YUSUF ATILGAN ANAYURT OTELİ’NDE KALIR

YUSUF ATILGAN ANAYURT OTELİ’NDE KALIR
“İstasyona yakın Anayurt Oteli’nin katibi Zebercet üç gün önce Perşembe gecesi gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının o gece kaldığı odaya girdi, kapıyı kilitledi, anahtarı cebine koydu.”Güçlü romanlar güçlü cümlelerle...

“İstasyona yakın Anayurt Oteli’nin katibi Zebercet üç gün önce Perşembe gecesi gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının o gece kaldığı odaya girdi, kapıyı kilitledi, anahtarı cebine koydu.”

Güçlü romanlar güçlü cümlelerle başlar.

                J. D. Salinger’ın lanet ama bir o kadar da sevilesi ergeni (kitap okur, kompozisyon yazar, arabalarından konuşan sıkıcı “herif”leri sevmez) Holden Caufield, Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın kapısını şu müthiş cümleyle açar. “Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum.” Sadece bir açılış cümlesi bile okuru gerçek hatta “harbi” bir karakterle karşı karşıya olduğu hakkında uyarır. (Bu romana özel bir önem atfettiğimi söylemeden edemeyeceğim, çocukluğumun bir kaç yılı kendimi Holden sanarak geçti, şimdi bile arada bir içimden sesini yükseltir, ben de ona susması gerektiğini söylerim.)

                Kafka’nın Dönüşüm’ü “Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu” diye başlarken kahramanın otoriteyleolan sorunu/sorunsuzluğu halini daha ilk cümlede hissettirir.

                Tostoy’un Anna Karenina’sıysa "Mutlu aileler birbirlerine benzerler. Her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır." cümlesiyle açılır. Pek çok okuyucunun bir yasak aşkın öyküsünü okuyacağını bilmesine/sanmasına neden olan bu açılış, belki de Tolstoy’un birazdan lezzetli yasak aşk sosu altında, din, devlet, aile ve yaşamla ilgili düşüncelerini anlatacağı gerçeğini maskeler.

                Evet, bu uzunca sayılacak girizgah Yusuf Atılgan’la ve onun Anayurt Oteli’nin daha ilk cümlesinde bu kısa ama bir o kadar da yoğun romanın özetini yapıvermesiyle ilgili. Şöyle der ilk cümle: “İstasyona yakın Anayurt Oteli’nin katibi Zebercet üç gün önce Perşembe gecesi gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının o gece kaldığı odaya girdi, kapıyı kilitledi, anahtarı cebine koydu.”

                Bu cümle şimdilik burada dursun...

                Bilgi Üniversitesi, Karşılaştırmalı Edebiyat bölümü son sınıf ders programındaki iki sömestrlik Türk Edebiyatı dersinin sonucunda ortaya çıkan ürün “Zebercet’ten Cumhuriyet’e Anayurt Oteli” adını taşıyor. Çalışma, aynı zamanda dersi veren Murat Belge’nin açılış “İnceleme”siyle başlıyor ve dersi alan öğrencilerin dönem sonu “ev ödevleri”yle devam ediyor. Gerek Belge’nin inceleme yazısı gerekse öğrencilerin bir ev ödevinin çok ötesinde olan yazıları, Anayurt Oteli’ni adeta hücrelerine ayırıyor ve ardından tekrar biraraya getiriyor. Bu “Yakın Okuma” kitap hakkında söyleyecek tek bir sözü bile dışarıda bırakmıyor. Haliyle bu yazıda da bu çalışmaya sıkça atıf olacak.

                Şimdi biraz önce biraz beklemesi için bıraktığımız romanın açılış cümlesine geri dönelim. Bu ilk cümle aslında romanın yoğun dil örüntüsünün ipucunu da okura gösteriyor.

                Sadece bir cümle okudunuz ve artık romanın içindesiniz!

                “Anayurt Oteli diye bir yer var ve istasyona yakın. Bunun “Zebercet” adında bir katibi var. (“Zebercet” tuhaf bir ad), ilk onunla karşılaşıyoruz. Bir trenla gelip otelde kalan bir kadın söz konusu. Zebercet onun kaldığı odaya giriyor. Ama niçin kapıyı kilitleyip anahtarı cebine koyuyor? Orada uzunca kalacak herhalde ve ne yaptığının görülmesini istemiyor. Böylece, bu basit olgu sıralamasında “olgu” yu aşan bir şeyler de olabilir. “Üç gün öncesi” Perşembe idiyse, demek şimdi günlerden Pazar. Roman, Pazar günü başlıyor.”

                                    Yusuf Atılgan (1921-1989)

Zümrütten biraz açık renkte, ama zümrüt kadar değerli değil!

            Zebercet ne demek?

                Bu tuhaf isim aslında bir mineroloji terimi. Cam gibi parlak, sarı renkte, doğal demir ve magnezyum silikat anlamına geliyor. Bir isim olarak kullanılması son derece sıra dışı, bu yüzden sözcük otelin katibiyle (hatta onu canlandıran Macit Koper’le neredeyse özdeşleşmiş, ama kitabın sinema uyarlaması meselesinden şimdilik uzak duralım, o bambaşka bir yazı konusu)

                Zebercet’in daha edebi bir tanımı da var sanki. “Zümrütten biraz açık renkte ama zümrüt kadar değerli değil”

                Bu tanım Anayurt Oteli’nin katibi Zebercet’i çok da iyi anlatıyor. Zaten yedi aylık doğmuş, bu ismi ona ebesi koymuş: “Pamuğa sarılıp, inci kutusuna yatırılır bu, Zebercet koyun adını” Bu erken doğma meselesi sıkça vurgulanıyor. Çocukluk sabırsızlığı ve ısrarcılığıyla annesinden bir şey istediğinde “Zaten onun karnında da ancak yedi ay beklemiş olmakla” suçlanıyor, ama bu durum genellikle bir olgunlaşmamışlık, hamlık ve yavaşlığa işaret etmek için kullanılıyor. Zebercet fiziksel olarak normal (ve elbette çok sıradan), zihinsel yetiler açısından da herhangi bir ilginçlik göstermiyor. “Mekanik, şematik, sınırlı bir düşünce tarzı, düz, sığ bir mantık”

            Anayurt Oteli’nin harcı şiddet ve cinselliktir

            Bu sıradan adam kendini ifade etmekten, dış dünyada ve elbette yaşamda kendisini konumlandırmaktan aciz, bu bir zavallılık hali değil, daha çok ihmal edilmiş olmakla, sevilmemekle ve eğitilmemekle ilgili. Bu nedenle olsa gerek kendini ifade şekli yine kendi kendine yaşadığı cinsel eylemler/eylemsizliklerde ifade buluyor.

                Zebercet’in penisiyle ilgili bazı ayrıntıları da öğreniyoruz roman boyunca. En önemlisi boyutlarıyla ilgili olan belki de. Geriye dönük anlatımlarda –askerlik sırasında- ilk cinsel deneyimini yaşadığı genelevdeki kadın “Bak hele, daha büyüseymiş, boyunu geçecekmiş” diyor. Yine koğuşta uyuyan ererin penislerini terlikle dürterek eğlenen tiplemeler var. Bunların biri –Fatihli- Zebercet’in penisini görünce “Hey Tanrım, kime vermişsin bunu” diyor.  (Murat Belge’nin tabiriyle “Fallokrasi”)

Fatihli Zebercet’in ilgi alanına giriyor, bir yakınlık belki istediği, ama bunu ifadenin yolunu bilmiyor. İlerleyen sayfalarda sinemada kendinden genç bir erkekle yanyana oturacaklar, biraz sohbet, ardından bacakları birbirine temas edecek, Zebercet onu otele çağır(a)mayacak. Zebercet eşcinsel olabilir mi? Belki, ama buna ait bir iz yok, Zebercet’in bir deneyimi de yok. Ama bu kıyıda dolaşıyor sanki.

                Zebercet cinsel ihtiyaçlarını Ortalıkçı Kadın’la gideriyor. (Onun bir adı var, Zeynep, ama roman boyunca Ortalıkçı Kadın diye anılacak) Bu tuhaf bir ilişki. Zebercet bazı geceler onun odasına sızıyor, kadın hiç uyanmıyor, Zebercet üzerinde debelenirken bile.

Zeynep’in basit bir öyküsü var. Köyünde evlendirmişler,ilk gece “Bozuk çıktı” diye geri getirmiş kocası. Kimin yaptığını dayakla söyletememişler, bilmediğini söylüyor. Ama bir gece yatağına Zebercet girerken uyku sersemi “Geldin mi dayı?” diyor. Zeynep’in dayakla, kendisini “kimin bozduğunu” öğrenme çabası sonuçlanıyor. Zeynep belli ki bir ensest mağduru.

Roman boyunca şiddet hiç durmuyor, dozu artıp azalarak devam ediyor.

Zebercet kedileri sevmiyor, -ama otelin bir kedisi var, Karamık- arada bir bacağına sürtünüyor, o da ona bir tekme savuruyor, bazen, tutturuyor, bazen tutturamıyor.

Bir gece horoz dövüşüne gidiyor Zebercet. (Horoz fallik bir sembol) “Kan revan içinde yenilen horozun sahibi, sarılı, kırmızılı, karalı horozu (bu renklere dikkat, bir başka yere işaret edecek ileride, Yusuf Atılgan romanında en küçük ayrıntının birden çok fonksiyonu olur) iki bacağından tutup kaldırdı, yere vurdu kubbelerden yana fırlattı.”

Sadece 119 sayfada ne çok katman.. Daha otele gelemedik, oysa onu anlatacaktık. Hem daha gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın var, kasaba var, Emekli subay olduğunu söyleyen adam var, odadaki iki havlu var. (Tüm bunlar Atılgan’ın aktörleri)

Yusuf Atılgan’ın ölüm yıldönümü iki gün önce, 9 Ekim’di. Aramızdan ayrılalı tam 31 yıl oluyor.

Ama bu yazı daha bitmedi.  Haftaya devam..

  • Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan, Can Yayınları, 2017
  • Zebercetten Cumhuriyet’e Anayurt Oteli, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Editürler: Nergis Öztürk, Necdet Berk Özler, 2015