YILDIZLAR YALAN SÖYLEMEZ

Ne yazık ki tarih, endişe ve korku, ekonomik krizler, terör, salgınlar, göç dalgaları, ekolojik felaketler ve saldırganlığa meyleden türedi diktatör bozuntularıyla yüklü bir paketi getirip insanlığın önüne bıraktı. Bu diktatör bozuntuları, liberal anlatının doyurmayı beceremediği ruhları ve bedenleri ham hayallerle ve hamasetle efsunlayıp felç ederek hukuksuz, boğazına kadar yolsuzluğa batmış kirli iktidarlar oluştura geldiler. Bugün insanlık, batının ikiyüzlülüğü ile, buna karşı başkaldırı diye pazarlanan sahtekarlık arasına sıkışmış görünüyor.

25 – 30 yıl önce okuduğum büyüleyici bir hikayede, diktatörlerin kaçınılmaz sonunu gösteren çarpıcı bir metaforla karşılaşmıştım. Mario Benedetti’nin ‘Yıldızlar Yalan Söylemez’ başlıklı bu öyküsü, Uruguay’da oportünist siyasetçi Bordaberry’nin yol vermesiyle ete kemiğe bürünen ucube bir askeri diktatörlüğün, ülkenin ücra bir köşesinde, bir zamanlar kendi halinde ve barış içinde yaşayan küçük bir kasabada yol açtığı insani tahribatı anlatıyordu. Benedetti’nin öyküsü ana hatlarıyla şu şekilde akıyordu: Askeri diktatörlüğün hukuksuzlukları tüm hızıyla ülkeye yayılırken bu kasabaya da uğrayıp zorbalık virüsünü bulaştırmıştır. Uzun yıllar boyunca kasabadaki güvenlik bürokrasisinin şefliğini yapan birisi, kasabada doğup büyümüş bir adam, herkesin tanıdığı, güvendiği, eski dost ve komşu acayip bir dönüşüm geçirir ve kasabalılara üstünlük taslamaya, türlü zorbalıklar yaparak insanları hayatından bezdirmeye başlar. Eski hukukları gereği, adamın çocukluk arkadaşı, neredeyse bütün yaşamları birlikte geçmiş olan kasabadaki tek gazetenin sahibi ve yazarı onu karşısına alıp konuşmayı dener, ondan kendisine gelmesini, bu davranışlarından vazgeçmesini rica eder. Fakat adam kendini bu sapkınlığa iyice kaptırmıştır; arkadaşını dinlemeyecek, aksine zorbalığının dozunu arttıracaktır. Bunun üzerine gazeteci, yıldız falı köşesinden eski dostu, yeni diktatör bozuntusuna ince mesajlar göndermeye başlar. Adamın burç yorumuna; ‘zorbaları bekleyen yegane gelecek tarihin çöplüğüne atılmaktır’ gibi bir şeyler yazar. Arkadaşı mesajı alınca onu arar ve bunu tekrarlamamasını ister ondan, fakat gazetecinin geri adım atmaya niyeti yoktur. Ertesi hafta, ‘bir zorba kendisini belki çok güçlü hisseder, ama bu his aslında onun ezikçe zayıflığının bir ürünüdür’ babında bir yorumda bulunur. Gene telefon gelir, gazeteci aldırmaz, yazmaya devam eder, zorba daha da saldırganlaşır, gazeteci ise yorumlarını sertleştirir; diktatörlerin kaçınılmaz sonunu haber veren bilgece öngörüleriyle adamı çıldırtır. Sonunda, adamın yıldız falında, onun üç vakte kadar öleceğini söyleyen son bir öngörüde bulunacaktır. Zorba için, gazetecinin bu son hamlesi bardağı taşıran son damla olmuştur. Hemen yerinden fırlar, doğruca gazetenin yolunu tutar, hışımla eski arkadaşının ofisine dalar, bağırıp çağırmaya, tehditler yağdırmaya başlar, bu yıldız falı işine hemen bir son vermesini buyurur ama öncesinde son bir kez, onun yıldız falına hemen ertesi gün şöyle yazacaktır: Zorbalar huzur içinde, mutlu ve uzun bir yaşam sürecektir… Gazeteci hiç istifini bozmaz, adamın sözlerini bitirmesini bekler, sonra usulca çekmecesine uzanır, silahını çıkarır ve hiç tereddüt etmeden eski dostunu vurur. Yerde yatan adama bakarken şöyle söylediği duyulmuştur: Yıldızlar yalan söylemez!

LİBERALİZMİN EŞİTLİKLE İMTİHANI

Yıldızlar gerçekten de yalan söylemediler ve bir ara Latin Amerika coğrafyasında pıtrak gibi çoğalan bu zorba rejimler belki 10 – 20 yıl süreyle tarihi acı acı kanattıktan sonra teker teker yıkılıp gittiler ve kendilerine, dünyaya hakim olmaya çalışan iki büyük anlatı arasında güvenli bir sığınak arayan bazı toplumlara, soğuk savaş boyunca karanlık savrulmalar yaşattıklarıyla kaldılar. Bu pespaye üçüncü dünya diktatörlükleri komünizm tedirginliğinin bir ürünü olduğu kadar, toplumsal hayattaki demokrasi kültürü noksanlığının da bir sonucuydu. Komünizme karşı liberal-kapitalist dünya düzenini hakim kılmaya çalışan batıdaki iktidar odakları, kendilerine benzeyemiyorlarsa, komünist de olmasınlar diye, arayış içindeki bu toplumları ateşe atan diktatörlükleri ikiyüzlüce desteklemekten maalesef geri durmamışlardı. Eğer bugün hala, sağda solda bu güdük diktatörlüklerden feyz alan otoriter liderlere rastlıyorsak bunun sebebi liberal – kapitalist dünya anlatısının, kökleri 2500 yıl öncesine dayanan demokrasi idealini eşitlikçi bir dünya görüşüyle buluşturmayı bir türlü başaramamış olmasıdır.

BİN YIL SÜRMEYECEK!

20. Yüzyıl başındaki büyük savaş dünyayı tek başına kuşatacakmış gibi görünen liberal demokrasi düşüncesini ve bu ideoloji üzerine inşa edilen kapitalist toplum düzenini afallatan önemli bir kırılma yaratmıştı. Medeni dünyanın içine düştüğü bu boşluktan faşist diktatörlükler ve komünist rejimler doğdu. Faşizm başta Avrupa coğrafyasında olmak üzere tüm dünyaya milliyetçi bir dünya görüşünü transfer ederek savaşların ve ekonomik krizlerin hallaç pamuğu gibi attığı toplumları uyuşturmayı başarmıştı. Bu faşist rejimler, gerçeğin alabildiğine tahrif edildiği fütüristtik bir dünya görüşünü tedavüle sokarak geçmişi doğrudan geleceğe bağlamayı vadettiler fakat ömürleri, neyse ki çok uzun sürmedi. Bu tarihsel yolculuğun görece kısa vadede nihayete ermesinin birbirine bağlı iki temel sebebi olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi, faşist diktatörlüklerin en güçlü örneklerinin büyük imparatorluk tecrübelerine ve geçmişine sahip toplumlar içinde filizlenmiş olmasıydı. İspanyol, İtalyan, Alman veya Japon toplumuna bin yıl sürecek modern imparatorluk düşleri kurdurtmak için elde yeteri kadar kültürel malzeme ve hikaye mevcuttu, ama böylesi bir tarihe sahip olmayan toplumları faşist ideoloji ile motive etmek veya gerçek üstü düşlere inandırmak kolay değildi. Bağlı sebepse, faşizmin bugünün değil, tarihin fütürizmine yaslanmasıydı. Faşizm geçmişle gelecek arasında yaşananları, yani güncel gerçekliği zamanın kumaşından söküp çıkarmak istiyordu, çünkü bugüne, güncelin getirdiklerine ve yaşanmakta olan hayata dair bir şeyler söyleyebilme konusunda maluldü. Bu durum faşizmin, tüm insanlığı etkisi altına alabilecek kuşatıcı bir anlatı oluşturabilmesini engelledi ve dünyayı, bu ideolojinin şekillendirdiği rejimleri içe kapalı, insanlığa hiçbir faydası dokunmayan, yıkıcı, saldırgan bir toplum düzeni üretmekten öteye gidemeyeceği inancında birleştirdi. Modernite tarihi boyunca bir alçalıp bir yükselen milliyetçilik dalgalarının liberal – kapitalist dünya düzeninin kriz anlarında ya emperyalizm karşıtı bağımsızlık hareketlerine, ya ulusalcı karakteri ağır basan komünist devrimlere, ya da kısa ama acılı askeri darbe ve diktatörlüklere evirilecek kadar ileriye gidebilmesi ve bin yıl sürecek faşist diktatörlüklere dönüşememesi bunların sadece hamasete ve yalanlara dayanan ideolojik sığlıklarının bir sonucu olması muhtemeldir.

‘KÜÇÜK KOMUNİST’ TARİH SAHNESİNE ÇIKAMADI

Liberal – kapitalist medeniyet anlatısının 20. Yüzyıl başındaki büyük krizine bir yanıt veya tepki olarak ortaya çıkan komünizm ise güçlü bir toplumsal iddia ve kuşatıcı bir ideoloji olarak modern zamanlara bir yere kadar damgasını vurmayı başarabildi. Komünizm, ‘dünyanın bütün işçileri birleşin’ söylemine dayanan evrensel bir anlatıydı ve fütürizminin kökenlerini tarihte değil bugünde, kapitalizmin kıyasıya sömürdüğü, açgözlülüğüyle yıkıma uğrattığı ezilen halkların, emekçilerin kalbinde bulmuştu. Ama, tüm insanlığı kucaklama iddiasındaki bu anlatı, ‘proletarya diktatörlüğü’ arayışının demokrasi ile çelişiyormuş gibi görünen kulak tırmalayıcı yan anlamında yırtıldı. Komünizm, eşitlikçi dünya görüşünü bireysel özgürlüklerle buluşturamayan, sadece kapitalizmin yalanlarını ifşa etmeye odaklanmış propagandist bir ideoloji olarak etiketlendi. Zaman içerisinde, bireyi devreye sokmadan, bir başka deyişle onu yetkilendirmeden tüm insanlığın mutlulukla ve inanarak sırtlayıp taşıyabileceği evrensel bir ideolojiyi yerleştirmenin güçlüğü anlaşılacaktı. Komünizm uzun vadede, kapitalist toplumun küçük burjuvası gibi bir tipi; ‘küçük komünisti’, yani toplumun taşıyıcı orta tabakasının düğüm noktasını sahneye çıkaramadı ve güçlendiği yüzyılın sonlarına doğru liberal anlatı karşısında yenilgiye uğradı.

RUSLARIN DİKTATÖRÜ YALNIZ RUSLARI MI İLGİLENDİRİR?

Kimileri bu neticeyi tarihin sonu şeklinde tanımlama gafletine düşmüştür. Güya liberalizm, yeni versiyonuyla, kapitalizmi küreselleştirerek dünyaya hakim tek anlatı olacaktı, olmadı! Aksine tarih, endişe ve korku, ekonomik krizler, terör, salgınlar, göç dalgaları, ekolojik felaketlerle yüklü bir paketi getirip insanlığın önüne bıraktı. Bu noktada çağımız, kaçınılmaz olarak, kapitalizmin bütün krizlerinde olduğu gibi, dünya coğrafyasının çeşitli yerlerinde batı karşıtlığı tezine tutunan otoriter liderleri yeniden sahneye çıkardı. Bu diktatör bozuntuları, liberal anlatının doyurmayı beceremediği ruhları ve bedenleri ham hayallerle ve hamasetle efsunlayıp felç ederek hukuksuz, boğazına kadar yolsuzluğa batmış kirli iktidarlar oluştura gelmekteler. Bunlardan, Putin gibi kendisini dev aynasında gören bazılarının yozlaşmış düzenlerini sürdürmek için sağa sola saldırması, bin yıllık akrabalarının tepelerine bombalar yağdırması sürpriz değildi. Asıl sürpriz, kendi toplumuna da, dünyaya da hiçbir anlamlı şey söyleme ihtimali bulunmayan bu tip bir zorbanın ülkemizdeki ve dünyadaki bazı aklı evveller tarafından, batının başarısızlıklarını görünür kıldıkları gerekçesiyle sempatiyle karşılanması oldu. Sanki Hitler bir masal kahramanıymış gibi, ‘Rusya’nın diktatörü Rusları ilgilendirir’ diyenleri duyuyoruz. Kendini solcu olduğuna inandırmış bir takım ‘eski tüfeklerin’ ve Avrasyacıların anlayamadığı bir şey var: Eksik demokrasinin panzehri daha eksik demokrasi veya batıya başkaldırı diye aksettirilen pejmürde güç gösterilerine taviz vermek olamaz. Batının ikiyüzlülüğü dediğimiz şeyle mücadele etmek için sarılmamız gereken yegane şey eşitlikçi dünya görüşünden taviz vermeyen daha radikal bir demokrasidir. Bugün neo-liberalizmin iddialarını çatır çutur eze eze ve baş döndürücü bir hızla ilerleyen tarihin içinden tüm insanlığı bir bütün olarak kucaklayacak yeni bir anlatı çıkarabilir miyiz diye düşünmek varken diktatör bozuntularının peşine takılmak yersiz. Uzun, huzurlu yolculuklara ihtiyacımız var bizim, diktatörler oysa, kısa mesafe koşucularıdır, tıknefestir onlar, bir yerde mutlaka tökezleyip düşecekler. Zira, unutmamak lazım: Yıldızlar yalan söylemezler!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serhat Güney Arşivi