Mehmet Şandır

Mehmet Şandır

YENİDEN VE YENİ BİR KIRILMAYA MI SÜRÜKLENİYORUZ?

Ülkemizde geçen hafta ekonomik, siyasi ve sosyal hayatta yaşanan türbülansın bir siyasi tsunamiye dönüşme riski her geçen gün artmaktadır. Muhalefet partileri üzerinde oyunlar oynanmakta, siyasetin dili daha da sertleşmekte, toplumda kamplaşma derinleşmekte ve her kesimde gelecek umudu ve güven duygusu azalmakta; belirsizliğin karanlığında neler oluyor ve ne olacak soruları cevapsız kalıyor; senaryolar havada uçuşuyor!
Yeniden ve yeni bir kırılma noktasına mı sürükleniyoruz?

  1. yılını dolduran AKP İktidarı, bu aşamada tehlikenin farkında olarak, yeni bir “demokrasi ve hukuk reformu” başlatacağını; özgürlükleri genişleteceğini ilan ederek sarmalı kırmak istiyor, ancak, kontrolden çıkan Kovid-19 salgını için temel hak ve özgürlüklerde yeniden ve yeni kısıtlamaları başlatmak zorunda kalıyor.
    Üç yıllık Yeni Ekonomik Programı’nı, “Büyüdük/uçtuk” nutukları eşliğinde açıklayan ekonomi yönetimi/damat vezir, bir türlü kontrol edemediği enflasyon, işsizlik, faiz, yüksek kur, cari açık kıskacında çaresiz kalıyor ve görevlerinden ayrılmak zorunda kaldı; ekonomik göstergeler alt üst oldu. Öğleden önce, “yatırımcıyı faiz lobisine ezdirmem” diyen yeni yönetim, öğleden sonra faizleri yaklaşık %50 oranında artırdı.
    AKP’nin 18. yılını dolduran “tekbaşına - işbaşına iktidarı”, yeniden aldığı yeni ekonomik tedbirler ile dayattığı “acı reçeteyi”, yeniden yeni bir “ekonomi, hukuk ve demokrasi reformu” başlatacağını ve hukuk devleti olmanın gereğini yerine getireceğini vaat ederek topluma hazmettirmeye çalıştığı bir süreçte Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’nın çok ağır ifadelerle hakaret/tehdit edilmesi olayı patladı.
    İktidar partilerinin bu mektup karşısındaki çelişen/tutarsız tavrı tam bir felaketti; Cumhurbaşkanı çaresiz, Cumhur İttifakı bıçak sırtı; hukuk ve demokrasi sınavında bocalıyor! Aşağısı sakal yukarısı bıyık meselesi…
    60 binden fazla vatandaşı ile hakaretten mahkemelik olan Sayın Cumhurbaşkanı, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’na hakaret/tehdit edilmesine sessiz kalmış, tepki göstermemiştir. Daha önce örneği yaşandığı gibi, “Kılıçdaroğlu’nun bu tehdit ve hakareti hak ettiği” yönünde ihsaslarda bulunulması, hukuk, hukuk devleti, “demokrasi reformu yapacağız” iddialarının inandırıcılığını yerle bir etmiş, umut balonlarını patlatmıştır.
    Ayrıca, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın, yapılacak bu reformların, “Ekonomiyi güçlendireceğini, yabancı sermaye yatırımlarını artıracağını” ifade etmesi, adalet ve hukuk devleti talebinin daha fazla ertelenemez olduğu bir süreçte salgın ve ekonomik sıkıntılar içinde kıvranan ve bu reform vaatleri ile ümitlenen toplumu yeniden yeni bir hayal kırıklığı içine sürükledi.
    Toplum, halka acı reçete dayatılırken, paradan para kazananlara/özellikle de yabancılara devlet teminatı verilmesini ve çıkartılan varlık barışı kanunu ile vergiden kaçırılmış servetlerin korunmasının “reform” olarak ilan edilmesi ile yeniden ve yeni bir aldatılmışlık duygusunu yaşadı.
    Bir hafta içinde yaşanan bu çelişkiler, tasarrufların milli para ile yapılmasını ve yastık altındaki birikimlerinin ekonomiye kazandırılmasını isteyen, bu yönde bir seferberlik daveti yapan ve “Ekonomik büyümeyi, kalkınmayı, refahı ve istikrarı sağlamanın en önemli yollarından birinin hukuk devleti ilkesi olduğunu biliyoruz” diyen Sayın Cumhurbaşkanı’nın inandırıcılığını tümüyle bitirdi.
    Adalet Bakanı Sayın Gül’ün, sözleri ise başarısızlığın itirafı mahiyetindeydi.
    Adalet Bakanı, “Hukuk Devleti, demokrasiyi, insan onurunu, insan hak ve özgürlüklerini, yasa önünde eşitliği teminat altına alan, tüm kurumsal işleyişinde, iş ve işlemlerinde kendisini hukukla bağlı sayan devlettir. Hukuk devleti niteliğinin ayrılmaz parçası olarak Yargı’nın 'bağımsız ve tarafsız' olması gerekir. Anayasa Mahkemesi bir karar verip, 'Mahkeme buna uyar mı uymaz mı' gibi bir öngörülebilirliğin olmadığı bir yerde hukuk devletinden bahsedilemez” derken iktidarlarında gerçekleştiremediklerinden dolayı özür diler gibiydi…
    Sayın Gül, Yargı mensuplarına, “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” diye talimat verirken sanki bir yerlere mesaj veriyordu.
    Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Anayasa Mahkemesinin verdiği kararı kabul etmek durumunda değilim, açık söyleyeyim, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” cümlesini 27 Şubat 2016 günü ifade etmişti.
    Kıyamet o gün zaten kopmuştu; Tuz kokmuştu!
    Tüm bu AKP çelişkilerinden sonra doğru sözü Sayın Cemil Çiçek söyledi. “Bize yargı reformundan önce insan ve ahlak reformu lazım”, “Bize topyekun bir tevbe-i nasuh lazım” diyerek gelinen noktanın gerçeğini ifade etti.
    Biz de bir ay önce, 20 Ekim’de, bu köşeden, “Tuz koktu; herkesi, azami sorumluluk anlayışı ve sağduyulu davranmaya davet ediyorum” demiştik.
    BENCE
    Siyasi İktidar, aşağıdaki soruların cevabını samimiyetle ve öncelikle vermelidir;
    Demokrasinin vazgeçilmezi olan muhalefeti savunmayan bir iktidar siyasetinin, “demokrasi reformu” yapacağına nasıl inanacağız?
    Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayacağını açıkça ilan eden bir iktidarın “hukuk reformu” yapacağına nasıl inanacağız?
    Faizleri bir anda %50 artıran bir iktidarın “ekonomi reformu” yapacağına neden inanalım?
    ANCAK,
    Ey Millet!
    İktidara alternatif bir muhalefet siyasetin yaşamasına/gelişmesine kurulan tuzaklara ve senaryolara dikkat edelim. Çaresizlik ve karamsarlık bize yakışmaz!
    Sosyal ve siyasi fay hatlarında yeni bir kırılmaya müsaade etmeyelim!
    ANCAK,
    Ey sahnede gölge oyunu oynayanlar(!)
    Milletin aklıyla oyun oynanmaz, bedeli ağır olur!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Şandır Arşivi