Beka düzeni çözülürken derinleşen muhalefet krizi…

Beka düzeni çözülürken derinleşen muhalefet krizi…
Türkiye’de 2016 sonrasında Cumhur İttifakının belkemiğini oluşturduğu iktidar denkleminin varlık gerekçesini teşkil eden beka düzeni çözülüyor.Uzun süredir iç ve dış politika cihetinde yaşadıklarımız hem bu düzenin...

Türkiye’de 2016 sonrasında Cumhur İttifakının belkemiğini oluşturduğu iktidar denkleminin varlık gerekçesini teşkil eden beka düzeni çözülüyor.Uzun süredir iç ve dış politika cihetinde yaşadıklarımız hem bu düzenin çözülüşünün habercisi hem de sonucudur. İskeleti kaba kuvvetle sahnede tutulmaya çalışılan bu düzen her yönüyle kendi kendini tüketiyor. Sadece siyasi değil aynı zamanda ahlaki bir tükenişten de söz ediyoruz. Öyle bir tükeniş ki, bir suç örgütü lideri ülkenin siyasal iktidarına karşı çok rahat ahlaki üstünlük kurabiliyor, söyledikleri daha inandırıcı ve daha sahici bulunabiliyor.
Öncelikle şu hususu vurgulamak lazım; Türkiye’nin dün de beka sorunu yoktu, bugün de yok. Fakat birçok aktörün ikbal sorunu dün olduğu gibi bugün de var. Üstelik bu ‘kişisel ikbal sorunu’ daha da derinleşiyor. Zaten iktidar blokunun beka sorunu olarak kodlamaya çalıştığı şey temelde kendilerinin siyasal ikbal sorunuydu. Bu söylem ve stratejiyle iktidar, akli veya ahlaki olarak savunulamayanın siyaseten tartışılmasını engelleyebiliyordu.
İktidar beka söylemine yüklendikçe meseleleri birer birer siyasal tartışma zemininin dışına çekti. İlk başlarda bu söylem ‘iş yapınca’ da iktidar bu söyleme siyasal maymuncuk işlevi yüklemeye başladı. Her sorununu onunla aşmaya ve her krizini onunla çözmeye çalıştı. İktidar siyasal performansa ihtiyaç duymadan siyaset yapma formülünü bulduğunu düşündükçe de siyaseten tembelleşip hantallaştı.
Referandum da bir beka sorunuydu, 2018 genel seçimleri de, 2019 yerel seçimleri de. Böyle yaptıkça da bu söylem ve onu kullanan aktörler karikatürize olmaya başladılar. Çünkü beka söylemi yapay ancak Türkiye’nin sorunları gerçek. Beka söylemi bu sorunların görünmesini erteleyebilir fakat onları çözemez. Onları sadece daha da kangren hale getirir. Siyasal kriz, yönetimsel kriz, kurumsal kriz, ekonomik kriz ve ahlaki kriz iç içe geçti ve içinden çıkılmaz bir hal aldı. Ve bu krizlerin toplamı da zamanla bir devlet krizine doğru ilerliyor.
Türkiye’nin bir beka sorununun olmadığını söylemek Türkiye’nin büyük sorunlarının, ciddi meydan okumalarının olmadığını söylemekle eş anlamlı değil. Çözüm Süreci’nin çökmesini müteakip PKK’nın şehir savaşları cinnetinden Fethullahçı darbe girişimine ve IŞİD’in 2014-2016 arası sistematik eylemlerine uzanan geniş bir yelpazede, Türkiye esaslı siyasal, toplumsal ve güvenlikle ilgili sorun ve tehditlerle karşı karşıya kaldı.Fakat bunların hiçbirisi Türkiye için bir beka meselesi değildi. Zaten imparatorluk bakiyesi bir devlet olan Türkiye’nin haftada bir ciddi bir beka sorunuyla karşı karşıya kaldığını iddia etmenin akla ziyan bir şey olduğu izahtan varestedir.
Ezcümle beka siyaseti sahici bir beka sorunu veya tehdidine yaslanmıyor. Buna karşın, bu siyaset mevzubahis sorunların yoğun bir şekilde yaşandığı 2015/16 - 2019/20 döneminin ürettiği özel bir toplumsal ve siyasal psikolojiye yaslanıyordu. Ve bu dönem kapanıyor.
Bu düzeninin merkezinde yer alan hamasi milliyetçilik ve güvenlikçilik dört ayak üzerine bina edilmişti. FETÖ’yle hesaplaşmayı paranteze alacak olursak, diğer üç ayağı Kürt meselesinde güvenlik merkezli bir siyaset ve alternatif perspektiflerin bastırılması, askerî operasyonlar merkezli dış politika ve Batı’yla kapışma oluşturuyordu. Bu ayaklardan Batı’yla kapışma ve askerî operasyonlar odaklı dış politika artık eskisi kadar geçerli değil. Bunun devamı olarak, bu iki başlık üzerinden açığa çıkan milliyetçi dalga üzerinden siyasal sörf yapmak pek olası ve işlevsel değil. Kürt meselesinin güvenlikçi perspektife hapsedilmesiyle yüksek dozajlı milliyetçiliğin iktidara kaybettirdiğini de son yerel seçimler bütün berraklığıyla ortaya koydu.
Hamasi milliyetçiliğin hem siyaseti hem de aktörleri yükseliş değil düşüş trendindeler. Zaten hamasi milliyetçilik bir içe kapanma ve küçülme ideolojisidir. Mesela, 2015 seçimlerini baz alacak olursak, AK Parti - MHP koalisyonun oy toplamının yüzde 60 civarında olması gerekirdi. Fakat her iki parti de hamasi milliyetçiliğin dozunu artırdıkça eridiler. Bugün ikisinin toplamı yüzde 43-44 bandında gözüküyor ve erime trendi devam edecek gibi duruyor. MHP’nin seçmen desteğinin erimesi ve Süleyman Soylu’nun Sedat Peker’in hakkındaki vahim iddialarından önce başlayan imaj erozyonunu beka düzenin yaşadığı kriz ve çözülmenin bir sonucu olarak okumak gerekiyor. Beka söylemi sunileştikçe tek sermayesi bu söylem ve güvenlikçi politikalar olan aktörler de kaçınılmaz olarak yapaylaşıyor ve zayıflıyorlar
Peki beka düzeni çözülürken Türkiye yeni bir dönem veya düzenin şafağında mı? Kestirmeden cevap verecek olursak, siyaseten bir ara döneme gireceğimize dair yaygın bir kanaat var. Fakat siyasal zihniyet konusundaki resim daha muğlak. Buradaki muğlaklık bazı soruların net cevaplanamaması ve bazı hususların tam berraklaşamamasıyla alakalı.
Vesayet sisteminin siyaseti domine ettiği dönemde demokrasi mücadelesi büyük oranda toplum ile devlet arasındaki gerilim hattı üzerinden ilerliyordu. Devletin otoriter olması toplumsal alandan ona karşı gelişen itirazların ya demokratik olmasını ya da öyle görünmesini kolaylaştırıyordu. Post-vesayet döneminde ise bu mücadele daha sivil ve siyasal alanda gerçekleşiyor. Bu bizim için yeni bir deneyim. Demokrasimizin geleceğini ve kalitesini toplumsal ve siyasal alanda yaşanacak mücadele ve rekabetler belirleyecek. Bu da demokrasi ve özgürlükler konusunda zihni ve siyasal tutumun önemini daha da artırıyor. Artık (daha önceki) müesses nizama itiraz veya mevcut iktidara muhalefet kimseyi otomatik olarak demokrat kılmayacak. Bu durum bazı temel soruları tetikliyor. Muhalefetin otoriterlik reddiyesi seçici mi yoksa ilkesel mi? Muhalefet makbul ve gayrımakbul otoriterlik ayrımı yapıyor mu? Bugüne kadarki resim muhalefetin seçici bir otoriterlik karşıtlığı yaptığını gösteriyor.
Muhalefetin bugünün resmî tarih, söylem ve siyasetine karşı çıkması tek başına onu demokrat yapmaz. Bu gerek koşul olabilir ama yeter koşul değildir. Muhalefet Türkiye’nin bugününü yaratan dünün resmî tarih, siyaset ve söylemiyle de yüzleşme cesareti gösterebilmelidir. Ana akım siyaset, resmî tarihin ve önceki müesses nizamın bekçi kulübesinde nöbet tutmak demek değildir. Tam aksine, Türkiye’ye yeni bir hikâye sunmak ancak ve ancak siyaseten ve zihinsel olarak bu bekçi kulübesinden çıkmakla mümkündür.
Yani Türkiye’nin bugününü temsil eden otoriter siyasal sistemine, şahsileşmiş iktidar yapısına ve sistemik yolsuzluk düzenine mesafe koymak tek başına daha demokratik bir gelecek tasavvuru üretmiyor. Muhalefetin beka düzeninin aktörleriyle mücadele etmesi bu düzenin üzerine yaslandığı güvenlikçi, anti-demokratik ve hamasi milliyetçi siyasetiyle arasına mesafe koyduğu anlamına gelmiyor. Mesele otoriter siyaseti, güvenlikçi siyaseti ve hamasi milliyetçiliği reddedebilmektir. Sahici bir demokratik perspektifi ve çoğulculuğu savunabilmektir. Seçici bir otoriterlik karşıtlığı muhalefetin aktörlerini demokrat kılmıyor. Asıl mesele Türkiye’de otoriter sistemi farklı formlarda sürekli üreten tektipleştirici siyasal zihniyeti reddedebilmektir.
Nihayetinde, Türkiye’nin bugünü bir yönüyle Türkiye’nin dününün eseri. Haliyle, Türkiye’nin yarınına gidecek yol da Türkiye’nin dününden geçmiyor. Yani, bugün yaşananlar dünün Kemalist müesses nizamını temize çekmiyor. Başka bir ifadeyle bugünün otoriterliği dünün otoriterliğini meşrulaştırmıyor. Aksi, İran muhalefetinde bir damarın bugünkü rejimi reddederken devrik Şah’ın oğluna sarılmasındaki arkaikliği Türkiye bağlamında üretmek gibi olur. Veya Arap Baharı’nın krizi Baasçılığı meşrulaştırmıyor.
Türkiye’ye daha demokratik, çoğulcu, müreffeh ve hakkaniyetli gelecek perspektifi sunabilecek bir siyasal damara olan ihtiyaç azalmadan devam ediyor.  Bu damarı dünde bulamayacağımızı deneyimle öğrenmiş olmalıyız. Bu damarı bugünün iktidar blokunun siyasetini farklı form ve aktörlerle sürdürerek bulamayacağımız da aşikâr. Muhalefet iktidar blokunun kabarttığı hamasi milliyetçilik yarışına teslim olarak Türkiye’ye böyle bir gelecek tasavvuru sunamaz. Dahası, muhalefetin kendi içerisindeki konsensüsünün referans noktasını muhalefetteki en arkaik, ulusalcı hatta yer yer ırkçı tonunun oluşturması, muhalefetin Türkiye’ye anlamlı bir hikâye ve demokratik bir gelecek perspektifi sunma konusunda bir iddiasının olmadığını veya çok zayıf olduğunu gösterir. Suriyeliler ve Araplar konusunda ırkçı, Kürt meselesinde ulusalcı, toplumsal çoğulculuk karşısında tekçi, Aleviler konusunda diyanetçi, gayr-i Müslimler konusunda resmî tarihçi, tarihle yüzleşme hususunda tutucu, demokratikleşme ve özgürlükler meselesinde ikircikli ve seçici bir çizginin Türkiye’ye daha iyi bir gelecek perspektifi sunması pek olası değil. Bu durum da Türkiye’de siyasal değişimin, demokratikleşme manasına gelmeyeceği inancını tahkim eder.
Ezcümle, yaklaşık 5-6 yıl önce iktidar tarafından tedavüle sokulan/benimsenen beka düzeni çözülüyor. İktidar bu çözülüşü kabullenmeme veya alternatif bir rotaya yönelme sıkıntısı yaşadığı ölçüde sendeliyor. Muhalefet, sendeleyen iktidar karşısında güçlenme emareleri gösterirken, çözülen düzene alternatif bir düzen üretme kapasitesinden yoksun görünüyor. Bu da Türkiye’de iktidar kavgası ile demokrasi mücadelesi arasında epey geniş bir makas açıklığı olduğu gerçeğini bize bir kez daha hatırlatıyor.
Yazının tamamını Perspektif sitesinde okuyabilirsiniz