İstanbul Sözleşmesi olmasaydı ne olurdu?

Son Güncellenme Tarihi: Temmuz 24, 2020 / 07:14

Türkiye’li kadınlar yine ülkenin dört bir yanında ayaktalar. Öldürülen kadın kardeşleri için ve hayatlarına sahip çıkmak için ayaklanmaları ilk değil; defalarca çözümü adıyla söyleyerek, “yasayı uygula, kadını yaşat”, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diye eylemler yapan kadınların artık sabrı hepten taşmış durumda. Çünkü kadınların şiddetten kurtulduğu bir hayatın yolunu gösteren, adını güzel kentimizden alan bu önemli belge tartışmaya açılmış durumda.
Gazeteci arkadaşlarımız günlerdir bu durumu izah edebilmek için birçok soru soruyor bize. Bu yazıda, son günlerin soruları içinde çok önemli bulduğum birine cevap vermek istiyorum; Olmasaydı ne olurdu?
Ne olurdu biliyor musunuz? Sözleşmeye saldırılar yeni değil ama son yıllarda yetkililer de dile getirmeye başladı ve devamında ne oldu?
Geçen sene Haziran ayında Cumhurbaşkanı “İstanbul Sözleşmesi nas değil. Bizim için ölçü değildir” dedi. İzleyen günlerde Emine Bulut kızının gözleri önünde öldürüldü. Bu sene “imza çekilebilir” diye konuşulmaya başlandı; Pınar Gültekin, Seher Fak, Fatma Altınmakas, Bahar Özcan arka arkaya hunhar biçimde öldürüldü.
İşte sorunun cevabı buradadır; kadınları şiddetten kurtaracak çözüm yoluna saldırırsanız, kadınları o şiddet ile başbaşa bırakırsınız. İstanbul Sözleşmesi -bu uygulanmayan haliyle bile- olmasaydı çok daha fazla kadını kaybetmiş olabilirdik. Çünkü o hayatımıza girdiğinden ve 6284 sayılı yeni koruma kanununa kavuştuktan bu yana 2012-2018 yılları arasında mahkemeler tarafından 510 bin 114 kadın hakkında koruma kararı verilmiş. Koruma kararı verilen kadın sayısı son 8 senede yüzde 171 artıp, 2018’e gelindiğinde bir yıl içinde 83 bin 987 çıkmış. Aynı zamanda koruma talebi reddedilen kadın sayısı da artmış.2012’de 6 bin 246 kadının koruma talebi reddedilirken 2018’de bu sayı yüzde 74’lük artışla 10 bin 889’a yükselmiş. https://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/225444-akkus-ilgezdi-koruma-talebi-reddedilen-kadin-sayisi-artti
Bu tabloya göre kabaca bir hesapla bile son yılda en az 80 bin kadının koruma talep ettiğini varsayara isek 600.000 kadın, İstanbul Sözleşmesi sayesinde hayatta kalmış.Koruma talebi reddedilen binlerce kadın, İstanbul Sözleşmesi uygulanmadığı için öldürülmüş. Bu hesaplamada, Türkiye kadın nüfusunun üçte biri şiddet görürken hakkını aramayan %89 luk milyonlar yok bile…
Demek ki neymiş, öyle uzun uzun anlatmaya bile gerek yok; İstanbul Sözleşmesi olmasaydı binlerce kadın hayatta kalamazdı.
Bir de bunun doğrusunu; olması gerekeni konuşalım, Sözleşmenin imzalandığı yıllarda yapılan olumlu açıklamaların, şiddete karşı tutum alınmasının ana akımda tüm topluma ilettiği mesaj sayesinde kadın cinayetlerinin azaldığı tek yıl idi. Bir de tüm maddeleriyle uygulandığını düşünelim, kadın cinayetlerinden eser kalır mı?
İktidardaki tüm yöneticiler için prestij kaynağı, tüm partilerin vekilleri için mecliste birlikte sahiplenilen belgedir İstanbul Sözleşmesi. Tek bir vekil çekimser kalmış, o da şerh bile düşmemiş iken, ne oldu da şimdi böyle oldu? Bu soruyu iktidar içinden soran bir yönetici kadının görevi bile değişti, neden?
Biz kadınlar da bu soruları soruyor ve cevap bekliyoruz.
Sözleşmenin doğuşu böyleyken, Türkiye’de şiddet her gün kadınların nefesini kesiyor iken, nefesimiz tükenerek sözleşmenin neden gerekli olduğunu anlatmak zorunda bırakılmamız hicap vericidir. Ve bu hicap, kadınların hayatta kalması için çırpınan toplumun değil, görevini yapmayanlarındır.
Geçen gün bir başka gazeteci arkadaşım; “durum buyken nasıl bir gelecek tahayyül ediyorsunuz? Genç kadınlar için ne istiyorsunuz? “ diye sordu.Biz, tüm sanatçılara örnek olması gereken Kalben arkadaşımızın eylem alanında çok gerçek ifade ettiği gibi, nasıl bir ülkede yaşadığımızı biliyoruz.
Ecelimizle ölebildiğimiz bir ülke istiyoruz.
Elbette ötesini kazanmak; gelecek kuşaklar eşit ve özgür yaşasın diye ömrümüzü vereceğiz. Ama şu anda Türkiye’li kadınların önce hayatta kalmayı; erkek eliyle öldürülmeyip doğal yollar ile ölümü istemelerinin ne anlama geldiğini de bütün sorumluları bir düşünsün. Belki utanırlar.

Gülsüm Kav

Gülsüm Kav (1971), Türk feminist aktivist, yazar ve doktor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu kurucularından olup, halihazırda Platform’un genel temsilcisidir.
1996’da Eskişehir Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olmuştur. 2002 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ana bilim dalıdan uzmanlığını almıştır.

Tıp etiği uzmanı olarak başladığı kariyerine, İstanbul Bölge Müdürlüğü Hasta Hakları Uzmanlığı ile devam etmiştir. 2012 yılından sonra Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde uzman hekim olarak çalışmaya devam etmiştir.

Ankara ve İstanbul Tabip Odalarında İnsan Hakları Komisyonunda, İstanbul Tabip Odası yayın organı Hekim Forumunda, Kadın Hekimlik Komisyonunda, Etik Kurul’da ve TTB Kadın Hekimlik Kolu İstanbul temsilciliğinde görev almıştır.
2020’de BBC’nin ilham veren en etkili 100 Kadın listesine girdi.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top