Yeniden Türkiye İşçi Partisi’nin Sınırları

Yeniden Türkiye İşçi Partisi’nin Sınırları
Türkiye İşçi Partisi, son zamanlarda HDP’ye toplumsal muhalefeti örmede zayıf kaldığı eleştirisi getirip ayrılan Ahmet Şık ile CHP’nin daha agresif ve tutkulu muhalefet yapması gerektiği ihtiyacından yakınan CHP İstanbul’dan...

Türkiye İşçi Partisi, son zamanlarda HDP’ye toplumsal muhalefeti örmede zayıf kaldığı eleştirisi getirip ayrılan Ahmet Şık ile CHP’nin daha agresif ve tutkulu muhalefet yapması gerektiği ihtiyacından yakınan CHP İstanbul’dan Sera Kadıgil gibi milletvekillerinin katılımıyla adından söz ettiriyor. Aslında Erkan Baş ve Barış Atay’ın sol popülizmi fazlasıyla barındıran, hayli agresif siyaset dilleri de TİP’in kamuoyundaki tanınırlığının artmasına vesile oldu geçtiğimiz yıllarda. Peki, TİP -erken ya da olağan- önümüzdeki ilk seçimde başarı gösterebilir mi? Bu sorunun cevabını Türkiye’de sosyalistlerin ve sol partilerin tarihsel olarak seçimlerdeki durumlarına bakarak aramalıyız.

TİP, Türkiye sol-sosyalist hareketi içerisinde bir tür efsanevi bir yan barındırmaktadır. Bunun en önemli nedenlerinin başında; TİP’in 1965 senesindeki genel seçimde kendi açısından “başarı” kazanması ve %2,97’lik oy oranıyla on beş sosyalistin Meclis’e girmesi yatıyor. Bu gelişme, o dönem sosyalistlerin Türkiye kamuoyunda daha da öne çıkmasının yolunu açtı. Yıllardır TKP ile yer altı faaliyeti gösteren sosyalistlerin kitlesel çalışmalarda yer almasının da önü açıldı. 1969 seçimlerinde %2,68’le bir nebze olsun eski oranına yakın bir oy alabildi. TİP, bu seçimlerden sonra bir daha hiçbir zaman o kadar yüksek oy alamadı. 12 Mart darbesinden sonra ise kapatıldı ve ardından 1977’de bir daha kurulsa da hiçbir zaman istediği oy oranını göremedi.

TİP’i 60’lı yıllarda seçim “başarısına” götüren birçok etmen vardı. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sivil toplum örgütlerinin ve politik hareketlerin mobilize oldukları ve hayata müdahale edebildikleri yıllardı o dönem. Kuruluşunda önemli sendika başkanlarının yer aldığı ve bir tür sol ittifakı andıran TİP de aydınlar ve gençler için önemli bir politik özne haline geldi. TİP bir aydın hareketi miydi? Yoksa kendisinin de deklare ettiği üzere işçilerin ve köylülerin partisi miydi? Bu çokça tartışılan bir konu olmuştur. TİP hakkında çıkan bir incelemede partinin 1968 senesinde 12 bin küsur üyesi olduğu ve üyelerinin %32’sinin işçi, %20’sinin ise köylü olduğu belirtiliyor. TİP gibi bir partinin o dönem böyle bir üye profilinin olması, 1965 ve 1971 seçimlerinde aldığı oy oranları da düşünülürse, başarısı hakkında biraz fikir veriyor. Üstelik bu dönemde TİP’in Kürt bölgelerinde gerçekleştirdiği doğu mitingleriyle beraber önemli bir Kürt oyu aldığı da unutulmamalı.

Aralarında Çetin Altan gibi önemli yazarların da yer aldığı ilk TİP milletvekilleri Meclis’te “etkili” bir parlamento çalışması gösterdiler. Etkili olarak anılmasının sebebi büyük ölçüde Çetin Altan’ın hitabetiyle cisimleşen kürsü konuşmalarına ve iktidar milletvekillerinin provoke edilmesine dayanıyor. Aslında bugün Barış Atay’ın veya Erkan Baş’ın agresif kürsü performansını da Çetin Altan’ın devamı olarak görebiliriz.

TİP’in Sandıkla İmtihanı
70’lerin sonlarında sol ve sosyalistler sokak hareketlerinde belirleyici olmalarına rağmen, TİP ikinci kez kurulduğu bu yıllarda bir daha eski seçim başarısını gösteremedi. Bu dönem kurulmuş olan diğer yasal Sosyalist Demokrasi Partisi ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nden de daha az oy aldı TİP.

1977’den 1980 askeri darbesine kadar olan dönemde sosyalistlerin Türkiye’de kitlesel hale geldiği iddia edilir ancak buna biraz şüpheyle yaklaşılmalı. Çünkü 70’lerin sonunda kitlesel olduğu söylenen ve etrafında efsaneler ve mitler üretilen DEV-YOL gibi örgütler yasa dışı faaliyet yürütmüşlerdir. Bu nedenle yasa dışı dergiler etrafında bir araya gelen yapıların Türkiye’de ne kadar kitlesel olduklarını ve toplumu ne ölçüde harekete geçirebildiklerini hiçbir zaman tam anlamıyla göremeyeceğiz. Ayrıca bu dönemde seçime giren TİP gibi yasal sosyalist partilerin hepsi çok düşük oy oranlarına ulaşabilmişlerdir. Her ne kadar Türkiye sosyalist hareketi, Bülent Ecevit’in genel başkanlığını üstlendiği 70’lerin CHP’sini kendilerini eritmek amacıyla gerçekleşmiş bir proje olarak görse de; Bülent Ecevit CHP’sinin bu dönem önemli bir seçim başarısı kazandığını belirtmek gerekir. 1977 genel seçimlerinde Bülent Ecevit’in “ortanın solu” doktriniyle kurduğu siyaset dili, yüzde 41 ile CHP’yi tarihinin en büyük oy oranına çıkarmıştır. O dönemde sol söylemin Türkiye toplumuna olan etkisini ölçebileceğimiz en somut veri de bu seçim sonucudur. Kaldı ki, Ecevit’in sol söylemi ile dönemin sosyalist söylemi arasında keskin farklar olduğunun da altı çizilmeli.
1990’lı yıllar Türkiye toplumunda askeri darbenin etkisini yitirmeye başladığı ve onun getirdiği yasakların tedrici olarak gerilediği bir dönemdi. 12 Eylül askeri darbesiyle siyaset sahnesinin dışına itilen Ecevit, Demirel, Türkeş ve Erbakan gibi isimlerin yeniden siyaset sahnesine döndüğü ve Özal gibi ‘flaş’ bir ismin de siyasete damga vurduğu bu yıllarda sosyalist hareket de kendisini yeniden kurmaya çalıştı. 70’lerin yasadışı ve sokak hareketlerinden gelen; parlamentoyu ve seçimleri küçümseyen sosyalist hareket 90’larda bambaşka bir anlayışla siyaset sahnesine geri geldi. Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nde toplanan 70’lerin sosyalist grupları, ilk zamanlar -özellikle- basında gündem oluşturmayı başardı. Yeni bir sol ve sosyalist söylem inşa edeceklerini belirten ÖDP büyük umutlarla girdiği 1999 genel seçimlerinde sadece yüzde 0,80 oy alabildi. Birçok farklı siyasi grup yan yana gelse de aslında asıl sorun partiyi oluşturan farklı grupların nüfuz edebildikleri bir toplumsal tabanın olmamasıydı. O yüzden ÖDP en örgütlü, en kalabalık ve en umutlu girdiği seçimlerde bile hayal kırıklığına uğradı ve bir daha da bu oy oranına dahi yaklaşamadı.
2017 senesinde Erkan Baş’ın genel başkanlığını yaptığı Halkın Türkiye Komünist Partisi, “heyecanlı” bir kongreyle isim değişikliğine giderek TİP adını aldı. Gezi eylemlerinin ardından siyasi söylemleriyle sosyal medyada hatırı sayılır bir takipçi kitlesi kazanan Barış Atay’ın da TİP’e katılmasıyla belli oranda bir “heyecan” ve “ilgi” yaratmaya devam etti.

TİP’in İmkân ve Sınırları
1960’ların TİP nostaljisini Türkiye toplumu içinde bir siyasi rüzgâra çevirmek mümkün mü? Bugünkü şartlarda pek mümkün görünmüyor.
TİP, HDP ile girdiği siyasi ittifak sayesinde Erkan Baş ve Barış Atay’ı Meclis’e göndermeyi başararak yeniden kamuoyunun önüne daha çok çıkmaya başladı. Ancak TİP sosyal medya gibi alternatif iletişim araçlarını aktif kullanarak ya da Erkan Baş ile Barış Atay’ın kişisel etkileri üzerinden kendisini göstererek yol almaya çalışsa da tüm bunların bir genel seçimde sandığa yansıması çok zor. Çünkü TİP, gerçek anlamda Türkiye toplumunun birçok kesimine seslenebilecek sahici bir siyaset dili kurmuyor. 60’ların TİP’inin en büyük başarısı toplumun değişik kesimleri arasında zayıf da olsa sahici bir bağ kurabilmesinde yatıyordu. Gelgelelim üzerinden çok sular akmış ve artık toplumun belleğinde bir yeri olmayan TİP nostaljisinin sandığa ve kitlelere yansıması olabileceğini düşünmek pek de gerçekçi değil.

TİP, Meclis’teki dört milletvekili ile önümüzdeki dönemde bir şekilde adından söz ettirmeye devam edecektir. Hatta belli ölçülerde TİP’in 90’ların ÖDP’sine göre toplumsal görünümü daha güçlü olan bir parti olduğu da söylenebilir. Hele ki SAADET, Deva ve Gelecek gibi merkezde konumlanan siyasal partileri Meclis’te temsil eden vekil sayısının toplamının iki katına sahip olan TİP’in bu imkanlarının oldukça fazla olduğunu söylemek mümkün. Yine de, HDP’nin Sosyalist Sol ile ittifakının doldurduğu boşluk ve CHP’nin iktidar olma hedefine yakınlığı muhalefette biriken rahatsız seçmenlerin zaten zayıf olan TİP tandanslı alternatiflere yönelme arzusunu zorlaştıracaktır. Bu sebeple TİP’in seçimlerde dikkat çekici bir atılım yapma imkânı bugünkü bölgesel ve küresel siyasi konjonktürde 1960’ların sol/sosyalist rüzgarının olmadığı da düşünüldüğünde çok düşük.

Tüm bunlarla beraber Türkiyeli sosyalistlerin siyaset sahnesinde neden başarılı olamadıkları ve toplumla neden sahici bir bağ kuramadıkları da daha ontolojik bir siyaset tartışmasının konusu olsa gerekir.