Gelişmekte olan ülkeler için “IMF” çözüm olabilir mi?
GELIŞMEKTE olan ülkeler açısından Kovid-19’un ilk etkileri finansal piyasalarda hissedildi. Salgının yayılımı ve artan vaka sayıları ise
geriden geldi. Bugün itibarıyla hem küresel hem yerel ekonomiler
neredeyse tamamıyla durdu. Salgını kontrol altına almanın maliyeti ise birçok ülke tarafından henüz göğüslenmedi bile. Bu ülkelerin
birçoğu 2008 krizi sonrasında görece hızlı toparlanmışlardı; ancak mevcut krizde bu kadar şanslı olmayacakları aşikar.
Küresel ticaretin çökmesi, sermaye hareketlerinin tersine dönmesi ve yerel parada yaşanan değer kaybı zaten var olan dış borç karşılama sorunlarını derinleştiriyor. Özellikle artan finansman ihtiyacı ve bu ihtiyacın uluslararası piyasalar tarafından karşılanmasının zor olması önemli bir risk oluşturuyor. Gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya kaldıkları bu sorun küresel ekonomi için ise önemli bir gündem maddesi haline geldi.
SON YILLARDA BORÇ MALIYETLERI ARTTI, REZERVLER ALARM VERIYOR
Kovid-19 krizi öncesinde var olan düşük faiz ortamında bile gelişmekte olan ülkelerin borç karşılama oranları alarm vermeye başlamıştı. 2019 yılında gelişmekte olan ülkelerin borç karşılama maliyetlerinin milli gelire oranları
2005 sonrası en yüksek seviyeye çıkmıştı. 2019’da gelişmekte olan ülkelerin borç/GSYH oranı yüzde 220 seviyesine ulaştı. Bu oran 2007’de yüzde 147’ydi. Görüldüğü gibi mevcut kriz bu sorunu daha da derinleştirdi ve finansman ihtiyaçlarını karşılanması güçleşti. Krizden en çok etkilenen sektörlerin başında gelen turizmin, sektörel bir sorun olmaktan öte
ülke ekonomisine doğrudan etki edecek bir sorun haline dönüşmesi
muhtemel. Zira turizm gelirlerinin 2020’de hızlı bir şekilde düşecek
olması bütçede önemli bir gelir kaybına neden olacak. Benzer şekilde, yabancı sermaye girişlerinin tersine dönmüş olması bir diğer
handikap. Kovid-19 sonrası gelişmekte olan ülkelere portföy girişleri tersine döndü. Mart ayında Çin
hariç gelişmekte olan ülkelerden
83 milyar dolar para çıkışı yaşandı. Bu kayıplarla beraber, zaten
düşük seviyelerde bulunan yabancı para rezervleri ülkelerin finansman ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda. Örneğin, Bahreyn ve Ekvator gibi ülkelerin yabancı para rezervleri 1 yıllık dış finansman ihtiyacının yalnızca 1 aylık kısmına yetecek seviyede. Güney Afrika ve Macaristan gibi ülkelerde de durum parlak değil.
Türkiye’ye bakıldığında ise durum pek iç açıcı değil. Ülkeden çıkan yabancı sermaye ve zayıf seyretmesi beklenen turizm gelirlerine ek olarak, 2020’nin başından itibaren brüt rezervler 11 milyar dolar azalması tabloyu kötüleştiren veriler. 3 Nisan haftası itibarıyla net uluslararası rezervler
27 milyar dolar seviyesinde bulunuyor. Şubat ayı verilerine göre ise bu tutarın 26 milyar dolarlık kısmı ise borçlanma kaynaklı. Türkiye’nin görece avantajı ise kamu borçluluğunun henüz düşük seviyede seyrediyor oluşu.
Bu tablo içinde hem Türkiye hem diğer gelişmekte ülkeler kendilerine kaynak yaratmanın yollarını arıyor. Bu ülkelerin büyük bir kısmı uluslararası kurumlardan finansman talebinde bulunurken, uluslararası aktörler ise kredi kanallarını açmaya başladı. Örneğin, IMF’e bugüne kadar finansman talebinde bulunan ülke sayısı yaklaşık 90 oldu. IMF’nin ise halihazırda 270 milyar dolar fonu bulunuyor. İhtiyaç halinde ise üye
ülkelerin onayıyla ilave 508 milyar dolarlık bir fon açılabilir. Bu
bağlamda, Kovid-19 sonrasında IMF’nin son yıllarda erozyona uğrayan küresel etkinliğini yeniden arttırması beklenebilir.
Türkiye açısından bugüne kadar IMF tartışmaları hep “stand-by” çerçevesinde yürütüldü. Yani, IMF’nin sağlayacağı krediye karşılık olarak hükümetten talep edeceği katı koşullar konuşuldu. Ancak mevcut krizde IMF ile görüşmelere başlayan ülkelerin birçoğu IMF’nin
acil durumlar için sunduğu hızlı finansman enstrümanını (RCF)
talep ediyor. Bu kredinin özelliği stand-by anlaşmasının aksine, kredinin katı mali koşullara bağlı olmamasıdır. Türkiye bu krediyi kullanması halinde yaklaşık 10 milyar dolar kaynak sağlayabilir. Kovid-19 sonrası küresel ekonomide bozulmanın bu şekilde devam etmesi ve gelişmekte olan ülkelere yayılması halinde, bu kaynağın tümüyle kullanılması durumunda
bile yabancı para rezervlerinde yaşanacak bozulma engellenemez.
Fakat, kısa vadede tüm ekonomiler için bir rahatlama yaratır.
ABD, TÜRKIYE’YE SWAP HATTI AÇMADI
Öte yandan, ülke ekonomilerini rahatlamaya yönelik bir diğer enstrüman ise Fed ve IMF tarafından sağlanan swap hatları. Fed belirlediği ülkelere, doğrudan swap hattı açarak dolar likiditesi sağlıyor. Bu hattan faydalanmak için ülkelerin elinde ABD hazine kağıdı bulundurmaları gerekiyor. IMF’in ise elinde ABD hazine kağıdı bulunmayan
ülkelere swap hattı açması öngörülüyor. Türkiye, ABD’nin swap hattı
açtığı ülkeler arasında bulunmuyor. Ancak, bu ülkelerin arasında
bulunmuş olsa bile Türkiye’nin elinde tuttuğu ABD tahvil stoğu
2017’deki 52 milyar dolar seviyesinden 2020’de 2.8 milyar dolar
seviyesine kadar düştü. IMF’nin açacağı swap hattı ise Fed’in tanımladığı ülkeler arasında yer almayan tüm taraflar için elverişli bir enstrüman olarak kullanılabilir. Son olarak, krizden daha güçlü
bir küresel aktör olarak çıkmak isteyen Çin’in finansal ilişkisi olduğu ülkelere mali kolaylık sağlayıp sağlamayacağı ise önümüzdeki süreçte birçok ülkeyi etkileyebilecek bir konu. Çin’in bu süreçte mevcut
kredilerin geri ödemeleri konusunda kolaylık sağlayıp sağlamayacağı
veya ilave mali destek verip vermeyeceği birçok ülkenin kriz sürecindeki yükünü belirleyeceği gibi Çin’in de önümüzdeki süreçte nasıl konumlanacağını da etkileyecek.
İKTIDAR IÇIN BULUNMAZ BIR FIRSAT MI?
Türkiye’de ne zaman IMF gündeme gelse faiz lobisi, dış mihrak,
borç almayız borç veriririz sözleri havada uçuşur. İktidarın ve hatta
DEVA partisiyle tekrar aktif siyasete dönen Ali Babacan’ın en çok
gurur duyduğu icraatların başında IMF ile yapılan stand-by anlaşmalarının sona erdirilmesi gelir. Bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan
birçok kez yüksek perdeden IMF iddialarını reddetmişti. Ancak mevcut koşullar uygun faiz ile borçlanmak, daha doğrusu borçlanabilmek
için IMF’i bir mecburiyete dönüştürebilir. Tam da bu noktada iktidarın elini kısmen rahatlatan gelişme IMF ile anlaşmanın RCF üzerinden
yapılacak olmasıdır. Bu sayede iktidar katı kuralların olmadığı ucuz
para ile kısa süreli bir rahatlama ve işleri yoluna koyma fırsatı bulacaktır. Yine de olası anlaşma gerçekleşirse siyasette sert IMF tartışmaları
yaşanılması kuvvetle muhtemel.
Zira Erdoğan’ın “Türkiye IMF defterini kapatmıştır ve bir daha da
açmayacaktır” sözlerinin üzerinden henüz 1 sene geçti ve bu sözler
hafızalarda tazeliğini koruyor. Ancak söz konusu 10 milyar dolar Türkiye ekonomisi için geçici bir rahatlama yaratacaktır. Yani çözüm olmayacaktır. Türkiye’den öte tüm dünyanın krize savrulduğu ve gelişmiş ülkelerin hızla likidite arttırdığı bu dönemde Türkiye açısından tartışılacak diğer politika adımları ise “para basma” ve TL bono ihraçları olacaktır. Hükümetin ivedilikle kemer sıkması, süreçte şeffaflığı süratle ön plana alması ve kapsamlı ekonomik bir paket hazırlaması da atılması gereken diğer adımlar olarak karşımızda duruyor.