Yedek parçası olmadığı için tam iki ay çamaşır makinasız kaldım. Söz konusu marka ürünün başka bir modeldeki yenisini getirerek gönlümü biraz olsun aldı ama bu deneyim, yedek parça meselesini düşünmeme sebep oldu. Aslında artık tüketim tercihlerimizi tasarıma veya teknolojisine göre değil, belki de sadece ileride yedek parçasını bulup bulamayacağımıza göre yapmalıyız.
Günlük yaşantımız nesnelerle çevrili. Bu nesneleri algılamamız çoğunlukla kabukları, yani en üst katmanları biçimindedir. Oysa her nesnenin bir de altyapısı, iç dünyası var. Tasarımcıların en büyük mücadelesi, mesleklerinin sadece bu en üstteki katmanın estetiği ile ilgili değil; o nesneyi bütün kılan tüm diğer başka parçaların tasarımı ve bunları bir araya getiren sistemler bütünü ile ilgili olduğunu anlatmaktır. İster bir kanepe, çatal, ampul, isterse bir bina, bir ulaşım aracı veya bir bilgisayar olsun, aslında nesne onu ortaya çıkaran parçaların bütünü ile genel kütlesini kazanır.
Nesneyi nesne haline getiren onu ortaya çıkaran gereksinimlerdir. Bu gereksinim fonksiyonel de olabilir; duygusal da. Her nasıl olursa olsun, nesne bir parçalar bütünüdür. Evrenin kendisi, bedenimiz, hatta Newton’un belirttiği gibi ışık dahi parçalardan oluşur. Tüm dünya aslında bir bakıma, görünen değil; görünmez parçaların ve bunlara ait sistemlerin etrafında dönüyor gibi.
HUME’UN ELMASI
Graham Harman, Nesne Yönelimli Ontoloji isimli kitabında (Object-Oriented Ontology, The New Theory of Everything), David Hume’a değinir. 18.yüzyılın bu iddialı felsefecisi, karmaşıklık ve basitlik üzerine düşüncelerini aktarırken elma metaforu üzerinden farkındalığımızı arttırıyor:
Hume der ki “Karmaşık olan parçalara ayrılabilir.” Bir kişi elmaya bakarken ilk olarak, Hume’un karmaşık bir izlenim olarak belirttiği çeşitli renkleri, formunu, sapını, kabuğunun dokusunu algılar; yakınlaşırsa kokusunu duyabilir; ısırdığında çeşitli tatları, dokunma duyumlarını ve artan koku duyumlarını fark eder. Elmanın içinde çekirdekleri, bunların üzerinde farklı dokudaki katmanlar gizlidir. Bu çeşitlilikte bakınca, basit gibi görünen bir elmanın bile ne denli karmaşık olduğundan söz edilebilir. Hume’un yarattığı bu farkındalık, üniversite yıllarımda öğrendiğim, tasarım metodlarından biriydi. Hume bu metaforu algılar üzerinden duygusal dünyaya yönelik olarak sunar ancak, pekala nesnelere de uyarlanan geçerli bir metottur bu. Karmaşık yapıları basitleştirmek ve iyi çözümlere ulaştırmak için parçalara böleriz. Tam tersi olarak da, tüm karmaşık yapılar ve sistemler aslında basit birer parçanın ortaya çıkardığı bütündür.
Tasarıma dayalı ekonomi, sadece yaratıcı hizmetleri değil, aşikar olarak ilgili üretim ve malzeme yapılarını da kapsar. Eşyaların üretimini sağlayan endüstriler için, aslında son ürünün kendisinden daha önemli bir alan işte bu bütünün parçalarıdır. Yedek parça ekonomisi, otomotiv sektörü başta olmak üzere, beyaz eşya, küçük ev aletleri, mobilya, yüksek teknoloji ürünleri gibi hemen hemen üretimin yapıldığı her alanda önemlidir.
Bir tasarımın bütününü oluşturan orijinal parçaların, ileride değiştirilebilecek biçimde tasarlanmış olması idealdir. Sonradan değiştirilen bu parçalara yedek parça deniyor.
Yedek parçalar bir ürünün, yıpranma sonrası tamir edilerek kullanım süresinin uzamasını, bu şekilde sürdürülebilirliğini sağlıyor. Daha önceleri sizlere tamir manifestosunda ve döngüsel ekonomi başlığı altında detaylı biçimde aktardığım üzere, tamir edilemeyen ürünler geri dönülmez atıklar haline dönüşüyor, ki artık ne üreticiler ne de kullanıcılar bunu tercih etmiyor.
Günümüzde müşteriler, ömür boyu kendilerine hizmet verebilecek markalarla bağ kurabiliyor. Satın alma kararı kesinlikle sadece estetiğe göre verilmiyor. Küresel ölçekte ekonomik daralmanın yaşandığı, üretimin globalleşmesinin yarattığı tüm sıkıntıların etkili olduğu çağımızda, tüketiciler artık ödedikleri bedeller için kaliteli ve uzun ömürlü malzemeleri, dayanıklılığı, satış sonrası hizmetleri ve destekleri eskisinden daha fazla önemsiyor. Bunların tümü yedek parça ekonomisinin temelini oluşturan faktörler.
Herhangi bir ürünün tüm parçalarını her zaman orijinal üretici üretmiyor. Apple telefonlarının arkasına “Kaliforniya’da tasarlandı” yazarak tasarımın değerini yüceltirken aslında dünya çapına yayılan bir üretim zincirinin de en somut modeli olarak ortaya çıkmıştı. Firmanın 2022 raporuna göre, Apple portfolyosundaki tasarımlar elliden fazla ülkeye yayılmış olan binlerce tesiste, üç milyondan fazla çalışan tarafından üretiliyor. Bu genişlik markayı sadece teknoloji sektörünün devlerinden biri yapmıyor; Apple aynı zamanda dünyadaki en çeşitlilik içeren üretim ağına ve deneyimine sahip sektörel bir dev konumunda. Nike, Adidas, BMW, Tesla, Starbucks, Toyota, Samsung, Zara ve HM gibi kendi alanında devleşen pek çok global marka da global tedarik stratejileri sayesinde büyüyebildi. Bir yandan da bu globalleşme onları küresel risklere en açık markalar konumuna getirdi.
Covid deneyimi sırasında ve sonrasında yaşananlar, tedarik zincirlerini büyük ölçüde etkilediğinde, küresel çip krizi olarak hatırlayacağınız üretim sorunlarının yaşandığına tanık olduk. Çip krizi henüz çözülebilmiş değil; diğer yandan ekonomik ve siyasi çıkarlar doğrultusunda gittikçe kutuplaşan bir dünya ile karşı karşıyayız. Ticaretin bunca küreselleşmesi eğilimi bir süredir yerini yerelleşmeye bıraktı. Amerika stratejik olarak, hem güvenlik endişeleri hem de rakibini ekonomik zarara uğratmak adına Çin’den gelen -başta çipler olmak üzere- yedek parçalara yasaklar ve özel şartlar koydu. Bu durum başta Apple gibi teknoloji tabanlı pek çok markanın ilave maliyetlerle üretim-tedarik zincirlerini dönüştürmesine, yeni uygulamaları devreye almasına sebep oldu. İngiltere’de de üretilen ürünlerin içerisinde eğer sektörüne göre yeterince “yerli” parça kullanılmıyorsa, bir Brexit-sonrası vergisi uygulanıyor. Özetle devletler üretimi mümkün olduğunca kendi sınırları ve imkanları içerisine çekmeye çalışıyor. Üretim, yedek parça ve satış sonrası servis sorunu yaşatabilecek tüm ürünleri de üretmekten vaz geçiyor.
ŞAHSİ BİR YEDEK PARÇA DENEYİMİ
Yedek parça sadece üreticileri ilgilendiren bir konu değil elbette. Son kullanıcı için de oldukça önemli bir konu. Başta belirttiğim gibi, bu tedarik sorunları sebebi ile tüketicilerin kullandıkları ürünlerle ilgili çeşitli sorunları oluşabiliyor. Bunlardan biri ile çok yakın zamanda karşılaştım; anlatayım:
Yaklaşık on yıl önce Samsung markasının, tasarımı ile yankı uyandıran WW9000 çamaşır makinesini almıştım. Bir tasarım obsesifi olarak, performansının üstünlüğünün yanında tamamen tasarımında sunduğu yeniliklere odaklanarak bir arzu nesnesi olarak kullandığım makinemle on yıl süresince iyi geçindik. Bu sürede bu tasarımın pek çok mecrada övgü ile karşılandığına, ödüller aldığına tanık oldum. Tasarımındaki farklılıklar çok sayıdaydı. Her şeyden önce son derece ince düşünülmüş program isimleri/ içerikleri kullanıcı ile bağ kurabiliyordu; bunların tümü kişiselleşebiliyordu. Tüm kontrollerin aynı cep telefonundaki gibi bir dokunmatik ekrandan yapılabilmesi, deterjan ve yumuşatıcısının da otomatik olarak alınabilmesi benim için etkileyiciydi. Düğmelerden ve çekmecelerden arınmış yalın bir kütle olması doğrusu pek hoşuma gitmişti.

Bu makineyi aynı zamanda cep telefonumdaki uygulamadan yönetebilecektim, tabii sonradan bunun gereksiz bir IoT (şeylerin interneti) örneği olduğunu hemen anladım; zira, uzaktan kullanmak için zaten makineye çamaşırları koymanız gerekiyordu; eh koyduktan sonra da isterseniz istediğiniz saatte çalışmak üzere ayarlayabiliyordunuz; cep telefonundan kontrol, ancak evden çıkarken düğmesine basmayı unutursanız yarar sağlayan bir özellikti. Sıkça kullandığım programları öğrenen ve bana ekranda her zaman öncelikli olarak bunları sunarak zaman kazandıran, mükemmel yıkama kapasitesi olan ve minimalist duruşu ile bir tasarım ikonu olan bu eşyaya olan bağlılığımı herhalde daha fazla uzatmamalıyım!
Elektrik şirketinin voltaj sorunu sebebiyle yaklaşık bir yıl önce tüm elektronik kartını değiştirmek durumunda kaldığım bu makine için, sadece 9 yıl sonra bir kereliğine mükemmel de bir servis desteği aldığımı not edeyim.
Taşınma deneyimi sonrası, zarar gören pek çok alet ve makinanın yanında, taşınma ile birlikte fazlaca yüklendiğim bu çamaşır makinemin kazanı bir gün büyük bir gürültü ile yerinden ayrıldı. Her tüketici gibi beklentim bu kazanın aynı elektronik kartı gibi yedek parçası ile yenilenmesiydi. Büyük bir maliyet çıkaracağını biliyordum ama yapacak bir şey yoktu.
Firma yetkilisinin, bana kullandığım bu modelin üretimden kaldırıldığını; dolayısı ile yedek parçasının da bulunmadığını söylemesi ile epey sarsıldım. Marka gerçekten de tüm dünya çapında aynı tasarımdaki makinaları artık satışa sunmuyordu. Çaresiz bir biçimde bana getirdikleri, teknolojik bakımdan öncekinin eş değeri olduğu belirtilen, ancak tasarım olarak beni asla tatmin etmeyen yeni bir ürün ile yoluma devam etmeye başladım. Bir tüketici olarak beklentim, en azından çamaşırlarımı yıkayabiliyorum noktasına indirgenmiş oldu böylece.
Bundaki sorunun ne olduğunu anlamayacak pek çok okuyucum olacak, bir o kadarı da makinemin yepyenisiyle değiştirildiği için ne kadar “şanslı” olduğumu düşünecek belki. Bu tür düşüncelere, aynı deneyimin, örneğin çok sevdikleri otomobilleri için başlarına gelse neler hissettiklerini sorarak cevap verebilirim.

Tasarım, otomobil satın alma kararlarında, motor ve performanstan sonra gelen en önemli etkenlerden biri. Tasarım aslında mobilyadan giysiye, kalemden lambaya genel anlamda satın alma kararlarımız adına tahminimizden daha belirleyici bir faktör.
Satın alma motivasyonu tasarım olan ve kullandığı ürünün kullanıcı deneyimi ile gayet tatmin olan bir tüketici için, yerine getirilen “sıradan” tasarımlı ancak teknolojik olarak “yeterli” cihaz bu nedenle üzerimde bir hüzün yarattı. Bu hüzün tasarımın gelişen dünyada nasıl da vasatlaştığını idrak etmemin hüznü.
Sıradan olanın dışına biraz olsun çıkabilen bir tasarımın, dokunmatik ekranı, devasa bombeli kapağı gibi rakiplerine göre farklı özellikleri ile yaşam ömrünün sadece on yıl olabilmesi ve bu kadar büyük bir üreticinin, yeni modellerinde daha standart çözümlere geri adım atmış olmasının hüznü aynı zamanda. Yedek parça sorunları, tedarik zincirlerindeki riskler, düşürülmek istenen üretim maliyetleri, kullandığımız eşyaları belki teknolojik olarak bir öncekine göre üstünleştiriyor ancak onları bir yandan da birbirlerine benzer hale getiriyor. Standartlaşma özgünlüğü ortadan kaldırıyor.

DAYANIKSIZ TÜKETİM MALLARI
Bilirsiniz, beyaz eşya, küçük ev aletleri gibi ürünleri kapsayan sektör dayanıklı tüketim malları olarak anılır. Peki bu mallar gerçekten de dayanıklı mı? Elektrikli aletlerde en uzun kullanım ömrü nerede ise 10 yıl ile sınırlı gibidir. Bunu servis görevlileri size her geldiklerinde dünyanın en doğal şeyiymiş gibi beyan ederler. İsmi “Dayanıklı Tüketim Malları” olan bir dizi ürünün, kullanılan malzemelerine, size reklamlarda çok şey vaat eden güvenilir markalarına rağmen aslında giderek dayanıksız tüketim mallarına dönüştüğünü tüketiciler olarak izliyoruz.
Yedek parçaların erişilebilirliği bu nedenle önem kazanıyor. Yeni dünya düzeninde, satın alma kararları tasarımdan çok yerini, tamir edebilme ve yedek parçaya ulaşabilme performansına bırakıyor.
Orijinal yedek parça sunabilmek, üreticiler için önemli bir avantaj. Ne var ki milyonlarca ürün için pek çok üretici yedek parça üretmiyor. Kendi lisansladığı ve/veya önerdiği yan sanayi firmaları ile çalışıyorlar. Tüketicisi olduğunuz pek çok markanın ürünleri tamir gerektirdiğinde, gerekli parçaları orijinal markanınki ile mi yoksa yan sanayi parçası ile mi değiştirecekler? Yani satın aldığınız bir ürün, bir süre sonra değişen parçaları ile melezleşen ve asla ilk etapta ödediğiniz değeri asla sunmayan bir biçimde mi yaşamına devam edecek? İspatlayamam ama pek çok sözde dayanıklı tüketim ürünü markasının aslında bu yedek parça ekonomisini ayakta tutmak için, parça tasarımlarını ve üretimlerini, belirli bir süre içinde değişmek zorunda kalacak biçimde özellikle tasarladığını belirtebilirim. Buzdolabınızın küçücük bir düğmesi kırıldığında – aslında kırılmayacak bir detay ile tasarlanması mümkün iken_ tüm buzdolabı kapağını değiştirmeniz gereklidir. Aynı durum elektrik süpürgenizin tutma kolu kırıldığında- ki bunu da aslında kolayca kırılmayacak biçimde üretmek mümkündür- o tutma kolunun birbirine bağlı olduğu tüm sistemi değiştirmeniz beklenmektedir. Apple telefonunuzun camı kırıldığında eskiden tüm ekranı değiştirmek zorunda kalmıyordunuz. Üreticiler bütünü oluşturan parçaları birbiri ile bağlantılı üretip sunarken, aslında tüketicinin cebinden çıkan maliyetleri de sonraki aşamalarda arttırıyorlar. Örnekler farklı sektörlerde çoğaltılabilir. Bu şekilde kurgulanan tasarım, sadece yedek parça sektörünü ayakta tutmayı hedeflemiyor elbette. Yan sanayinin bu parçalar için kendi üretimlerini genişletme potansiyeli, telif sorunları, üç boyutlu yazıcılar sayesinde yaygınlaşan parça üretimleri, sanayiciyi, mümkün olduğunca tüketiciyi kendine bağlayan önlemler almaya itiyor.
Sadece otomotiv sektörü için bile uzmanlar, yedek parça ve servis sağlama işinin, gelecekte en garantili büyüyen sektörlerden biri olduğunu belirtiyor. Otomotiv, endüstriyel, havacılık ve uzay ile elektronik sektörlerini kapsayan yedek parça lojistiği sektörünün hacminin 2024-2028 yılları arasında yaklaşık 6 milyon Dolar hacmine ulaşması ön görülüyor.
Kaybeden her zaman, her bakımdan son kullanıcı gibi görünüyor.