi, davaya kendini kalpten adamış bir nazi veya komünist değildir. Gerçekle hayal ürünü arasındaki ayrımı (yani deneyimin gerçekliğini) ve doğruyla yanlış arasındaki farkı (yani düşüncenin türünü) artık önemsemeyen kişidir.”
Arendt’in bu sözleri, bugün soluduğumuz politik ve kültürel havanın endişe veren tanımı haline geliyor. Oysa o, başka bir yüzyıldan kalma durumun saptamasını yapmıştı. Bizler şimdi, sahte haber ve yalanların maaşlı trol departmanları tarafından (ki bir ihtimal maaşları bizim ödediğimiz vergiden alınıyor) içinde hepimizin olduğu devasa alana sonsuz bir akışla yayılması karşısında düşünüyoruz. İktidarı, muhalefeti, şusu, busu herkesin ağzını besleyen bir Twitter var. Milliyetçilik, mezhepçilik, yerinden edilme, sosyal değişim korkusu ve yabancı olandan nefret etme hali, paylaşımda olması gereken gerçeklik duygusunu ve tüm sosyolojik hatlar arasında iletişim kurma becerilerimizi kaybetmemize neden oluyor. Hepimizi demagojiye ve siyasi manipülasyona duyarlı hale getiren bu durumdan hem bizde hem başka ülkelerde bulunan otokratlar kocaman bir fayda sağlıyorlar. Biz avlanacak olanız, onlar avcı. Üstelik bu hale geldikten sonra bizleri avlamak artık çok kolay…
Gerçeklere aldırış etmemenin (örneğin Türk Lirası hızla değer kaybederken, elindeki Amerikan Dolarlarına bakıp popoyu kurtardığını sanmak, derinleşen fakirliğin ana nedeni üzerinde düşünmemek) bedeli hepimize ağır olacak. Akıl duygu ile yer değiştirdiğinden dolayısıyla dil de aşındığından gerçeğin değeri azalmıştır. Bunun hem Türkiye için hem de dünya için ne anlama geldiği üzerinde düşünmeye davet ediyorum, bizi.
Bu hale nasıl geldik? Hakikat ve akıl tehdit altındayken kamusal söylem, siyaset neye işaret ediyor? Her kanatta var olan “yerleşik bilgi” agresif ve tahammülsüz bir “herhangi bir konudaki her fikir bir diğeri kadar iyidir” kakofonisine nasıl dönüştü? Eşitlenemeyen şeyleri eşitlemek isteyenler tarafından nasıl istismar edildik? Evrim teorisini reddedenler “akıllı tasarımı” önümüze neden koydu?
Derin sorular… Ama cevabı var. Bizi havaya sokacak iki kitabı yine ve yeniden okumanın tam zamanı: George Orwell’den Hayvan Çiftliği ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Sonra da Cesi Mizrahi çevirisiyle Michiko Kakutani’nin, Hakikatin Ölümü isimli araştırmasını okuyabiliriz. Okuruz, istersek. İstersek, okumada birleşiriz.
Televizyon kanallarında görünen bir avuç kibirli sözde profesyonelin (politikacısından gazetecisine, danışmanından danışman olmak isteyenine, rektöründen araştırmacısına, savcısından avukatına) gerçeği çürütme çabaları ve/veya daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunu iddia etmeleri, yanlış argümanları birer konuşma konusu yapmaları ve bunu defalarca tekrarlamaları karşısında birleşiriz. Onların bir taktik uyguladıklarını biliriz, çünkü.
Bir kere birleştik mi kamu yararına neler neler yaparız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi