“Cumhuriyet büyük bir iddiaydı, 1940’larda büyük toprak sahipleri ve tüccarın ördüğü duvara çarptı”

“Cumhuriyet büyük bir iddiaydı, 1940’larda büyük toprak sahipleri ve tüccarın ördüğü duvara çarptı”
Mülkiye’nin (Ankara SBF) efsane iktisat hocalarından Prof. Dr. Bilsay Kuruç, İş Bankası’nın, Cumhuriyet’in 100. yılında “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” temalı uluslararası konferansında “20’nci Yüzyıla...

Mülkiye’nin (Ankara SBF) efsane iktisat hocalarından Prof. Dr. Bilsay Kuruç, İş Bankası’nın, Cumhuriyet’in 100. yılında “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” temalı uluslararası konferansında “20’nci Yüzyıla Giriş” başlıklı ayakta alkışlanan bir konuşma yaptı. Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet döneminin iktisadi profilini çıkardı, yaşanan sorunları, sorunların kaynağını, ekonomik olarak nelerin yapıldığını, nelerin yapılamadığını anlatırken 1940’larda toprak-tarım reformunun engellenmesinin sonuçlarını ’Cumhuriyet’in dramı’ olarak tanımladı, ’Cumhuriyet burada duvara çarptı’ ifadesiyle de Türkiye’nin neden ekonomik kalkınmasını tamamlayamadığını anlattı:

GÜVENCELİ DÖNEM

● 20. yüzyıla önce finans penceresinden bakalım. Çünkü Cumhuriyet’in arka planında kapitalizmin seyri var. Hangi evreler geçmiş, biz o evrelerde hangi konumdayız? 20. yüzyıl 1919’da Versailles’te başladı. Bu dönem 1945’e kadar sürdü. Bu dönemin özelliği finans anlamında güvencesiz bir dönem olması ve riskleri taşıyan bir dönem olmasıydı. İkinci dönem 1949-50 güvenceli dönem, sıfır risk taşıyordu.  Yani döviz kuru riski yok, yapışık kardeşi olan faiz riski yok. Niçin, çünkü ABD’nin ’Dünyanın parasının sahibi benim’ diyen ülkenin güvencesinde.  Şöyle güvence veriyor, benim param altın kadar değerlidir, paramı getirene altın veririm… 1 ons altın 35 dolar üzerinden…

GÜVENCESİZ DÖNEM

● Cumhuriyet birinci dönemde, 1919-1945 döneminde kuruldu. İkinci dönemde 1949-1970’li yıllar döneminde durumu idare ettik. 1949-2008 olarak alınabilecek üçüncü dönem henüz devam etmekte olan güvencesiz ve riskli dönem. Standart yok çünkü ABD Başkanı Nixon 1971’in Ağustos’unda konuştuğunda ’Ey Dünyalılar, kusura bakmayın artık dolar getirene altın vermiyoruz’ dediği zaman – çünkü dolar artık tek başına dünya parasının standardıdır- güvenlik ağını ülkelerin altından çekiyor. Bu dönemin özelliği ne kadar risk o kadar kazanç getirebilmesidir. Bir cambazlık işidir ama biz bu dönemde bocalıyoruz.

ENFLASYON

● Birinci dönem olağanüstü bir gelişmeyle o güne kadar görülmedik bir şeyle Almanya’daki enflasyonla başlıyor. O güne kadar enflasyon bilinmezdi. Sonra büyük çöküşe geliyoruz 1929-30. Böyle bir dönem, kapitalizmin büyük devletlerinin paralarında uyumun olmadığı bir dönem. Son adımda diğer paralar dolara göre devalüe oldular, dolar da zaten altına ayarlanmıştı. Bu dönem, kapitalizmin dünyaya güvenceli ve risksiz bir dönem sunduğu zaman 1958’e kadar konvertibilite yoktu. Bu başlayınca istikrarsızlık da başladı. Alman Markı ve Japon Yeni’nin dolara karşı değer kazanması üzerine Nixon’un konuşmasıyla döviz kurları ve faiz dalgalanmaya başlıyor.

KÜRESELLEŞME BAŞLAR

● Bu dönemin bir özelliği de sermayenin serbest kalarak dünyayı dolaşmasıdır, buna küreselleşme deniyor. Yani tsunami gidip ayak bastığı yerleri kendi tapusuna kaydediyor. Bu dönemin sonunda 2008’e gelirken… Faizleri düşürürsek varlıkların nominal değerini yükseltiriz yani servet sahiplerini teşvik ederiz. Faiz ne kadar düşük olursa varlık enflasyonu o kadar yüksek olur. Bu Türkiye’deki düşük faiz-enflasyon doktrininin tersten kanıtlanmış hali. Faiz ne kadar düşerse varlık enflasyonu o kadar yüksek olur, o kadar çok servet sahibi yaratır, herkes değil tabii, bazıları…

BÜYÜK İDDİA...

● Cumhuriyet bir “büyük iddia” olarak kuruldu çünkü ’köylüler ülkesi’nde kuruldu. Osmanlı’dan sonra kuruldu. Osmanlı 18. yüzyılı, 18. yüzyılın aydınlanmasını algılamamıştı. 19. yüzyılın büyük dönüşümünü algılamamıştı. Zaten bu yüzden sona erdi, savaş kaybettiği için değil, dünyayı algılamadığı için… “Büyük iddia” da 1919’da Samsun’da başlıyor.

KÖYLÜLER ÜLKESİ

● Köylüler ülkesindeyiz, basit tarım yapılıyor, kendilerine yetecek kadar. Piyasa için tarım yapacak nitelikte ve büyüklükte değil. O nedenle ’köylü milletin efendisidir’ dediği zaman ’köylüyü çiftçi yapacağız’ demiş oluyor. Yani bilgiyle tarım yaparak üretecek insan yapacağız demiş oluyor.

REZERVİN KAYNAĞI

● Köylü çoğunlukla toprak işçisidir, bir başka toprak sahibi için – ağa diyebiliriz - üretim yapan dolayısıyla verimi de o kadarda kalan adamdır. İşte böyle bir tarım ülkesinde kuruluyoruz. Ekonominin lokomotifi bu tarımdır. GSYH’nın yüzde 50’den fazlasını tarım üretir ama basit şeyler üretir. Yine de ekonomiyi o çeker götürür, o kadar götürür ki 1931 ile 1947 arasında bu lokomotifin getirdiği rezervler Cumhuriyet’in rezervleridir. Rezervi kim üretir, rezervi finans dünyası üretmez, üretim dünyası rezerv üretir. Rezervin yönetimi başta merkez bankası olmak üzere finansa aittir.

DEMİRYOLU

● 1950’lerin ortalarına kadar tarım GSYH’nın yüzde 50’sini basit tarım üretti, ekonomiyi o çekti götürdü. Ama “büyük iddia” esas olarak Osmanlı’dan alınan bu tabloyu değiştirmektir. O tabloyu değiştirmek için demiryolu yaptı, yılda ortalama 200 kilometre demiryolu yaptı. Kazma kürekle. Yabancı şirketlerin Osmanlıya yaptığı 3.500 kilometre demiryolunu devraldı, kendisi 3.500 kilometre demiryolu yaptı, kazma kürekle.

SANAYİ

● Sanayi yaptı. Türkiye, bırakalım 2. sanayi devrimi ürünlerini birinci sanayi ürünlerini  daha yapmamıştı. İnsanların ayağında ayakkabı yoktu, çaputlarla geziyordu, sırtında elbise yoktu. Dolayısıyla sanayi programı yaptı. Sanayi programsız plansız olmaz, planı yaratan şey sanayidir. Sanayi aklı plan aklıdır. Türkler tarihlerinde ilk kez yatırım yapmayı öğrendiler, 1934’te Kayseri fabrikasının temeli Başvekil İsmet Paşa tarafından atıldı. Dokumayı yaptılar sonra Karabük’te demir çeliği de yaptılar, iki yılda çelik akıtıldı. Demek ki yaparak öğrendiler ve öğrenerek kurdular.

DENK BÜTÇE

● Denk bütçe yaptılar çünkü Osmanlı açık bütçelerle gitmişti, bütçe zaten kendisinin değildi, Düyun-u Umumiye idare ediyordu, kendisine ait bütçesi yoktu. Denk bütçe yaptılar ve paraya sahip oldular, Osmanlının parası yoktu. Cumhuriyet de Lozan’da İskender kılıcı gibi 158 milyonluk emisyonu aldı, olduğu gibi korudu ama enflasyon olmasın diye para basmadı. 1930’da merkez bankasını kurdu. Bir ülkenin parası geçerli olmak kaydıyla bağımsızlığının simgesidir. Merkez bankacılığını bilen var mıydı, yoktu. Çok değerli insanlardı, yaparak öğrendiler ve rezerv yönetimini yaptılar.

● O zamanki anlayışa göre iktisat politikası Ortodoks anlayış üzerine oturuyordu, ne kadar altın o kadar para, fazla açılmayacaksın. Sanayi programlarının getirdiği büyüme itişiyle tarımda yeni yeni toprakların açılmasıyla artan üretimi birleştirdiler. O zamanlar iktisat literatüründe büyüme sözcüğü yoktu ama yaptılar. Demek ki istikrarla büyümeyi iç içe yaptılar. 1930’lar bize böyle bir tablo getirdi.

DRAM BAŞLIYOR

● Dram burada başlıyor… “Köylü efendimizdir, yani çiftçi yapacağız” karşısında bir duvar vardı. O duvar 1930’larda kendini belli etti, 1940’larda ortaya çıktı. O Bizans ve Osmanlı toprak mülkiyetinden gelen ve hâlâ o mülkiyet üzerinde oturan  büyük topraklılarla tüccarın birlikte ördüğü bir duvardı. Cumhuriyet bu duvara çarptı.

CUMHURİYET İNSANI

● Bu duvarı yıkmayı göze almıştı. Çünkü tarımda köylüyü alıp onu “Cumhuriyet’in insanı” yapmayı göze almıştı, uğraştı ama bu duvara çarptı. Çünkü dediler ki “Vermeyiz…” Neyi vermeyiz? “Köyü, toprağı ve köylüyü vermeyiz” dediler yani “Cumhuriyet’e insanı vermeyiz” dediler, “Köylüyü Cumhuriyet’in insanı olsun diye vermeyiz” dediler.

GERÇEĞİ GÖRMELİ

● Bu gerçeği görmezsek, bilmezsek, neden olduğunu aklımızla irdelemezsek bugünkü sorunları çözemeyiz. “İnsanı vermeyiz” ilk defa o zaman söylendi. Cumhuriyet’in dramı da 1940’ların ilk yarısında yani olağanüstü İkinci Dünya Savaşı koşullarında göze alınan bu muharebede yatıyor. Bu bir muharebeydi.

● Köyün insanını aydınlatmak ve onu çiftçi yapmak üzere ona toprak vermek üzere iki hamlenin, Köy Enstitüleri ile çiftçiyi topraklandırma ve bağımsız çiftçi ocakları kurma hamlesinin birleştirilmesiydi. Olmadı, duvara çarptı ve dolayısıyla köylü efendi olamadı, ortakçı, yarıcı, maraba olarak kaldı. Ve iki seçeneği vardı. Ya öyle kalacak ya da kentlere göçüp ucuz işçi olacaktı. Bir kısmı kaldı, bir kısmı o tarihten başlayarak kentlere göçtü, ucuz işçi oldu. Ucuz işçilik oradan başlayarak günümüze kadar geldi.

● 1945’ten sonra yeniden topraklar ekilmeye başlandı. Traktör ithaliyle rezervler azalmaya başladı ve tarım hızı azalarak gitti. 1953-54 sonrası tarım istatistiklerine bakarsanız tarımın artış hızının ortalama 2’nin üzerine çıkmadığını görürsünüz birinci vites yani, o kadar. Daha fazla gidemiyor neden o mülkiyetle o kadar tarım yapılabiliyor. Lokomotif takatsiz kalınca ekonomide ciddi açıklar başladı. Peki n’apalım, öderiz. Aşağı yukarı 70 yıldır ödüyoruz ve ödemeye de devam ediyoruz. Tablo böyle.

● Peki yeni lokomotif lazım değil mi, esas 20. yüzyıla girmek istiyorsak çünkü bu köylüler ülkesinde büyük iddia 20. yüzyılın devletini ve toplumunu kurma iddiasıdır. İkisi bir arada. Basit köylülerden 13-14 milyonluk köylüler ülkesinden, daha önce aydınlanma ile sanayi ile beceri sistemi ile tanışmamış nüfustan 20. yüzyılın toplumunu yapmak istiyoruz. “Büyük iddia” burada ve onun için insanı istiyoruz öncelikle. Bu insan olmadıkça 20. yüzyılın insanı olmadıkça 20. yüzyılın devletini ve toplumunu kurmak çok çetin bir iş oluyor ve çetin bir iş olarak devam etti.