Yaşamış ve yaşamamışlar birbirini nasıl anlar?

Son Güncellenme Tarihi: Aralık 6, 2020 / 16:34

Bugünün dünyası, görünmeyenin yok olmaya mahkum olduğu bir dünya. Aynı zamanda bugün bir imgenin sermaye ya da siyasi iktidarın süzgecinden geçerek var olabilmesi hayli güç. Sadece imgenin mi? Neredeyse görünmüyorsak biz bile yokuz. Bir imgeye indirgenmiş durumdayız. Görünmemek adeta bir panik etkisi yaratabiliyor. Biz bile daha görünür olmaya çalışırken, bir başkasını nasıl daha çok görebiliriz ki?..

Uzundur bilmediğimiz bir derdin dermanı olamayışımız üzerine düşünüyorum. Yaşanan her olay insanı değiştiriyor ve bu belki de her adımda farklı bir insan olmamıza sebep oluyor. Yaşadığımız büyük sevinçler, büyük üzüntüler aslında hep değişip dönüşerek bizim heybemize giriyor ve bizimle beraber geliyor. Diğer insanları anlayabilmek konusunda en büyük eksikliğin işte bu heybedekiler olduğunu düşünüyorum. Zamanında yaşamış olduğunuz bir üzüntü sizin yıllar sonra bir olayda karar verme şeklinizi değiştirebiliyor, ama sizi sadece içinde bulunduğunuz an üzerinden tanıyan kişinin, çabalasa bile, bu heybenin anlamını bilmesi güç.

Jean Améry, “Suç ve Kefaretin Ötesinde” isimli kitabında şiddetin var olabileceğine dair herhangi bir önseziye sahip olan insan ile şiddete maruz kalan insanın dünya içindeki konumlarının farkını anlatır. Anlattıklarına göre bir kere şiddete maruz kalmış kişi dünyaya olan güvenini yitirir. “Bana istedikleri her şeyi yapabilirler” diye düşünmeye başlar.

Tüm bu olumsuz giriş, aslında şunu ifade edebilmem için: Améry’ye göre, yaşanmış olaylar bizi dünyaya karşı bir hayret ve yabancılaşma içinde bırakabilir. Ve karşınızdaki, eğer aynı şeyleri yaşamadıysa sizi anlamakta güçlük çekebilir.

Anlatsam, anlamazlar

Örneğin Türkiye’de yaşanılanları Almanya’da sıradan birine anlattığınızda aslında bir cevap alamıyorsunuz. Anlaşılamıyorsunuz çünkü. Yaşadıklarınızın yükünü, her gün okuduğunuz haberleri, derman olamadığınız üst üste binen dertleri uzaktan görmek bende de böylesi bir yalnızlık duygusu yaratıyor. “Anlatsam, anlamazlar”.

Bunun en akla yakın çözüm yolu insanların birbirinin hayatına daha çok değmesi, birbirinin hayatlarıyla ilgili daha çok okuması ve görmeye çalışması olabilir. Yakın zamanda takip ettiğim bir sosyal medya hesabında bir sosyal deneye rastladım. Almanya’ya giden Türk işçilerin ve ailelerinin hayatını anlayabilmek için derslerinde bir sosyal deney yapmaya karar veren bir grup lise öğrencisinin yaşadıklarını okudum. Başkasını anlayabilmek adına ne önemli bir çabaydı bu. Diasporatürk’ün haberine göre, Kerstin, Sonja, Elisa ve Annemaria isimli 4 öğrenci, 1983 yılında Stern dergisinde okudukları yabancı düşmanlığı makalesinden etkileniyor ve bunun için bir sokak deneyine girişiyorlardı. Bu deneye göre Türk çocukları gibi giyinerek Köln sokaklarında gezecekler ve kırık bir Almanca ile konuşacaklardı. Elbette deneyin sonu öğrenciler için öğretici olmuştu. Sınıf arkadaşlarının maruz kaldıları koşulları anladıklarında bu kendi önyargılarının da kırılmasına vesile olmuştu.

Bugünün dünyası, görünmeyenin yok olmaya mahkum olduğu bir dünya. Aynı zamanda bugün bir imgenin sermaye ya da siyasi iktidarın süzgecinden geçerek var olabilmesi hayli güç. Sadece imgenin mi? Neredeyse görünmüyorsak biz bile yokuz. Bir imgeye indirgenmiş durumdayız. Görünmemek adeta bir panik etkisi yaratabiliyor. Biz bile daha görünür olmaya çalışırken, bir başkasını nasıl daha çok görebiliriz ki?..

Yeni hayat karmaşasıyla beraber geliyor. Ben de bugün bir başkasının daha görünür olmasını sağlayabilmek adına çalışan video aktivistleri anlatmak istedim. Çünkü bir video izledim ve değiştim. Çünkü bu yeni dünyada bize gösterilmeyenleri göstermek adına verilen her çaba çok kıymetli.

(ARA SPOT) Uzundur görünmeyeni görünür kılmaya adanmış videolar üzerinde çalışıyorum. Peki ne yapıyor bu videolar? Kimdir bu videoları çekenler, video aktivistler kimlerdir? Nasıl çalışırlar?

Video aktivistin toplumsal adaleti sağlamaya gönüllü olduğunu söyleyebilirim. Video aktivizmin kökeni sinemaya dayandırılıyor. Kino-eye’ı yaratan Dziga Vertov tarafından ortaya atılan Kinoklar kurgu, senaryo, görüntü gibi konularda tüm öğrenilen kalıpları yıkarak sokağa çıkmak ve gerçeği olduğu gibi kaydetmek için oluşturulan bir muhabir ağıydı.  Bugün çevremize bakınca bile oldukça sarsıcı bir yenilik gibi değil mi? Oysa yıl 1920’lerdi.

Bugün Vertov’un Kinok ağını bir video aktivist ağı olarak gören yazılar yazılıyor ve video aktivizm temelleri gerçekçi sinemaya yaslanıyor.

Videoların kökenlerini daha kuramsal bir yazıya bırakayım. İnsan ne konuda çalışıyorsa çevreyi bu eğilimde görmeye başlıyor. Bu da bir tür mesleki aşınma olabilir. Velhasıl, video aktivizm bugün egemen güç yapılarına karşı, insan hakları adına mücadele etmek için gördüğünü gösteren, haber yapan ve kaydeden bir toplumsal pratik. Bu videoları çekenlere de video aktivist deniliyor.

Bugün görüntü teknolojileri dijitalleşti, bireyselleşti ve toplumsal adaletin de diğer tüm alanlar gibi görünür olmaya ihtiyacı var. Tüm bu ihtiyaçlar biraraya geldiğinde video aktivistler sadece toplumsal sorunlara ayna tutuyor diyemeyiz. Onlar olayın içinden ve merkezinden bizatihi taraf olarak bize durumu aktarıyor.

Gri Bölge

Bir süre önce çalışma disiplinime girmiyor olmasına ragmen Kazım Kızıl’ın göçmenlik konusunda çektiği bir dizi videoya rast geldim. Bunlardan biri siyah beyaz çekilen, bir kadının kendi arzusu üzerine değiştirilen sesiyle durağan bir görüntüye dayanan çok etkileyici bir videoydu.  

Videoyu izler izlemez aklıma gri bölge kavramı geldi. Bu belki videonun siyah beyaz oluşundan kaynaklanıyor. Belki çok sesli bir video olmasına rağmen az görüntüsünün olmasından kaynaklanıyor. Video, İsviçre Lozan’da bir mülteci kampında yaşayan bir kadının konuşmasıyla başlıyor. Bu kamp eskiden otel olarak kullanılan bir bina. Afganlar, Türkler, Çinliler, Ruslar çok farklı ülkeden gelen insanlarla dolu. Konuşan kadın, kampın çelişkisini anlatarak başlıyor. “Burası hem senin entegre olmanı istiyor hem seni şehirden uzak bir yerde yaşatıyorlar, kimseyi görmüyorsun ki entegre olasın”. İşte başka bir dünyaya adım attık bile.

Kadın, kampın kurallarını, kampta kalan mültecilere verilen para ve bu paranın nereye harcanması gerektiğini, nasıl bir kalıba uyarsan seni kabul edebileceklerini, o kalıba girdikçe ve onlara benzedikçe ancak entegre olabileceğini, dil sorununun nasıl bir engel olduğunu anlatıyor. Ama aslında bir nevi gri bölgeyi tarif ediyor. Yeni bir dünyaya girdiğinde eski dünyanın geride bırakıyorsun. Bu yeni dünyanın kendi içinde başka kuralları var elbette. Tüm bu konuşmalara kadının elinin siyah beyaz görüntüsü eşlik ediyor.

Mülteci kadın aslında toplumda sesi duyulamayanlara bir örnek. Üstelik kendi dilini konuşamaması sebebiyle sessizliği daha da çarpıcı. Bu videonun yarattığı tezat da bu anlamda çok çarpıcı. Zira mülteci kadın bu videoyla ses kazanıyor, bize kendini anlatabiliyor ama o zaman da görüntüsünü kaybediyor.

Öznelliğin istenmedik şekilde yeniden inşası 

Gri bölge kavramı aslında felsefi metinlerde sıklıkla rastladığım bir kavram. Gri bölge aslında kişinin özneliğini kaybettiği, neden sorusunu sormayı bıraktığı, eskiye dönüşün artık yaşadıkların sebebiyle asla mümkün olmadığı, geride bıraktığın dünyanın geri döndüğünde aynı olmayacak olması, bir amacının olmayışı “en kötüsü zaten oldu”, iyiyle kötünün artık bildiğin kategorik ayrımları ifade etmediği bir alan. Bu alan tanımlaması toplama kampları için kullanılıyor. Orada yok edilen öznellik ve öznelliğinin istemediğin şekilde yeniden inşasını anlatıyor bu tanım.

Mülteci kadının yaşadıkları nasıl bir nevi gri bölgeyse aslında çokça insan hayatının birçok anında bu gri bölgeye giriyor ve ardından oradan çıkış yolunu kaybediyor. Oğuz Arda Sel’in annesinin yürek dağlayan adalet arayışı, Rabia Naz’ın babasının feryatları, Pınar Gültekin’in, Ceren Damar’ın asla yaşamayacağı hayatlar. Ve onların ailelerinin, arkadaşlarının girdiği gri bölgeler. Böyle böyle birbirimizi anlama izini kaybetmek, bu yaşanan acıları unutmak ve yok saymak işte video aktivistler buna karşı da bir savaş veriyor. Sessize ses, görünemeyene destek vermek için çabalıyor. Unutmamak için bir hafıza arşivi kuruyor.

Başkalarını daha sık duymaya ve anlamaya ihtiyacımız var.

Not: Videoya ulaşmak isterseniz ismi “İsviçre’de Mülteci Olmak, Sonra Yeşil Işık Yanıyor ve Karşıya Geçiyorsun”.

Aslı Kotaman

Akademisyen, Yazar.

Zihin Koleksiyoncusu ve Açıkçası Canım Umurumda Değil deneme kitaplarının yazarı Kotaman’ın akademik olarak yayınladığı Türkçe ve İngilizce makale ve kitapları da mevcuttur. Gazete yazılarına ve sosyal medya üzerinden yaptığı yayınlara devam eden Kotaman, kitaplarında felsefeyi edebiyata, edebiyatı resme, resmi sinemaya bağlıyor. Okurlarıyla hayatı kendi bağlamından, kendi penceresinden paylaşıyor. Kotaman akademik çalışmalarına halen Universität Bonn’da devam etmektedir.

Scroll to Top