Yine, yeni, yeniden

Ülkemiz iki haftadan daha uzun bir süredir deprem felaketine teslim. Kaybedilen, yitip giden binlerce can. Bir de bu canların yongası olan binlerce konut ve işyerinin yıkılması, ürünler ve hayvanların telef olması. Bu yaşanılanlara yürek dayanmıyor. Deprem enkazından sağ çıkarılanlarla avunurken, pazartesi günü art arda iki deprem daha yaşanması henüz dinmeyen korkuyu daha da perçinledi. Her ne kadar yaşadığımız bu son felaketin ana suçlusu müteahhitler olarak değerlendirilse de geniş çerçeveden bakıldığında elbette ki bu suçun bir birçok aktörü ve faktörü var. Projeleri hazırlayanlar, uygulayanlar, oturma izni verenler, imar afları, ihale şartnamelerinin iyi hazırlanmaması, denetim mekanizmalarının iyi işlememesi ve daha pek çok unsur sıralanabilir.

Aslında bu yaşanılanlar 1999 ve sonrasındaki depremlerden hiç ders çıkarılmadığını, bilim ve bilim insanlarına kulak verilmediğini de gösterdi. Elbette ki deprem, engellenemez bir doğal afet. Ama sonuçları hiç şüphe yok ki engellenebilir. Yaşadığımız bu deprem felaketindeki kurtarma çalışmalarında, yardımların toplanması ve dağıtılmasındaki koordinasyon ve teçhizat yetersizliğine ek olarak fon yetersizliği ve depreme yönelik kaynakların doğru alanlara kullanılmadığı gözlemlendi. Bu nedenle kurumların en kısa sürede afet eylem planı hazırlaması ve bunları koordine edecek kurumsal bir yapılaşma yani Afet Bakanlığı’nın kurulmasının önemi ortaya çıktı.

Çok büyük bir coğrafi alanı ve çok büyük bir nüfusu etkileyen depremin aynı zamanda ekonomik alanda da birçok yan etkisi görülecek. Zira ülkemizde özellikle enflasyonla doğru yöntemlerle mücadele edilmemesinin bedelinin ağır makroekonomik sorunlarla ödendiği bir ekonomik konjonktürde yaşanılan deprem, sorun yumağını daha da büyütücü bir etki yaratacak.

Bu etkilerin hepsini bu yazıda irdeleyebilmek mümkün değil. Ancak deprem nedeniyle yıkılan işyerlerine ve kaybedilen işgücüne bağlı olarak arzda görülen daralma ve üretim faaliyetlerinin azalmasının elbette ki işsizliği artırması ve yoksulluğu daha da görünür kılma ihtimali yüksek.

Bu nedenle işçi ve işverenin geleceği ile ilgili endişeden dolayı dün Resmi Gazete’de yayımlanan kararname ile deprem bölgesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından belirlenen işyerlerinde kısa çalışma ödeneği ödenmesi ve düzenlemeyle belli şartlar kapsamında işverenlere OHAL süresince işten çıkarma yasağı getirildi.

Ayrıca istihdamın korunmasına yönelik bazı tedbirler kapsamında her türlü iş sözleşmesi, OHAL süresince; ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri sebepler, belirli süreli iş veya hizmet sözleşmelerinde sürenin sona ermesi, işyerinin kapanması ve faaliyetinin sona ermesi, her türlü hizmet alımları ile yapım işlerinin sona ermesi halleri dışında işveren tarafından feshedilemeyecek. Ancak kararnamede işten çıkarma yasağının istisnalarının olması, önemli bir eksiklik olarak karşımıza çıkıyor.

Öte yandan bu kararlar dışında deprem yaşayan illerin, kalkınmakta öncelikli bölge ilan edilmesi de bir zorunluluk. Zira alınan bir dizi geçici önlemler (elektrik ve doğalgazdan güvence bedeli alınmayacak olması, OHAL süresince banka ve mali kuruluşların bağış ve yardım sınırlamasına muafiyet tanınması, SPK tarafından depremden etkilenen şirketlere bilanço açıklama için ek süre verilmesi, KGF paketinin 350 milyar TL’ye yükseltilmesi, kamu bankalarının afet bölgesine uygun şartlı kredi vermesi) orta ve uzun vadeli sorunlar için yeterli olamayacak.

Ayrıca felaketin sonrasında yeniden inşa süreci içerisinde beyaz eşya, mobilya ve konut gibi pek çok sektöre talebin yansıyacağını da düşündüğümüzde arz talep dengesizliğinin ve fırsatçılık mekanizmasının devreye girmesinin kronik sorun olan enflasyonu yukarı yönlü baskılayacağı çok açık.

Özellikle konut alanındaki fırsatçılığın konut fiyatlarını yükseltmesi, çiftçilik ve hayvancılık faaliyetlerinde görülen azalmanın da gıda enflasyonunu tetiklemesi söz konusu. Ana harcama grupları içerisinde ocak ayında gıda enflasyonunun yüzde 71, tarım ÜFE’nin yüzde 142 olması ve aralık ayına ilişkin tarımsal girdi fiyat endeksinin ise yüzde 103 olarak gerçekleşmesi dışında TÜİK’in ocak ayında TÜFE sepetini güncellemesine bağlı olarak konutun sepetteki ağırlığının yüzde 16,42 gıda ve alkolsüz içeceklerin ise yüzde 25,43’e çıkarılması önümüzdeki aylarda fiyat düşüşü sağlayacak bir verinin gelmeme ihtimalini yükseltiyor.

Her ne kadar çiftçiye yönelik olarak borçlarının altı ay ertelenmesi, Çiftçi Kayıt Sisteminde OHAL süresince kota sınırının kaldırması, zarar gören ve afet bölgesi ilan edilen illerde kayıtlı çiftçiler için 2022 üretim yılı mazot ve gübre destekleme ödemeleri (2,8 milyar TL) nakit olarak gerçekleştirilmesi ve Ziraat Bankası ile Tarım Kredi Kooperatiflerince (Tarım Kredi) düşük faizli kredi kullandırılmasına ilişkin kararlar kapsamındaki kredi borçlarının 1 yıl ertelenmesi olanağı getirilse de ekonomik yaraları sarmadaki yeterliliği tartışma götürür.

Nitekim FAO deprem sonrası çiftçilerin acil nakit yardımına ihtiyacı olduğu değerlendirmesini yaptı. Tarım ve hayvancılık alanında üretimin sürdürülebilirliği için uzun süreli nakit desteği önem taşıyor.

Ayrıca kırsal kalkınmaya önem verilerek dönüşümün sağlanması da gerekiyor. Sonuç itibariyle depremin yaralarının suni önlemlerle veya geçici bağışlarla sarılması yeterli bir çözüm değil. Ancak kamu erkinin nakit desteği ve yardımlarının bütçenin yükünü artırarak enflasyonu daha da körükleyeceği de bir gerçek.

Bu nedenle karmaşık bir ekonomik ortama, yaşanılan deprem felaketi de eklenince sorun yumağını çözülebilir bir büyüklüğe indirgeyebilmek kolay görünmüyor.

Çünkü yeni sorunlarla yüzleşiliyor. Bunun için karar alıcıların planlama yapması çok önemli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi