Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Zor Zamanlar: Duygusal Dayanıklılık

Hayat, hiç kimseye takip edilecek yolun rotası işaretli bir harita sunmaz. Tüm olumsuz olaylar, dalgalı bir deniz gibi inişler ve çıkışlar yaşatır. Rotamızı şaştırır, hızımızı keser hatta acı verir. Ancak yaşanan olumsuzlukların hiçbiri yolculuğun sonu anlamına gelmez. Beklenmeyen ani, zor, acı verici durumlar anlık bazı gerilemelere neden olsa da ben gelişimine derin katkılar sağlar. Duygusal dayanıklılık yalnızca zor koşulları göğüslemeye destek değil, büyümenin ve olgunlaşmanın, hatta hayatımızı iyileştirmemizin yardımcı kaynağıdır.

Duygusal dayanıklılığın sağlam olması kimseyi tüm zorlukları göğüsleyen süper kahraman haline getirmez. Kayıpları karşısında üzülmeyeceği anlamına gelmez. Herkes gibi acı bazen boğazında düğümlenir, soluğunu keser, kalbini dağlar ama tüm bu duyguların bir son olmadığını bilinir. Yaşadıkları duygusal sıkıntılar gerçekle buluşur, anlamla harmanlanır ve yaratıcılığa ulaşır. Yaratıcılık eylemi bazen elle tutulur bir ürüne dönüşürken, bazen kendiliği dönüştürür. Yepyeni bir ben yaratılır.

İçinde bulunduğumuz dünyanın şartları herkes için zor. Bazıları için daha zor. Kim olduğumuz, ne olduğumuz, nereden gelip nereye gittiğimiz fark etmeksizin, yaşadığımız dünyanın zorlukları hepimizin omuzlarında yük. Kendi yarattığımız karmakarışık düzensizlikte hem ekonomik hem psikolojik hem de fizyolojik olarak hayatta kalmaya çalışmak yetmiyormuşçasına kontrolümüzde olmayan kayıplar, salgınlar, doğal afetler karşısında da ayakta kalmaya çabalıyoruz. Hepimizin zor zamanları oluyor. Tökezlediğimiz, düştüğümüz veya kaybolduğumuzu hissettiğimiz zamanlar. Hepimizin zor zamanları, bu anları yaşayanlara göre zorlaştığı gibi bu anları yaşayanlara göre kolaylaşıyor da.

Sahi, nasıl atlatılıyor bu zor zamanlar?

Dünya üzerinde var olan her canlının biricikliği gibi insan da biricik. Kutsanmış, egolarımızı yücelten bir biriciklik halinden ziyade yaşayan bir varlık olmanın; kendi bakış açılarımızdan, kültürümüzden, bireysel yaşantılarımızdan damıtılan bir biriciklik durumu bizimkisi. Bu yek olma halinde yaşananlar benzer olsa da hissedilenler benzersiz olabiliyor. Bundandır ki, yaşanan aynı duruma çeşit çeşit tepkiler verilebiliyoruz. Bazen başımıza gelenler karşısında suçlayıcı tutumlar takınıyoruz, bazen panik atmosferi kaplıyor ruhumuzu ve bedenimizi, bazen inkâr mekanizması siliyor tüm yaşananları, bazense Pollyanna’yı kıskandıracak biçimde iyimserlik içinde kucaklıyoruz başımıza gelen felaketi.

Peki, zor zamanları diğerlerine kıyasla kolay atlatanların sırrı ne?

Sorunun cevabını kendimizi zor zamanların içinde bulduğumuzda aramışızdır. Etrafımızı gözlemlemiş,  bir bilene sormuş, yaşayana danışmış, belki edebiyata sığınmış, felsefenin güvenli kollarına tutunmuş veya manevi değerleri tekrar sorgulamış bir şekilde kendimize en uygun cevabı aramışızdır. Akademi de aynı cevabı aramış, felsefe, nörobilim ve daha niceleri de. Cevabın kapısı yine bireyin kendisine açılmış. Tüm bu süreçlerde en büyük faktörlerden birinin duygusal dayanıklılık olduğu saptanmış.

Büyümenin Destekçisi Duygusal Dayanıklılık

Duygusal dayanıklılık, travma, sıkıntı, tehdit, trajedi gibi durumlar karşısında veya aile ve ilişki problemlerinde, ciddi sağlık sorunlarında, işyerinde ve finansal sorunlar gibi ciddi stres kaynakları karşısında iyi uyum sağlama süreci olarak tanımlanır. Hayat, hiç kimseye takip edilecek yolun rotası işaretli bir harita sunmaz. Tüm olumsuz olaylar, dalgalı bir deniz gibi inişler ve çıkışlar yaşatır. Rotamızı şaştırır, hızımızı keser hatta acı verir. Ancak yaşanan olumsuzlukların hiçbiri yolculuğun sonu anlamına gelmez. Beklenmeyen ani, zor, acı verici durumlar anlık bazı gerilemelere neden olsa da ben gelişimine derin katkılar sağlar. Duygusal dayanıklılık yalnızca zor koşulları göğüslemeye destek değil, büyümenin ve olgunlaşmanın, hatta hayatımızı iyileştirmemizin yardımcı kaynağıdır.

Her bireyin zor zamanlarda verdiği tepkilerin biricikliği kadar baş etme mekanizmaları da biricik olmasına karşın, bazı ortak özellikler de göre çarpmaktadır. Duygusal dayanıklılığı daha yüksek olduğu tespit edilen bireylerin sergiledikleri ortak özellikler, zor zamanlarda aradığımız cevaplar için birer işaret olabilirler. Bu özellikler üzerinde biraz düşünmeye geçmeden önce belirtmek gerekir ki, genel kanının aksine acı veren durumlar karşısında sadece olumlu bakış açıları sunan iyimserlik bu ortak özelliklerden biri değildir. Duygusal olarak dayanıklılığı arttırmak için sürekli iyimser olmamız, etrafa neşeli sözler saçmamız gerekmez. Aksine, kalbimizin tutuk, zihnimizin işlevsiz kaldığı felaket anlarında aşırı iyimser olmak, durumu daha da zorlaştırabilir.

Önemli olan “gerçeği olduğu gibi kabul edebilmek”tir. Gerçekleri kabul etmek, dile geldiği kadar kolay değildir. İnkâr, öfke, acı, savunma mekanizmaları bu tatsız ve duygusal olarak zedeleyici gerçeklerin kabulü zorlaştırır. Oysa gerçeğin kabulü, bu zorluğun içinden güçlenerek çıkmanın ilk adımıdır.

Güvenli sandığımız rotamızda, fırtına gemimizi savurmaya başladığında öfkelenmek, fırtınanın varlığını inkâr etmek bizi yeniden güvenli sulara döndürmeyecektir. Fırtınanın varlığını kabul ederek aldığımız tedbirler ve ani durum müdahaleleri bizi yeniden sakin sulara taşıyacaktır. Bu noktada iyimserlik değil, “umut” fırtınadan çıkışımız için sağlam bir yoldaşımızdır.

Bu Neden Benim Başıma Geldi?

İçinde bulunduğumuz zor zamanlarda “neden bunlar yaşanıyor”, “bu neden benim başıma geldi”, “neden bu fırtına benim gemimi buldu” gibi bazı soruların cevaplarının olmayışı insanı daha çaresiz hissettirebilir. Bu aşamada cevaplardan ziyade anlamlandırma becerimiz devreye girer. Yaşadığımız tüm olumsuzlukları anlamlandırmak göründüğü kadar kolay değildir. “Anlam arayışı” bireyin ömür boyu sürdüreceği bir etkinlik biçimidir. Bir anlam keşfedildiğinde bunun ömür boyu aynı manayı koruması, sürekli değişen insan için mümkün olmayacaktır. Ancak hayatımıza kattığımız anlamlar, tutunduğumuz değerler zor süreçlerde varlığımızı dengede tutanlardır. Fırtınanın neden geldiğine odaklanmaktansa bu fırtınanın öğrettiklerini görmeye başlamak duygusal dayanıklılığı arttıracaktır.

Yaratıcılık an’da olmaktır

Duygusal dayanıklılığın en güçlü unsurlarından bir de brikolaj fikriyle çalışmaktır. Brikolaj, elimizde bulunan mevcut parçaları kendi amaçları dışında kullanarak yeni bir şeyler üretme eylemidir. Diğer bir deyişle, “doğaçlama ve yaratıcılık” ile öğrenmektir. Bizler beklenmedik, stres yaratan durumlar karşısında en aşina olduğumuz tepkileri vermeye yönlenen, güvenli alışkanlıklarına sığınan canlılarız. Zor zamanlarda, hayatımızın tehlikede olduğu, duygusal olarak yaralandığımız, yoğun stres kaynağı olan anlar karşısında en beklenmeyen tepkiler yaratıcı eylemlerdir.

Yaratıcılık an’da olmaktır. An’da olmak, şimdi ve burada olmaktır. Şimdi ve burada olmak her zaman kolay değildir. Güzelin, sevincin içinde olduğumuz kadar kötünün, korkutucu olanın, acı verenin de içinde olmayı gerektirir. An’da olmak geçmiş alışkanlıklarımızdan ve gelecek korkularımızdan uzak bir hareket alanı sağlar. Zor zamanlarımızı an içinde aşmamıza, duygusal dayanıklılığımızı artırmamıza destek olur ve geçmişi geleceğe taşımamızın önünü kapatır. Duygusal dayanıklılığı artırabilmek için bu üç unsuru bir araya getirmek; tüm duyguların içinde olmak, onları değiştirmeden olduğu gibi kabul etmek, yaşanılan o anı anlamlandırmak ve zihnimizin aşina olduğu güvenli tepkiler yerine doğaçlama, yaratıcı eyleme geçmek gerekir.

Duygusal dayanıklılık ne değildir?

Ancak duygusal dayanıklılığı güçlü olan kişi hayatında hiçbir zorluk çekmez, sıkıntı yaşamaz veya acı duymaz değildir. Duygusal dayanıklılığın sağlam olması kimseyi tüm zorlukları göğüsleyen süper kahraman haline getirmez. Kayıpları karşısında üzülmeyeceği anlamına gelmez. Herkes gibi acı bazen boğazında düğümlenir, soluğunu keser, kalbini dağlar ama tüm bu duyguların bir son olmadığını bilir. Yaşadıkları duygusal sıkıntılar gerçekle buluşur, “anlam”la harmanlanır ve yaratıcılığa ulaşır. Yaratıcılık eylemi bazen elle tutulur bir ürüne dönüşürken, bazen kendiliği dönüştürür. Yepyeni bir “ben” yaratılır.

Duygusal dayanıklılık olağanüstü kişilerin ulaştıkları bir seviye değildir. Duygusal dayanıklılık insan olmak kadar sıradan, ancak insan olmak kadar da biriciktir. Herkeste bulunan kas gibidir dayanıklılık; güçlendirmek için yeterli zaman ve bol bol egzersiz gerekir. Dayanıklılığı yüksek olan bireylerin en belirgin özelliği dayanıklılığa giden yolda çok fazla duygusal sıkıntı çekmiş olmalarıdır. Zorlukların içinden kaslarını güçlendirerek çıkmış, bir sonraki fırtınaya gemilerini sağlamlaştırarak tedbirini almışlardır. Belirsizliklerde dolu rotalarında, başlarına gelecek zorluklara eskisinden dayanıklı hale gelmişlerdir.

Zor zamanlar biz var olduğumuz sürece var olacaklar. Bir felaket yaşanmasa, terör saldırıları olmasa, ekonomik kriz kapıyı çalmasa, kayıplar yaşanmasa dahi ben’in yolculuğu oldukça zor, acılı ve sert.

Kendiliğin inşa süreci hep zor zamanlardan geçiyor. Bu yüzden kendilik bu zor zamanların gerçekliğini kabul ederek, onlara anlam katarak ve yaratmaya devam ederek güçlenebilecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi