Cehalet yenilmelidir

Bu iktidar okumuşa, diplomalıya düşman.

Hekimlere duydukları saygıyı, onlara besledikleri muhabbeti gördük. “Varsın gidiyorlarsa gitsinler” dedi devletin başı. Halkın her bir ferdinin derdiyle dertlenmesi gereken, o dertlere çare bulsun diye seçilen Cumhurbaşkanı beyin göçüne çanak tutan sözler sarf etti. Giderlerse gitsinler…

Sağlık personelinin hasta yakınlarından gördüğü şiddetin gündemi işgal ettiği bir zamanda, “giderlerse gitsinler” diye söz edildi doktorlarımızdan. Hastane kabadayıları “Zaten hepsi dayaklık!” diye büsbütün bilenmişlerdir herhalde.

Sadece doktora mı? Avukata da düşman bunlar. Barolarla kavga ediyorlar. Baroları bölüyorlar olmuyor. Türkiye Barolar Birliği’nin seçim usullerini değiştiriyorlar olmuyor. Direniyor avukatlar.

Savcının, yargıcın da kendilerinden olmayanına düşmanlar. Zaten pek de bırakmadılar öylesini.

Mimara, mühendise düşmanlar. Mimar ve mühendis odalarıyla kavga ediyorlar. Çünkü onlar Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerinde kaçak saray yapılmasına itiraz ediyorlar. Çünkü onlar Gezi Parkı direnişini destekliyorlar. Kanal İstanbul’la uğraşıyorlar. Tek adam rejimine karşı olduklarını her fırsatta tekrar ediyorlar.

Subaya düşmanlar. Askeri vesayete son verme hedefiyle yola çıktılar, alınları secdeye değen yol arkadaşlarıyla bir olup yüzlerce şerefli Türk subayına kumpaslar kurdular. Bitmedi, bu kez “FETÖ’den temizliyoruz” diye Türk Silahlı Kuvvetlerinin genleriyle oynadılar. Tanınmaz hale getirdiler.

TSK’nın elinden aldıkları Gülhane Askeri Tıp Akademisinin Üsküdar’daki hastanesinin adını Sultan 2. Abdülhamit Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak değiştirdiler. Hep merak etmişimdir, imparatorluk enkazı üzerine kurulmuş kaç devlet var hastanesine, köprüsüne geçmiş hükümdarlarının adlarını veren? Nedir cumhuriyete duyulan bu kin ve öfkenin nedeni?

Hatta subayın emeklisine bile düşman bunlar. Montrö uyarısı yapan emekli amirallere reva gördükleri muamele ortada. Orduevlerine girişlerini bile yasakladılar ömrünü bu millete adamış şerefli paşalarımızın.

Diplomatlarımıza düşmanlar. “Monşer” dediler. Seslerini kıstılar. Büyükelçi kadrolarını onun bununla doldurdular. Devletin en güzide kurumları arasında yer alan Dışişleri Bakanlığı’nın kurumsal kültürünü, geleneklerini, usta-çırak ilişkisiyle yürüyen meslek içi düzenini berhava ettiler. Türk dış politikasının en temel ilkelerini küçümsediler. Ne itibar bıraktılar, ne güvenilirlik, ne de öngörülebilirlik…

Milli ve yerli olmamakla suçladılar koca koca hocaları. Boğaziçi Üniversitesi’ne taktılar kancayı. Türkiye’nin en gözde üniversitesine üçüncü sınıf intihalcileri rektör atadılar. Okumuşlar çıkıyordu oradan. Engellenmeliydi…

“Sanatçı müsveddesi” dediler ülkenin onur abidelerine.

Metin Akpınar, Müjdat Gezen, Sezen Aksu, Edip Akbayram, Fazıl Say, Mehmet Ali Alabora ve daha niceleri… Hepsi paylarını aldılar iktidarın nefretinden. Sanatçının doğası itibariyle muhalif olduğunu, eleştirdiğini, isyan ettiğini, başkaldırdığını anlayamadılar. Onlara göre sanatçı “Slogan atmayacak, şikayet etmeyecek, polemik yapmayacak…”

Bir zamanlar AK Serçe diye anılan Sezen Aksu’yu bile isyan ettirdiler: “Kim yolcu kim hancı? Dur bakalım…”

Bunlar okumuşu, yazmışı sevmiyorlar.

Varsa yoksa cahil kalabalıklar. Onlar baş tacı.

“Eğitim düzeyi arttıkça oyumuz düşüyor” dediler. “Cahil kesime güveniyorum” diyen rektör YÖK’e atandı. Yani “Biz oyumuzu cahil cüheladan alıyoruz” dediler. Oysa “Cehalet yenilmesi gereken en büyük düşmandır” demişti Büyük Atatürk.

Sokakta mikrofon uzatıldığında “Zamları Kılıçdaroğlu yaptı” diyenlerden… Ayçiçeği yağı sorununun, doğal gaz faturalarının CHP’nin eseri olduğuna inananlardan oy alıyorlar…

‘Yürüyüşüne kurban olayım’cılardan. ‘Reisime canım feda’cılardan. ‘Öl de ölelim’cilerden…

Trollerden… Boji’ye iftira atmak için cebinde dışkı taşıyanlardan… “Listem hazır, bizim aile elli kişiyi götürür” diyenlerden… Göçmen durumuna düşmediklerine şükretmeleri istendi diye göçmen durumuna düşmediklerine şükredenlerden…

Hacı hoca takımından. Tarikat şeyhlerinden. Üfürükçülerden, cin çıkaranlardan, çocuklara sarkanlardan.

Geçtiğimiz yıl 95 yaşında kaybettiğimiz değerli hocamız mimar Doğan Kuban, “İster kadınları boğazlamak, ister tarihi ve doğal çevreyi yok etmek, ister ağaç kesmek, ister hırsızlık yapmak, ister tarih bilmeden onunla övünmek, ister dindar olmadan dini istismar etmek… Hepsi cehalete dayalıdır” derdi.

Türkiye’nin büyük sorunu cehalettir.

Hayatta en hakiki yol gösterici de ilimdir, fendir. Nass filan değildir…

“Cehalet, zulmü adalet gibi gösterir” der Victor Hugo.

İktidarın yücelttiği cehaletin önümüzdeki seçimlerde bir kez daha kazanmasına bu ülkenin tahammülü yoktur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kaya Türkmen Arşivi