Korana günlerinde “yeni normal”ler ve tuhaflıklar

Korana günlerinde “yeni normal”ler ve tuhaflıklar
Instagram hikayeleri kendilerini optimizasyona adamış insanların türlü uğraşlarıyla dolup taşıyor. Kimileri harıl harıl ekmek pişiriyor. Bazıları hangi kitapları bir solukta okuduğunu, ilk konferans görüşmesinden önce sabah...

Instagram hikayeleri kendilerini optimizasyona adamış insanların türlü uğraşlarıyla dolup taşıyor. Kimileri harıl harıl ekmek pişiriyor. Bazıları hangi kitapları bir solukta okuduğunu, ilk konferans görüşmesinden önce sabah kaç saat egzersiz yaptığını, en sofistike yemeği kendisinin pişirdiğini, tek bir rulo tuvalet kağıdıyla kaç gün geçirdiğini yazıyor. Yazmazsa öleceğini sanıyor. Yetmiyor, canlı olarak gün boyu gözümüze sokuyor.

Bütün bu faaliyetlerin, mevcut durumu mümkün mertebe kazasız belasız atlatmak ve başa çıkmak için geliştirilen yöntemler olduğunu kabul ediyorum. Sokağa çıkma kısıtlamaları ve sosyal mesafe yüzünden sosyal medyanın başkalarıyla iletişim kurmak için aşırı önemli olduğunun da farkındayım. Ama yaptığınız her şeyi bizimle paylaşmanıza gerçekten gerek yok. Çünkü ilgilenmiyoruz.

Okuyorsan, kendin için oku!

Herkes motivasyon gurusu mübarek. Okudukları, yedikleri, koştukları kim için? Elbette insanlık için. Umuma salınan, korkunç ışıkta çekilen onca titrek ve iç karartıcı video, senin ve benim hayrım için. İçinde inceden bir günbatımı efekti olanlar ise Korona’nın yarattığı depresyonu hafifletmek, seni beni mutlu ve motive etmek için. Kitap yığınlarının arasından bana iletilen mesaj, bana umut vermek için. Öyle mi?!

Instagram dur durak bilmeden haykırıyor, ayar çekiyor: Boş zamanınızı etkili bir şekilde geçirmiyorsanız, bu sizin suçunuz. Bu yüzden derhal yerinizden kalkın ve o Dostoyevski’leri, Beauvoirs’ları ve Bernhard’ları kütüphanenizden indirin; okumayacaksanız da en azından kitaplardan bir kule yapın ve fotoğraflarını çekip Instagram’a yükleyin; bu kadarını Korona salgınına ve mağdurlarına borçlusunuz…

Peki sen niye benim yaşam koçum oluyorsun? Motivasyon sorunum olduğunu nereden biliyorsun? Sen gelene kadar mutlu mesut olduğumu neden aklından geçirmiyorsun? Sen kurumsal bir şirkette çalışırken, Korona yüzünden ansızın yaşam gurusu olmaya karar verdin diye, neden telefonum senin canlı yayın uyarılarınla beni meşgul etsin? Hiç yapmadığın şeyleri denemek istiyorsan dene ama beni niye içine çekiyorsun?.. 

Korkunçlukla baş etmek için, daha korkunç şeyler düşünmenin psikolojideki karşılığını uzmanlar biliyordur. Çünkü tüm bu üstümüze fırlatılan korkunç saçmalıkları görmemek için, müzik araştırmalarıma devam etmek isterken, kendimi hangi seri katilin, hangi şarkıya ilham verdiğini okurken buluyorum mesela. Lütfen bir izahı olsun!!

Yeni tuhaflıklar

Birileri bana birkaç ay önce, öğleden sonralarımı titizlikle planlayacağımı, insanlara çok fazla yaklaşmamaya çalışacağımı, hareket ve motivasyon konusunda kafa patlatacağımı, marketten döndükten sonra ekmek, peynir, bakliyat, süt, meyve, sebze, alkol; ne aldıysam her şeyi, şüphe ve mesafeyle kolonyalayacağımı söyleseydi gülüp geçerdim tabii..

Ama şu an gülmüyorum. Bu durum neredeyse bir aydır küçük tefek sapmalarla sürüyor. Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar, Pazartesi... Ve de haftanın her tekrarında günlerin anlamları eksiliyor. Eskiden yarattıkları duygulardan eser yok; hepsi bulanıklaşıyor…

Bizimle birlikte şehir de değişiyor. Ama olumlu anlamda. Tuhaf bir sükunet var sokaklarda, insanlarda, marketlerde, yollardaki araçlarda, sürücülerde.. Şehrin çehresi de havası da pırıl pırıl ve temiz.

Ömrümde görmediğim yeşil kuşlar gördüm daha geçen gün bir ağacın tepesinde. Papağan deseniz değil, muhabbet kuşu deseniz değil. ‘İstanbul’da böyle kuşlar mı vardı?’ diye sordum kendime... Bir değil, iki değil; sürü halindeler. Birbirleriyle cilveleşerek oradan oraya uçuyorlar. Bizim hissettiğimiz suçluluk duygusu, tedirginlik, belirsizlik, çaresizlik, sosyal mesafe ve bunlarla başa çıkmanın kakofonisi hiç yok onlarda!

Ömrümde görmediğim yeşil kuşlar gördüm daha geçen gün bir ağacın tepesinde. Papağan deseniz papağan değil, muhabbet kuşu deseniz muhabbet kuşu değil. ‘İstanbul’da böyle kuşlar mı vardı?’ diye sordum kendime. Bir değil, iki değil; sürü halindeler. Birbirleriyle cilveleşerek oradan oraya uçuyorlar. Bizim hissettiğimiz suçluluk duygusu, tedirginlik, belirsizlik, çaresizlik, sosyal mesafe ve bunlarla başa çıkmanın kakofonisi ve görünme arzusu hiç yoktu onlarda.

İnsanın hayattan ve gezegenden kendini geri çektiği net hissediliyor artık sokaklarda. Hayat orada akmaya devam ediyor ve de bizden usanmış başka canlılara kendilerini iyi hissettiriyor. Bu yeni tuhaflık ya da normallik bizi de, korku ve belirsizliğin hüküm sürdüğü, dümdüz ve çıplak bir hayatla baş başa bırakıyor. Bu çıplak hayatta kaybettiklerimiz ve de kaybedeceklerimiz bizi birleştireceğine uzaklaştırıyor. Aramızdaki kopukluk iyice derinleşiyor. Tek değer hayatta kalmak haline geliyor. Yeni normal olarak kabul etmeye başladığımız zorunlu inzivalarda başkalarına ilettiklerimiz de, empati yoksunluğundan ileri gidemiyor ne yazık ki…