Memetcan Demiray

Memetcan Demiray

Yazlıklara nur yağıyor!

80'lerde "sosyete"yi çağrıştıran bir lükstü, 90'larda "orta sınıf"ın da ulaşabildiği bir hayal haline geldi. 2000'lerde internet çağıyla birlikte "tu kaka" edilen yazlıklar, şimdi pandemi şartlarında yeniden pek revaçtalar. Toplumun şanslı bir kesimine "konforlu izolasyon" imkânı sağlayan yazlıklar, aynı zamanda vahşi kentleşme ve kontrolsüz nüfus artışının sağlığımızla doğrudan ilgisi olduğunu da kanıtlıyorlar. 

Toplumumuzun değerler hiyerarşisinde ev ve otomobilden hemen sonra "yazlık" gelir. Öyle ya; denize yakın, mümkünse bahçeli bir yuvaya sahip olmak, her yaz bedava tatil demektir! Hem site içinde çocuklar üç ay boyunca güvenle bisiklete binebilir, top oynayabilir, özgürce sosyalleşebilirler. Akşam ailece mangalı da yaktık mı değmeyin keyfimize!.. Mutluluk ve huzur sonsuza dek bizimledir!
Oysa işler pratikte pek öyle yürümez. Kısa süre sonra kafasına göre ziyarete gelmeyi kendine "hak" gören akrabalar, kahveye diye uğrayıp dört saat oturan misafirler de bu tabloya eklenecektir. Kendini mangala "davet ettiren" komşular ve plaj sezonu açılınca birden bizi çok özlediğini (!) fark eden eski arkadaşlarla yazlık, artık hiç durmadan çalışan çamaşır ve bulaşık makinesidir. Sanki Umur Bugay'ın "Yazlıkçılar" dizisinin tam da içindeyizdir.
Zamanla yörenin meşhur tesisatçıları ve bilumum tamircileri dahil olacaktır hayatımıza... Sürekli patlayan su borusu, akan dam ve paslanan balkon demirleri için ustamız "Az sonra gelir bakarım" demektedir. Ama o "az sonra"nın kaç gün anlamına geldiğini kimse bilmemektedir!
Her şeye rağmen yazlık; seyyar mısırcısı, zerzevatçısı ve dedikodunun eksik olmadığı bakkal dükkânıyla kültürümüzün vazgeçilmezlerindendir.

SOSYETEDEN HALKA, İBO'DAN INSTAGRAM'A...

70'li yılların Kumburgaz'ında parlayan yazlık kültürü, şehre yakın ama aynı zamanda "doğada" olmak isteyen dönemin zenginlerine Silivri'de yepyeni bir yaşam biçimi sunuyordu. Nitekim sadece Yılmaz Güney'in "Arkadaş"ında değil, 80'lerin arabesk filmlerine yansıyan "zengin kız - fakir erkek" öykülerinin dekorunda da görüyorduk bu olguyu... Kırsaldan henüz gelmiş genç İbrahim'ler, Orhan'lar için yazlık demek, önünde son model Mercedes'lerin beklediği, içinde her türlü "Avrupai" partinin düzenlendiği, "halka yabancı" malikâneler demekti. Ve o malikânede kötü kalpli iş adamları ile onların şımarık ve güzel kızları Hülya Avşar ikamet etmekteydi.
90'larda İstanbul'un yaşanmaz hale gelmesi yazlıklara da yansıyacak, kentten kısa süre de olsa uzaklaşmak isteyenler için sayfiyenin cazibesi artacaktı. "Çok zengin" kesim Marmara'yı bırakıp güneye kaçacak, ayrıcalıklı yaşamı teknelerde ve gözden uzak Ege koylarında arayacaktı.
Onların bıraktığı boşluğu orta sınıf dolduracak, hiç olmazsa sezonluk kiralama sayesinde birçok aile tatil imkânına kavuşacaktı.
 
DEĞİŞEN TÜRKİYE'NİN AYNASI

2000'lerde yazlıkların "tu kaka" oluşuna tanıklık ediyorduk. İş güç sahibi çiftler çok değerli izinlerini aileyle geçirmek yerine yurt dışı seyahate yöneliyor, üniversiteliler de en azından Olympos ve Kelebekler Vadisi'ni keşfe çıkıyordu. Gerçek acıydı. "Gezme"nin fetiş haline geldiği Instagram çağında Marmaris ve Sarımsaklı'nın pek de anlamı kalmamıştı. 

Bu sırada AKP ile birlikte sermayenin nasıl el değiştirdiğine canlı tanıklık ediyorduk. Yazlığa gitmeyi sürdüren üst-orta sınıfların artık gösterişten kaçındığı, mesela her yıl arabayı yenilemediği göze çarpıyordu. Yazlık sitelere Porsche'ler girmez olmuş, havadaki kuzu pirzola kokusunun yerini "soslu" tavuk kanadı almıştı.
İyiden iyiye demodeydi ve neşesini yitirmişti yazlık yaşamı... Şarköy şimdi emeklilere ve yaz boyu bakmak zorunda oldukları torunlarına kalmıştı. Ve tam sıkıcı bir yaz daha bizi bekliyor derken... Koronavirüs salgını patlayacaktı!
Mart ayında pandeminin Türkiye'ye sirayet etmesiyle birlikte herkes yeniden yazlıklara akın ediyor, daha baharda siteler dolmaya başlıyordu. Ulaşımın, otellerin ve restoranların riskli olduğu bir dönemde güvenli tatil için yazlıklar meğer ne de harikaydı!
Gençler bile yaz aylarını aile yanında geçirmeye mecbur kalacak, Instagram'a parti "story"lerini burun kıvırdıkları plajlardan atacaklardı. Dışarıya kapalı yapısıyla "sosyal bir karantina" vadeden yazlıklar, yıllar sonra itibarını yeniden kazanmıştı.

VAROŞLAR KIPKIRMIZI, SAHİLLER BEYAZ

Bu yeni durumu Türkiye'nin çeşitli yerlerinden gelen haberler doğruluyor. İzmir'de yazlıkların yüzde 30 değerlendiği söylenirken Erdek'te kalıcı nüfusun artmasıyla esnafın yüzü gülüyor.

Rekor sıcaklık ortalaması beklenen ekim ayını da fırsat bilen yazlıkçılar, kente dönmeyi henüz aklından bile geçirmiyor. Hatta birçoğu kışı da izole geçirmek için evlerine klima taktırıyor, doğalgaz döşetiyor. Okulların hâlâ açılamadığı bu tuhaf günlerde, in-cin top oynaması gereken kumsallardan şen çocuk çığlıkları yükseliyor.
Pandemi şartlarında görece iyimser bu durum, elbette şanslı bir azınlık için geçerli ve ülkemizdeki kutuplaşmayı bir başka açıdan gözler önüne seriyor.
Kimileri ofis işlerini bahçesinde devam ettirip akşam ay ışığında rakısını yudumlarken kimileri de iş çıkışı minibüslere 47 kişi doluşuyor, betondan mahallelerine dönmeye çalışıyor. Varoşların kıpkırmızı, sahillerin bembeyaz olduğu "Koronavirüs yoğunluk haritası" da bu büyük dengesizliği gözler önüne seriyor.   
Ve buna karşılık siyasi otorite, "Daha çok çocuk yapın!" diyebiliyor; Kanal İstanbul gibi "toplu konut" projeleriyle kenti beton mezarlığına çevirmek istiyor.
Hülya yaşını başını aldı, neredeyse toruna karışacak. Ama "dünün mağduru" Orhan ve İbrahim'lere iktidar yaramamış gibi görünüyor.  



Resimaltı: 80'lerin arabesk filmlerinde yazlık, "zengin kız" ile "fakir erkek" ayrımını belirgin hale getiren önemli bir imgeydi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Memetcan Demiray Arşivi