“Yargıç olarak, kendi adıma utanç duyuyorum.!”

Son Güncellenme Tarihi: Aralık 21, 2020 / 08:40

Geçen ay—evlerden ırak—bir hukuk reformu (!) müjdesi daha aldık. “Ülkemizde ekonomide ve hukukta yeni bir reform dönemi” başlatıyormuşuz. Hem de “İlgili kesimlerle iş birliği halinde..”.
Duy da inanma.!
Devletler, hukuk düzenleri açısından, üçe ayrılırlar: hukuk, kanun ve polis devletleri.
Hukuk devletleri; şeklen ve maddi anlamda, yönetenlerin ‘keyfi’ uygulamalarının engellendiği, denetlendiği, yargının bağımsız, hukukun evrensel ilkelerinin geçerli olduğu rejimlerdir.
Kanun devletlerinde kanunlara ‘şeklen’ uyulur, ama kanunlar ‘hukuki’ değildir. “Herşey bizim ve bizden olanlar için, bizden olmayanlar için de kanunlar var” dedikleri.!
Polis devletleri, yöneten(ler)in kanunları bile ‘ırgalamadığı’ rejimlerdir.
Kanunlar, meclis, mahkemeler—anayasa mahkemesi—vardır, ama ‘mış’ gibidir.. Var ama yok.!
L’etat, c’est moi.! Devlet şahsımdır.!
‘Hukuk’ reformu ancak kanun devletinde yapılabilir. Polis devletlerinin, önce ‘kanun’ devletine, evrilmeleri gerekir ki çok zordur. Türkiye’deki nevi şahsına münhasır süreçten biliyoruz.
Hukuk reformları, AKP-Cemaat ortaklığında yıllar önce başlamıştı. Reformlarını “Mezardakileri bile kaldırarak ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım” dedikleri 2010 referandumuyla taçlandırdılar.
Başbakan Erdoğan, 2014’te, Anayasa Mahkemesi kararıyla tahliye edilen Balyoz mağdurları için “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitseydiler, AİHM lehlerine bile karar verse biz Türkiye olarak belli bir bedel öderiz, yine orada kalmaya devam ederler, içeriden çıkamazlardı” diyordu. ‘Teşekkür bile’ beklemiyormuş, hukuk mücadelesini (!) kimlerin verdiğini bilsinler yetermiş.
Kanun tanımazlığın en açık ifadesi—polis devletinde—işte böyle ‘hukuk mücadelesi’ olur.!
İki yıl sonra, Anayasa Mahkemesi iki gazeteci hakkında ‘hak ihlali’ kararı veriyor, yerel mahkeme de tahliye ediyor—yasa böyle.! Ama Erdoğan yasayı tanımıyor, “Verdiği karara uymuyorum, saygı duymuyorum” diyor. O kadarla kalsa kınar geçersiniz, ama “Kararı veren mahkeme direnebilirdi. O zaman Anayasa Mahkemesi’nin kararı boşa çıkacaktı” deyince açıkça suç işliyor. “Tahliye edilenler AİHM’e gitseler, alacakları cevap da bellidir.!” lafına Balyoz mağdurları için söylediklerini ekleyin, reformla (!) değişmeyen çarpık anlayışı göreceksiniz.
İki yıl daha geçiyor; 2018-2019 Adli Yıl açılış töreni: “Tüm yargı mensupları, tarafını daima ‘hukukun üstünlüğünden’ yana seçmek zorundadır” diyor. Ama “Ülkesinin ve milletinin birliğini, dirliğini, bekasını gaye edinen” bir yargı olmalıymış. Aslında ‘polis devletini’ tarif ediyor.
Ve geçen hafta ayak üstü “Yargının işine müdahale etmek tabii benim haddime değil” dedikten sonra TAM onu yapıyor: “Biz … bir teröristin, varsa, sözde hakkını koruyacak değiliz, ki böyle bir şey yok. Ben inanıyorum ki bizim yargımız … gibi bir teröriste böyle bir imkan hazırlamaz”.
Elbette hazırlamaz.! Sallandıracaksın kardeşim bunları—ibreti alem için…!
Ve geçtiğimiz günlerde yargı ve yargı kararlarıyla pek barışık olmadığı bilinen öfkeli (!) İçişleri Bakanı TBMM’de konuştu: “Kimse kusura bakmasın; biz yaptığımız işin, verdiğimiz kararın doğru olup olmadığını anlamak için millete bakarız” diyor. Yani, yargı bizi ırgalamaz.!
Sonra, öfkesi—göründüğü kadarıyla—tam bir histeri krizine dönüşünce “Bak beni kızdırmayın” girişinden sonra, hedef aldığı milletvekillerine “Alçaklar.!”, “Haysiyetsizler” diye defalarca bağırarak hakaret ediyor. Orada da durmuyor, burada aktarılması bile uygun olmayan o İstanbul Rumcasının en galiz, en bayağı küfrünü ediyor. İki parti grubu da kendisini ayakta alkışlıyorlar.
Ne Türkiye’de ne de bir başka ülke parlamentosunda bu kadar ‘süfli’ bir konuşma olmamıştır.
Hukuk devletlerinde böyle bir konuşma olamaz, çünkü böyle insanları siyaset kabul etmez.
Kanun devletlerinde böyle bir konuşma sadece şahsını değil, ‘şahsının’ hükümetini de bitirir.
Ancak ‘polis’ devletlerinde böyle bir kepazelik olur ve iki günde unutulur…!
Onun için polis devletlerinde hukuk reformu yapılamaz, yapılamıyor.!
Böyle bir konuşmayı ayakta alkışlayacak kadar şuurunu yitirmiş bir siyasi kültürden ‘hukuk’ reformu beklenemez.
Pekiyi çıkış yolu nedir derseniz, onurlu bir hukuk adamı bunun cevabını zaten verdi:
“Hiç kuşkum yok ki, gün gelecek bu olanlar ibretle anılacak… O gün geldiğinde herkes söyleyecek, ama bugün söyleme sorumluluğunu yerine getirmezsem, dilim lâl olsun, kalbim kurusun. Tarihe not düşmek için söylüyorum: Yargıç olarak kendi adıma utanç duyuyorum.”
Hukuktan yana, açıktan taraf olma, hakkı ve hakikati dillendirme günü bugündür—yarın değil.!

Emekli piyade (kurmay) tuğgeneral (Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 2005), stratejist, siyaset analizcisi. Uluslararası ilişkiler, politik-askeri stratejik planlama, milli güvenlik siyaseti geliştirme alanlarında; NATO ve/veya Birleşmiş Milletler çerçevesinde icra edilen Körfez Savaşı, Irak Savaşı, Bosna-Hersek, Makedonya, Arnavutluk, Kosova, El Halil (Filistin), Afganistan gibi milli, çok uluslu ve koalisyon stratejik operasyonlarına ilişkin olarak siyaset belirleme ve harekat planlamasında deneyim sahibidir. Somali, Hırvatistan ve Bosna-Hersek’teki operasyonlara fiilen katılmıştır. Kıbrıs’ta iki ayrı dönem halinde toplam dört yıl, NATO uluslararası karargahlarında da toplam dört yıl görev yapmıştır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), silahsızlanma, silahların kontrolu, güven artırıcı önlemler ve kitle imha silahlarının yayılmasıyla ilgili etkinliklerde, özellikle Bölgesel Silahların Kontrolu, Doğrulama ve Uygulamaya Yardım Merkezi (RACVIAC/ZAGREP), çok uluslu Güneydoğu Avrupa Tugayı (SEEBRIG)’nın kuruluşu ve çeşitli Balkan ülkelerindeki Barış İçin Ortaklık (PfP) etkinliklerinde görev almıştır. Yayılmaya Karşı Güvenlik Girişimi (PSI) konsept geliştirme ve PSI çerçevesinde uluslararası işbirliğine yönelik planlama çalışmalarında rol almıştır. Gerek şehir gerekse kırsaldaki terörle mücadelede geniş operasyonel deneyimi vardır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top