Nur Erdem Özeren

Nur Erdem Özeren

Yıllar geçti, öğretmen sayısı arttı “Eğitim”de nasıl reform yapacağız?

Bir süre önce akademik camianın kalitesinin düşüşü ile ilgili bir yazı yazmıştım. Akademisyenler gibi öğretmenlerde de sayı fazla hızlı artınca, aynı sıkıntı orada da yaşanıyor.
Geçtiğimiz günlerde, eğitime gönül vermiş ve yıllardır emek veren Türkiye Özel Okullar Derneği Başkanı Nurullah Dal’ı Covid-19 nedeniyle kaybettik. Tekrar, eğitim dünyasının başı sağ olsun, mekanı cennet olsun. Yıllarca eğitim camiasına büyük emekler veren Nurullah Bey, pandeminin ilk günlerinde öğretmenlerle ilgili bir açıklama yapmıştı. Ben de söyledikleri genelleme gibi algılansa da bazı öğretmenler için hala doğru olduğunu düşünüyorum. Ama önceki yazıda da söylediğim gibi, eğitim camiasının dokunulmazlığı var, eleştiremiyorsunuz. Aynı camia içinden kendine öğretmen denen birileri, rahmetli Dal’ın ölümü için bir eğitimciye değil bir insana bile yakışmayan sözlerle, insanın eğitimci olmasının kusursuz olması anlamına gelmediğini, hatta utanılacak insanlar da olabileceğini bize bir kez daha gösterdiler.
Ne oldu da “nerede o eski eğitimciler, öğretmenler” demeye başladık? Önce sayılara bakalım.
Son 20 yılda, öğretmen sayısı 400 bin civarından 1 milyon 150 bine çıktı. 100 bini sözleşmeli olan öğretmenlerimizin 180 bini de özel sektörde. Eğitimci sayımız, 8 yıllık eğitimin 12 yıla çıkması nedeniyle bu kadar arttı elbette.
Bir de İmam Hatip Lisesi ve Ortaokulu sayımızda benzer artışlar var. Ancak talep aynı seviyede değil. Bin 500’ten fazla İmam Hatip Lisesi, 3 bin 500’ten fazla İmam Hatip Ortaokulumuz var. Sayısı artmayan Fen Liselerimiz, içi boşalmış, eğitiminin eskisi ile ilgisi olmayan Anadolu Liselerimiz var.
Sayısal olarak bu kadar büyürken eğitim camiası, eğitim neden istediğimiz nitelikte değil? 20 yıldır tercih danışmanlığı yapan biri olarak, öğretmenlik tercihinin nasıl yapıldığına dair gözlemlerimi eklemek istiyorum. 2000’li yılların başında, “iş garantisi var” düşüncesi ve atanma garantisi ile seçti gençler öğretmenliği. Ardından ise “atanamayan öğretmenler”i konuşmaya başladıktan sonra, puanı istediği birçok yere tutmayan gençler öğretmenlik seçmeye başladı. Yani, “çocukların ve gençlerin hayatına dokunmak isteyen idealist öğretmen” sayımız da, oranımız da azaldı her geçen yıl.
Hala çok var; saygı duyulması gereken, zor şartlara rağmen harikalar yaratan, sürekli öğrenmeye çalışan, mesai saati saymadan öğretmenlik yapan öğretmenlerimiz. Ancak mesai sayan, boş gün sayısını 2 gün yapmak isteyen, uzaktan eğitime adapte olamayan binlerce öğretmenimiz var ne yazık ki ve biz asıl onları harekete geçirirsek eğitimde kaliteyi arttırabiliriz. Sorun tespiti yapmadıkça, imza atmak için projeleri “yapmış gibi” yaptıkça, çocuklarımızı kurtaramayacağız. Ne yazık ki kağıt üstünde çok şey yapılır Milli Eğitim camiasında, her türlü sorunun tespiti yapılmış ve çözümü üretilmiştir, ama gerçekten uygulama ve verimlilik düşük. Çünkü üst yönetim baskısı ve kaygısı ile herkes “imzasını eksiksiz atma” peşinde.
Peki, düzelebilecek mi? Her şey güzel olacak mı eğitim camiası için? Bunu anlamak için Sayın Cumhurbaşkanı’nın reform istediğini söylerken kullandığı cümlelere bakalım… Önce tespitlere bakalım…
“Eğitim-öğretim görüyorlar ama çoğu alanda kendini geliştirmiş insan kapasitesine sahip değiliz. En haklı konularda bile dünyaya kendimizi anlatamıyoruz. Her okul seviyesinde öğretime ağırlık verilirken eğitim kısmı ihmal edilmiştir. Özellikle medyanın etkisiyle geleneksel eğitim öğretimin gücü azalırken yerine daha iyisi konulamamıştır. Önümüzdeki dönemde önceliğimiz aileden başlayarak çocuklarımızı hakkıyla yetiştirmek şarttır. Bu değişim sıradan müfredat tadilatından ziyade topyekun eğitim-öğretim reformu gerektirir. Ortaokul dönemini çocuklarımızın zihni ve fiziki kabiliyetlerini keşfetmeye, onları geleceğe doğru alanlarda hazırlamaya yönelik anlayışla şekillendirmeliyiz.”
Şimdi de çözüm yöntemlerine dair yaklaşıma bakalım…
“Kimsenin fikri iktidar arayışından rahatsız olmaması gerekir. Bu arayışa herkesin katkı sağlamasını bekliyoruz. Bize lazım olan ilhamını gelenekten alan yenilikçiliktir. Ne milletimizin, inancımızın birikimine sırtımızı döneceğiz ne de modern insanlığın sunduğu imkanlara. Yapmamız gereken kendi medeniyet birikimimize uygun nesiller yetiştirmektir. Evlatlarımızın zihinleri batının popüler kültür ve sapkın hezeyanlarla doldurulmuştur.
Tek ihtiyacımız olan değerlerini iyi bilen, kültürüne, tarihine sahip çıkan insanlar yetiştirmektir. Diğer hususlar için endişe etmeye gerek yoktur. Onlara sahip olabilmeleri için yeterli eğitim-öğretim hayatı vardır.”
Bu açıklamalardan sanırım nasıl bir reform hedeflediğimiz anlaşılıyor. Neden daha çok İlahiyat mezunu okul müdürü ve Milli Eğitim yöneticisine sahip olduğumuzu da açıklıyor bu hedef. Öğretmen ve yönetici atamalarında şaibeleri ortadan kaldırıp liyakati ön plana çıkarmadan gerçek reform bir hayal gibi görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nur Erdem Özeren Arşivi