15 TEMMUZ VE DIŞ POLİTİKA

15 TEMMUZ VE DIŞ POLİTİKA
15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası dış politikanın nasıl şekillendiğini anlamak için 15 Temmuz gecesi yaşananları ve diğer ülkelerin tavırlarını, darbenin arkasındaki güç(ler) hakkındaki genel kanaati, Erdoğan’ın artık...

15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası dış politikanın nasıl şekillendiğini anlamak için 15 Temmuz gecesi yaşananları ve diğer ülkelerin tavırlarını, darbenin arkasındaki güç(ler) hakkındaki genel kanaati, Erdoğan’ın artık ülkenin geleceğinden ayrı görmediği kendi bekasına ilişkin endişelerini, 15 Temmuz sonrası iktidar yani Erdoğan çevresinde gerçekleşen güç temerküzünün dış politika yapım sürecine etkilerini ve buna bağlı olarak gerçekleşen kurumsal hafızanın ve kapasitenin zayıflamasının yansımalarını ele almak gerekiyor.

15 Temmuz gecesi Ankara kendi derdine düşmüş ve sabaha kimin sağ çıkacağı, mührün kimin elinde olacağı hala belirsizken aslında merakla beklenen ABD’nin ne diyeceği idi. Türkiye’nin Amerikan yönetiminden açıkça destek açıklaması istemesine rağmen ilk konuşan Dışişleri Bakanı John Kerry “Türkiye’de istikrar ve devamlılık umuyorum.” demenin ötesine geçmek için fotoğrafın netleşmesini bekledi. Obama’nın açıkça destek vermesi için ise neredeyse 24 saat geçmesi gerekti.
Washington’ın bu tutumuna karşı Putin’in Erdoğan lehine kesin tavrı ileriye dönük tutum belirlemeye çalışan Ankara’ya takip edilecek yolu da gösterdi. Elbette Rusya Devlet Başkanı Putin’in 15 Temmuz sonrası Erdoğan’ı arayan ilk dünya liderlerinden olmasının ardında kişisel hukuku aşan bir ilişkiye ve çıkarlara sahip çıkma önceliği vardı. Rusya’nın o geceki tutumu Batı’nın ahlaki ve stratejik körlüğünün karşısında geleceğe dönük önemli bir stratejik hamleyi temsil ediyordu. Zaten Moskova bu stratejik hamlenin meyvelerini de çok geçmeden toplamaya başladı.
Darbe girişimi Erdoğan’a iktidarını sağlamlaştırmak için kime, kimlere güvenebileceği konusunda net bir mesaj verdi. Türkiye ile Batı arasında siyasal başlıklar üzerinden açılan makasa psikolojik bir bariyer de eşlik etmeye başladı.
Türkiye’nin darbe sonrası tercihlerindeki evirilme için takvime bakmak da yeterli ipucu veriyor. Her ne kadar Türkiye’nin hava savunma sistemi görüşmeleri uzun zamandır devam ediyorsa da S-400’lerin alımına ilişkin görüşmelerin başlama tarihi Kasım 2016, yani darbe girişiminden sadece 4 ay sonra idi.
Suriye’de ABD’nin Türkiye’nin güvenlik endişelerine gözünü kapatmasının ve IŞİD dışında Suriye ile ilgilenmeme tavrının tetiklediği Rusya yakınlaşmasının mihenk taşı Astana sürecinin temeli de 2017 başında atıldı. Kaldı ki Türkiye’nin Rusya’nın onayı ile Suriye’deki ilk geniş kapsamlı sınır ötesi operasyonu olan Fırat Kalkanı da darbe girişiminden neredeyse bir ay sonra gerçekleşti. 15 Temmuz’u takip eden 3 yıl içinde ise Erdoğan ve Putin 24 kez yüz yüze 45 defa telefonla olmak üzere 69 kez görüştüler.
İttifaklar dış politikanın yönünü belirledi
Dış politika tercihlerini yapısal olarak etkileyen ikinci dinamik ise Türkiye’nin içinden geçtiği süreçte Erdoğan çevresinde gücün toplanması ve Cumhurbaşkanının içerde kurduğu ittifaklar oldu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin parti-içi muhalefetin güçlenmesi karşısında kendi partisini ve konumunu korumak için yapabileceği en akıllı hareket Erdoğan ile bir ittifaka girmekti. 17-25 Aralık sürecinde olduğu gibi dönemsel Erdoğan düşmanlığı üzerinden yolları kesişse de FETÖ ile yıldızının temelde barışmamış olması Erdoğan ile ittifakını kolaylaştırdı.
AK Parti-MHP ittifakına seçimlerde aldığı oy ile hiç uyumlu olmayan bir etki gücüne sahip ya da en azından bu algıyı başarıyla kuran Doğu Perinçek’in katılması Ankara’nın bundan sonraki dış politika yöneliminin de ipuçlarını veriyordu. Bunun dış politikada yansıması Batı-karşıtlığı ve Rusya-Çin’e yakınlaşma şeklinde tezahür etti.
Dış politika karar alma süreçlerinin tümüyle Cumhurbaşkanlığı’na endekslenmesi hem tepkiselliği artırdı hem de dış politikanın ihtiyacı olan çok boyutlu bakış açısını sınırlandırdı. Artık tüm ülkelerle ilişkiler Erdoğan iktidarının kalıcılığına getireceği fayda/zarar prizmasından algılanmaya başlandı. 16 Nisan 2017 referandumundan önce Hollanda’da yaklaşan seçimler nedeniyle Türkiye’nin kampanya programını bir hafta ertelemesi talebinin reddedilmesinin tek nedeni bu ülke ile yaşanacak gerilimin referandum sonuçlarına muhtemel olumlu katkısı idi.
15 Temmuz sonrası siyasi ittifak haritasının Türkiye’nin dış politika ittifaklarına yansımasının en belirgin başlıklarından biri ise Kürt meselesinde yaşandı. Bir dönemin önemli ortaklarından Neçirvan Barzani uzun süre Ankara’ya ayak basamadı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bayrağına dair MHP kadrolarındaki fobi Celal Talabani’nin Irak Cumhurbaşkanı olarak Ankara’da ağırlanması ile aşılan korkulara Türkiye’yi geri götürdü.
Darbe sonrası psikolojinin Avrupa ile ilişkilere de maliyeti oldu. Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığında son noktasına kadar getirilen vizesiz Avrupa hayali Avrupa’nın darbe girişimine karşı sessizliği, FETÖ mensuplarının Avrupa’da güvence bulması ve milliyetçi-ulusalcı ittifak dinamiklerine takıldı. Türkiye hem mülteci anlaşması ile üstüne düşenleri yapmış hem de karşılığında alması gereken en önemli karşılığı alamamış oldu.
Sanki dış politikada bir el sürekli olarak CTRL-Z tuşuna basıp birçok adımı geri alıyordu.
Libya politikası bu güç temerküzünün ve hızlı karar alma sürecinin istisnalarından olarak görülebilir. Tümüyle bambaşka bir süreç işlemiş olmasa da konu ile ilgili özellikle Dışişleri Bakanlığı’nın Ankara’nın tezlerini anlatırken ne kadar öne çıktığına, yayınlanan teknik haritalara, geliştirilen söylemlere bakıldığında Libya konusunda anlık ve kişisel kararlardan daha ziyade Türkiye’nin jeopolitik önceliklerinin rol oynadığı görülebilir.
Tsk’da restorasyon sureci
Dış politikanın en önemli araçlarından olan Silahlı Kuvvetler 15 Temmuz darbe girişiminde iki açıdan büyük yara aldı. Darbe girişiminin başarısız olmasının da etkisi ile ordunun tartışılmaz ve herkesin güvendiği kurum olma ayrıcalığı zarar gördü. Darbeci askerleri hayatı pahasına engelleyen diğer askerlerin varlığı ve kahramanlıkları bu zararı dengelese de ordunun içinde bulunduğu durumdan çıkmasına yetmedi. Ordunun diğer kaybı ise sayısal olarak büyük miktarlarda eğitimli personelin darbeye katılımı ve FETÖ bağlantısı nedeniyle bir anda tasfiye edilmesi ile yaşandı.
Tam bu sırada darbe girişiminden henüz bir ay geçmişken başlayan Fırat Kalkanı harekâtı ve arkasından gelen sınır dışı operasyonlar orduyu hem içerde toplum gözünde yeniden eski yerine oturttu hem de arazide sağlanan başarılar ile ordunun kendine güvenini yeniden kazanmasını sağladı. Sınır ötesi harekatlar dış politikada sağladığı avantajın ötesine geçerek ordunun iç kamuoyundaki meşruiyet restorasyonunda büyük rol oynadı.
Silahlı Kuvvetlerin kendi içinde toparlanmasını ve toplum nezdinde yeniden itibar kazanmasını sağlayan sınır dışı operasyon unsuru bir süre sonra içerde büyük bir tasfiye ve mücadele sürecindeki Erdoğan için de vaz geçilmez bir araca dönüştü.
Barış Pınarı Harekâtı, Türkiye’nin sınır ötesi operasyon kapasitesinin mevcut ittifak denklemi içinde sınırlarını gösteren ilk işaret olsa da içerde 31 Mart yerel seçim mağlubiyetinin yaralarının sarılmasını sağladı. En son İdlib’de Türk askerlerinin Rusya tarafından şehit edilmesi ise ilerde geri çekilip değerlendirildiğinde Rusya ile yakınlaşmanın ve bölgede sert güç kullanmanın maliyetleri konusunda kritik bir eşik olacak.

Dışarıdaki restorasyon içerideki kadar kolay degil

AK Parti özellikle iktidarının ilk döneminde Türkiye’nin geçmiş birikimini ve önceliklerini bürokrasinin hantal bakış açısından kurtararak ama oradaki bilgi ve tecrübe birikimini de ihmal etmeden harekete geçirebilmişti. Gelinen noktada ise statükocu ve hiçbir şeye karışmama üzerine kurulu korumacı politikadan her şeye iktidarın kişisel önceliklerine göre ani müdahaleye savrulan güvenlikçi bir yaklaşıma esir oldu. Bunun gerçekleşmesinde de 15 Temmuz, gerek geleneksel ittifak ülkelerinin seçilmiş Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı dolayısıyla Türkiye’yi yalnız bırakması nedeniyle, gerek sonrasında Erdoğan’ın kişisel bekası için güç temerküzüne zemin hazırlaması ile gerekse de içerde oluşan ittifakları ve kurumsuzlaşma süreçlerini tetiklemesi ile büyük rol oynadı.
15 Temmuz’un üzerinden 4 yıl geçmişken özellikle iç siyasette demokratik yollarla yaşanabilecek bir değişim birçok sorunun çözümünü ve restorasyonunu göreceli olarak kısa vadede mümkün kılabilir. Ancak dış politikada diğer aktörlerin tavırları, o zamana kadar kaybedilen mevzilerin tekrar kazanılmasının gerektirdiği zaman ve içerde sular durulmadan dış politikada adım atmanın vakit alacağı gerekçeleri ile aynı süreç daha fazla vakit ve çaba isteyecektir.