YOZ

Son Güncellenme Tarihi: Ocak 15, 2022 / 12:10

Yağdanlık ve mumla aydınlatılmış dehlizlerde ve dizili kapıların ardında neler yaşandı neler.. Köylünün, çiftçinin ürettiği ne varsa tanrı adına ellerinden aldılar. Korkunç bir bilgisizlik, doğa şartlarının zorluğu, dönemsel hastalıklarla heba olan hayatlar, dönüşümlü yaşanan kıtlık derken halkın manevi dünyasını “derli toplu” tutmak lazımdı. Bir boyun eğiş, bir sığınış, tevekkül yaratmak, korkutmak lazımdı. Orta çağın Hz. İsa’sı şimdiki gibi bağışlayıcı ve sevgi dolu değildi.

Tam tersine, korkulmalıydı ondan. Öç alıyordu, kenara yazıyordu, alacaklarını. Alacak listesi uzadıkça uzuyordu. Kesilmiş, tütsülenmiş et, mevsimine göre sebze, tavuk, yumurta, işlenmiş deri, yün ve halkın arasından seçilmiş eli yüzü düzgün oğlanlar, arada kızlar. Hepsi İsa adına alınıp manastırda tüketiliyordu. Tanrı kelamını yorumluyorum diye kendine ayrıcalık kazandıranlar küçük bir zümreydi ama etkileri büyüktü. İlk orta çağın orta Avrupası böyleydi, işte.
Dünyada söylenecek bir söz, anlatacak bir öykü kalmadı, her şey yapıldı diyeniniz varsa, yanılıyor. Bozuk kafaların dayattığı manevi dünya yorumları cehalet var olduğu sürece var olacak. Bu dünyanın hallerine uygun olarak kendini gerçekleştirme fırsatı verilmeyenlerin, kalıpları sorgulamayanların önüne tanrı kelamı yorumu diye koyulan metinler sevgisiz, kindar, intikamcı kafaların ürettiği kötülük metinlerinden başka bir şey değil. Dinde reform yirmi birinci yüzyılın önümüze çoktan getirdiği bir demir leblebi olmaktan çıkartılmalıdır. O leblebi yenmelidir. Aksi takdirde katmerlenerek devam eden bu bilgi çağında sanki değişen bir şey yokmuş gibi çaresizlik duygusu içinde ve zorla boğulan nice genç, hayatına kendi elleriyle son verecek.

İnsan hayatında gerçekten zahmete, yapmaya ve yaşamaya değer olan nedir? Aristo, sormuş bunu. İnsan hayatı bunu aramakla geçmemeli. Yapılmaması gerekenlerin listesi çağlar boyunca o kadar uzadı ki.. Sennett’in mealen söylediği gibi; inanç, günah ve umutsuzluk ibadethanelerin rutubet kokan duvarlarına sinmiştir, kutsal kitapların yorumunun, yorumununun yorumuna dönüşmüştür. Yorum karmaşasını kendi mezhebine göre yeniden yorumlayan otorite, kapıların sadece kendine açılması için fırsat üstüne fırsat yaratmıştır. Halk için bir otorite arayışından söz edilirken altı çizilmesi gereken sözcük “arayış”tır, diyor Richard Sennet. Zamanın gerçekte asla izin vermediği teselliyi tıpkı orta çağda olduğu gibi bu otorite(ler) mi sağlıyor? Arayış bir devamlılık için mi gerekli? Kabul ediniz ki, bu arayış sinir bozucudur. Ancak, sinirlendiğimiz sürece bu arayışın sona erebileceğine bizi inandırmaya çalışan tarikat otoritesine karşı özgürlüğümüzü koruyabiliyoruz. Yine Sennett yazmıştı bunu, bir yerlerde.

Bir yanda asla varsayımlara dayanmayan bir tıp eğitimi alıyorsun. Diğer yanda sana ait, sadece senin olan manevi dünyanda kendi başına ve özgür bırakılmıyorsun. Keşke sinirlenseydin, Enes.
Ölmezdin o zaman, belki..
Annen ağlamazdı.
Çok.
İnsan tecrübesi dini otoriteye ihtiyaç duyar. Zamanın ruhunu yakalayan otoriteye..

Aytuna Tosunoglu

Ankara’da 1963 yılında doğan Aytuna Tosunoğlu’nun çocukluğu İzmir ve Malatya’da, öğrencilik yılları İstanbul ve Londra’da geçti. 2002 yılına kadar çeşitli çokuluslu şirketlerde çalıştı. “Müseccel Marka”, ilk öyküsünü on altı yaşında yazan Aytuna Tosunoğlu’nun ilk romanı.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top