Zehirli Erkeklik Bir İktidar Reçetesi ve İdeolojidir!

Son Güncellenme Tarihi: Mart 8, 2021 / 09:22

Türkiye, son 20 yıla gelip dayanan bir sürede tüm engellemeler ve geriye götürme çabaları ile birlikte cinsiyet norm ve rollerinin gündelik yaşamda sorgulandığı, ataerkillik ve cinsiyetçilik üzerine yapılan her alandaki çalışmaların hızla arttığı bir ülke. Ancak, aynı zamanda, ataerkilliğin ve cinsiyetçiliğin etkisinin her geçen gün daha şiddetli ve ölümcül hissedildiği; kadınlara, hayvanlara, çocuklara ve LGBTİQ+ bireylere yönelik şiddetin, nesneleştiren bir ötekileştirmenin da giderek meşrulaştığı bir ülke. 8 Mart’tan bir gün önce tanıklık ettiğimiz şiddet, tecavüz, kadın yürüyüşüne yönelik baskı ve tartaklama görüntüleri ile insan hakları eylem planını ayrımcılıklarla açıklamak bize çok şeyler söylüyor. Kadın cinayetleri, gey ve trans cinayetleri ile LGBTİQ+ bireylere yönelik şiddetin görünmezleştirilmesi, cinsiyet eşitliğinin düşmanlaştırılması, bütün bunların medya temsiliyetleri ve iktidarın bunlara yaklaşımı tesadüf değil. Türkiye’de son 20 yılda bir erkeklik profili yaratıldı. Kaldı ki, Samsun’daki şiddetin failinin aidiyetini ve kendisini tanımlama şeklini de gördük. Bu düz bir genelleme değil. Buna azmettiren ve çoğaltan bir erkeklik ideolojisi var. Bu ideolojinin bir siyaseti ve iktidarı da var.
Biliyoruz ki, erkek ya da kadın olmak biyolojik olmanın ötesinde toplumsal olarak inşa ediliyor. Cinsiyet rolleri, daha ziyade psikolojik ve sosyal olarak oluşturulmuş, değişmeye yatkın fikirler dizisi şeklinde. Hem kadınlık hem de erkeklik bir canlı türü olarak yaradılış biçimi olsa da toplumsal olarak inşa edildiğinde toplumsal cinsiyete dönüşür. Bu da doğal olarak hem kadınlığı hem de erkekliği toplumdan topluma değiştirilebilir hale getirir. Erkekliği tanımlayan bu ideoloji kadınlığı da belirler. Kadınlar birey değildir. Bedenleri ve cinsellikleri üzerinde denetim ve baskı yaratılmalıdır. Üreme politikaları olmalıdır; kürtajı, çocuk sayısını, hamileliği ve doğumları düzenlemek gerekir. Ataerkil bir muhafazakarlıkla donatılmış, başka türlü var olma hakkı tanımayan ve cinsel birlikteliklerin kimlerle, nasıl deneyimleneceğini belirlemeye yetkili bir heteroseksizm geçerlidir. Böyle bir erkeklik ideolojisi, ailedeki kadından siyasal bir partinin lideri kadına kadar sınırları kendi çizer. Bugün yaşadığımız, şiddeti normatifleştirmiş zehirli bir erkeklik ideolojisinin iktidarıdır. Kadınların ve LGBTİ bireylerin, heteronormatif ve cinsiyetçi ilişkiler dışında var olma özgürlüğü yok edilmeye çalışılıyor. Bu öyle arsız bir ideoloji ki, insan haklarını da yeniden tanımlıyor.
Zehirli erkeklik ideolojisini, kadınlara ve egemen erkekliğin yasası olan heteroseksüel olma koşulunu taşımayanlara yönelik şiddetle icra ediyor. Böylece şiddetin gücü iktidarın gücü oluyor. Bu koşullarda, şiddet ve erkeklik ilişkisi bir bütündür. Şiddetin dilde başlayan ve kadın cinayetlerine kadar yayılan farklı görünümleri de erkekliği kanıtlama pratikleridir. Ancak bununla da kalmaz. Şiddet, aynı zamanda zehirli erkekliği yeniden üreten bir toplumsal performanstır. Erkeklik ideolojisinin zayıflayacağından ya da iktidarı kaybedeceğinden duyulan korku, şiddeti artırır. Kendisini yasaları uygulamayan, şiddeti görmezden gelen kurumlar aracılığıyla da yeniden üretir. 9 kez, 40 kez yapılan şikayetlerin dikkate alınmayışı şiddeti, gücüne güç katarak çoğaltmaktadır. Türkiye’de erkek şiddetini normatifleştiren bazı nedenler var;
Ataerkil İktidar: Erkeklerin şiddeti bir sacayağı üzerinde yükselir.* Kadınlara yönelik erkek kaynaklı şiddet, erkeklerin diğer erkeklere uyguladığı şiddetten bağımsız değildir. Erkek egemen toplumlarda sadece erkeklerin kadınlara şiddetine değil, diğer bazı erkekler üzerindeki ve kendilerine yönelen şiddetine de tanık oluruz. Erkekler arasındaki şiddet ya da şiddete başvurma tehdidi sözkonusu resmi olmayan ataerkil hiyerarşiyi kurmak adına çocukluktan itibaren kullanılan bir mekanizmadır.
Erkek olmanın ayrıcalık taşıma hakkı olduğu algısı: Şiddet erkeğin belli ayrıcalıklara sahip olmayı hak ettiği algısının mantıksal bir yansımasıdır.
Onaylama: Kültürel olarak sosyal törelerde, gelenek ve göreneklerde ve belirli dini öğretilerde şiddete açık ya da zımni onay verilmesi erkeğin şiddeti kullanmasını sağlar.
Ataerkil iktidar paradoksu: Erkekliğin gerekleri; fiziksel ve ekonomik başarılar, insani duyguların ve ihtiyaçların bastırılması; biyolojik erkekliğin yüceltilmesi, erkekler üzerinde bir performans baskısı yaratır. Başarısız olma korkusu, öfke, saldırganlık ve şiddet birlikte hareket eder. Bir erkek için sürekli olarak kanıtlanması ve yeniden üretilmesi gereken erkeklik, sosyo-kültürel olarak güvence altına alınsa da sürekli olarak sahip olunacağından asla emin olunamayan bir konumdur. Bu güvensizlik, erkeğin şiddetle ilişkisini sağlamlaştırmaktadır.
Şunu artık anlayalım; kadınlar gerçek sorumlunun ataerkil sistem olduğunu yüzyıllardır anlatıyorlar, bunu anlamak zor olmamalı ve bu kadar zaman almamalıydı. Ataerkilin ortadan kaldırılması pek çok yapısal eşitsizliğin giderilmesi için önemli. Bu noktada, otorite figürü olan siyasetçilerin sorumluluğu büyük, ancak mevcut durumdaki siyasetçi tutumu göstermeliktir. Kamuoyu önünde asla sınanmadan paçayı sıyırmaktadırlar. Ancak şunu da biliyoruz ki, ‘’dünya, kadınların müttefiki olmaya çalışan düzgün erkeklerle dolu…’’** Onların da ortaya çıkmalarının önündeki engel bu ataerkil düzense, artık daha cesur olmalarının zamanıdır.
Yıkacağız bu düzeni öyle ya da böyle. Gitmez bunca acıyla, kanla, vahşetle. Elbet kopar bir yerde, sonu gelir. Unutmayalım, kadınların ve erkeklerin feminizmi desteklemeleri olmaksızın ve de feminizmin önerdiği sosyal, siyasi, yasal ve kültürel reformları gerçekleştirmeden şiddeti sona erdiremeyiz.
Kadınlar ve erkekler birlikte yapmak zorundayız.
*https://m.bianet.org/bianet/kadin/115352-bir-erkegin-gozuyle-erkek-siddetinin-yedi-unsuru
** Mayer, C., 2019. Cinsiyet Eşitliği Dünyayı Nasıl Kurtaracak. (Çev: Barış Cezar) İletişim Yayınları, İstanbul.

Şengül Hablemitoğlu

1986 yılında Ankara Üniversitesi’nden mezun oldu, 1989 yılında yüksek
lisansını, 1996 yılında doktorasını tamamladı. Türkiye Bilimler Akademisi Sosyal Bilimlerde Doktora Sonrası Yurtdışı Araştırma Bursu ile 1997 yılında gittiği ABD’de Purdue Üniversitesi Kadın Çalışmaları Programı’nda misafir öğretim üyesi olarak araştırmalar yaptı. 1998 yılında Üniversite Doçenti ve 2005 yılında Profesör oldu, Mayıs 2008 yılında Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü’nün kuruluşunda görev aldı ve Bölüm Başkanlığı’na atandı.

2008-2015 yılları arasında Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde Dekanlık görevi
yapan HABLEMİTOĞLU, Mayıs 2015’de bağımsız bir kuruluş olan Hablemitoğlu
Ankara Enstitüsü’nü kurdu ve üniversiteden ayrılarak faaliyetlerini burada
sürdürmeye başladı. Enstitünün çalışmaları kapsamında, aile danışmanlığı ve
bireysel danışmanlık yapan Hablemitoğlu, çeşitli özel, kamu kurum ve
kuruluşları tarafından düzenlenen aile sorunları, toplumsal cinsiyet, gerontoloji,
gençlik/ergenlik sosyal-psikolojisi konularında gelişimsel odaklı modüler
workshoplar, seminerler düzenlemektedir. Bugüne kadar 9 kitabı yayınlanmıştır.
HABLEMİTOĞLU, Halen Lefke Avrupa Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Dekanı ve Sosyal Hizmet Bölüm Başkanlığı görevlerini sürdürmekte,
çalışmalarına Kuzey Kıbrıs’ta ve Ankara’da kurduğu Enstitüde devam
etmektedir. HABLEMİTOĞLU, Kanije ve Uyvar’ın annesidir.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top