"Yeterince eleştirdik, şimdi çözümleri baştan hatırlatalım.."

Kabus gib anlarda atılan yanlış adımları her gün burada dile getirmiş ve her zamankinden sert bir üslupla uyarmıştım. Alınanlar olmuş, alınsınlar. Başka türlü dikkatlerini çekmek mümkün değil.
Demek ki artık kalbi kırık bir şekilde beni takip ediyorlar, o zaman önereceğim bu çözümlere de dikkatle baksınlar.
• Her şeyden önce “faiz” konusunda bilime ve piyasa gerçeklerine karşı yaklaşım, takıntı ve bağnazlıktan sıyrılmak lazım. Merkez Bankası’nın faizleri yükseltmesi gerekiyor. Bu ülkeyi kurların yükselmesi yoruyor, faizlerin yükselmesi değil. Ancak, hükümet faiz konusunda siyasi bir angajmana girmiş olduğu için diretiyor. Bürokratların ve danışmanların faiz konusunda ısrarcı olmaları, hatta gerekiyorsa istifa etmeleri gerekir. İstifa şerefli bir davranıştır. Korkmasınlar. Liyakatli insanlar her zaman iş bulabilirler. Elbette, bunları oradaki debdebeye alışıp bırakamayanlar için söylemiyorum tabii. Bir de “ben gidersem herşey berbat olur” diyenler var. Yanılıyorlar, herkesin yeri doldurulabilir.
• TL’yi sıkıştırarak Döviz Kurlarını sakinleştirmek, ateşi düşmeyen bir hastanın gırtlağını sıkarak ateşini düşürmeye benzer. “Yanlış reçete ve tedavi uyguluyorum galiba” diyemeyen bir doktor sonunda hastayı kaybeder. TL miktarını azaltarak Döviz Kurlarını durdurma operasyonu daha önce denendi. Sonuçları ortada. Faizleri yükseltmekten başka çare yok. Bu karar geciktikçe zararın faturası büyüyecek.
• Ekonomi Yönetimi “regülatör” yani mevzuat yapıcı görevini hatırlamalı ve “spekülatör” olmaya çalışmamalı. TL’de açığa satış yapanları zarar ettirme hevesi sebebiyle yapılan işlemler Türkiye’ye büyük zarar verdi. Kamuyu kullanarak yapılan aceleci, duygusal, egosal ve fayda vermeyen işlemlerden acilen vaz geçmeli, piyasa kendi dinamiklerine bırakılmalı.
• Ekonominin kırılganlıkları, hayat pahalılığı, işsizlik, döviz kurları, cari açığın sebepleri, dış pazarlardaki durum, ihracatın kg değeri, kredilerin akıbeti, döviz rezervleri ile ilgili “moral vermek” adına sürdürülen altı dolu olmayan propaganda yerine, meselenin farkında olan, gerçekçi ama negatif olmayan bir ses tonuna geçmeli. Piyasaları ve vatandaşı öfkelendirecek bir aymazlık görüntüsü vermemeli.
• İç Borç/Milli Gelir oranında hala kabul edilebilir bir seviyedeyiz. Kamunun buradaki imkanlarını daha fazla kullanarak, kamu bankalarının, EXIMBANK’ın hatta Finans Kurumlarının likidite ve sermaye ihtiyacını karşılamak için seferber etmesi gerekiyor. Sürekli vatandaşları borçlandırarak yola daha fazla devam edilemez.
• Kamu hala tam gaz israfa ve harcamaya devam ediyor. Uçaklardan makam araçlarına, binalardan törenlere, diyanetten belediyelere ve özerk kurumlara kadar kimsenin hayatında bir değişiklik olmadı. Vatandaş bütçesini daraltırken, savurganlık, lüzumsuz harcamalar ve yatırımlar devam ediyor. Bu tip işlemlerden, savurganlıklardan ve rasyonel olmayan işlemlerden vazgeçmek gerekiyor. Ayrıca işler bu kadar kırılgan giderken, Kanal İstanbul gibi mega projeleri gündeme getirip, Türkiye’ye para verecek yatırımcıları endişeye sevketmemek gerekir.
“Cumhurbaşkanlığı Sistemi kim ne derse desin doğru çalışmıyor, revizyon lazım…”
• Dış Ticaret Rejimi 2014 yılından beri enflasyonu sürekli yükselten ilave gümrük vergisi üretiyor, korumacılık önlemlerinin ihracata kalıcı etkisi olmadığı gibi, dış girdi kullanan ihracatçılara eziyet ediyor. Bazı sektörlerin hatta iş insanlarının keyfi için uygulanan vergiler ve önlemlerin acilen ele alınması, sadeleştirilmesi, ekonomik etki analizleri yapılarak raporlanması gerekiyor. Sürekli değişen dış ticaret rejimi yerli ve yabancı yatırımcıları yoruyor. Kurlar yükseldikçe artan maliyetler sebebiyle bu uygulamalar büyük bir hoşnutsuzluk yaratıyor. En çabuk şekilde dış ticaret yaklaşımı değiştirilmeli.
• Kadın ve çocuğa şiddet konusunda dünyanın gündemine oturmuşken, İstanbul Sözleşmesinden çekilmeye çalışmak gibi hiç yakışmayacak, “gericilere göz kırpmak” anlamına gelen davranışlardan uzak durmak gerekiyor. Yatırımcıların en büyük endişesi Türkiye’nin Batıdan kopması değil, Medeniyetten kopması. Maalesef söylemlerimiz ve eylemlerimizle uluslararası camiayı endişelendiriyoruz. Din eksenli siyasi, ekonomik, sosyal ve akademik yapılanmalara gitmenin Türkiye’ye ne kadar büyük zarar verdiğini 15 Temmuz’daki alçakça girişimde gördük. Böyle bir alçaklığa tekrar zemin hazırlamamak gerekiyor. Yabancı yatırımcının endişesi bu konuda giderek artıyor. Bizden söylemesi
• Cumhurbaşkanlığı Sisteminin bu haliyle doğru çalışmadığı ortada. Görev dağılımının daha doğru düzgün yapıldığı, merkezileşen değil aksine inisiyatif veren bir modelin uygulanması gerekiyor. Pandemiye müdahale konusunda bu sistemi övenler, şunu unutuyorlar: Sağlık Bakanının kaldırdığı sokağa çıkma yasağını İç İşleri Bakanı geri getirdi, Cumhurbaşkanı ise tekrar kaldırdı. Yani “sokağa çıkma yasağını iptal eden kararın iptali iptal edildi.” Bunlar 12 saat içinde oldu. Bu gerçekler göz önüne alındığında sistemin düzgün çalışmadığını ve sayısız revizyona ihtiyaç duyduğu anlaşılıyor. Acilen daha düzgün çalışacak bir modelin çalışmasına başlanmalı.
• Bundan başka bakanlıklar-kurullar-komisyonlar-danışmanlar karmaşasına son vermek gerekiyor. Türkiye’ye gelen yatırımcılar taleplerini kime ileteceklerini şaşırmış durumdalar. Gerçekten doğru çalışan unsurları muhafaza edip, çalışmayanları lağvetmek gerekiyor. Hem karmaşa oluyor, herkes herkesin işine karışıyor, maaşlar ve özlük hakları da ayrıca maliyet oluştruyor. Çabucak kurtulmak lazım bu keşmekeşten.
• Planlama Türkiye’de ölmek üzere. Hatta öldü. Hemen Planlama Teşkilatını tekrar oluşturup başına da gerçekten bu işten anlayan insanları atayarak bu konudaki savruk halimizi bertaraf etmeliyiz.
• İstanbul ve Ankara’yı kaybettikten sonra bu şehirlerdeki belediyeleri işlevsiz kılmak adına yapılan idari ve siyasi işlemlere son vermek gerekiyor. Yaklaşan İstanbul Depremi ve Pandemi’nin tekrar hızlanması çerçevesinde vatandaşa hizmet ulaştırılmasının engellenmesi, sadece ulusal bazda değil uluslararası bazda izlenen tuhaf bir durum haline geldi. Türkiye’de siyasetin bu hale gelmesi her gün yabancı basının konusu olmakta. Bu tavırdan acilen vazgeçmek gerekiyor.
Bunları neden sıraladım ? Çünkü Türkiye’nin tasarrufları yeterli değil, rezervleri de net olarak negatifte. Yabancı Yatırımcının parasına ve Yerli Yatırımcının cesaretine ihtiyacımız var. Yabancı kaynağın gelmesini engelleyecek işlere imza attığımız ve yerli yatırımcının cesaretini kıran uygulamalar yaptığımız sürece, kamunun manevralarıyla başımıza geleceklerden kurtulamayız.
Bakın 2013 yılından beri Dolar/TL yükseliyor. Hesabı siz yapın, 1.20 TL’den 7.30 TL’lere yükseldi Dolar. Çok hızlı şekilde fakirleştik. Eskiden “Türkiye Yükseliyor” diyenlere tebessümle bakılıyordu. Şimdi ise halimize bakmadan “uçuyoruz” demeye başladık. İnandırıcılığımızı kaybediyoruz. Belki de aleyhimize gelişen en önemli olay bu.
Çok acil olarak yukarıdaki maddelerin ışığında “ne yaptığını bilen insanlarız merak etmeyin” şeklinde bir algı oluşturmalıyız. Eğer yukarıda saydıklarıma “bizim politikamız bu değil” diye itiraz eden arkadaşlar olacaksa cevabım şu: “Sevgili kardeşim senin bahsettiğin politika değil zaten, günü kurtarmak.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Alkin Arşivi