ŞİDDETİN YENİ MECRASI: SOSYAL MEDYA

ŞİDDETİN YENİ MECRASI: SOSYAL MEDYA
Sosyal medya platformlarını didik didik ederek atılan tweet’lerden, yapılan paylaşımlara, tıklanan küçük kırmızı kalplere kadar her satırda suç unsuru arayan –ve kolaylıkla bulan- muktedirin, bir kadını bayıltana kadar...

Sosyal medya platformlarını didik didik ederek atılan tweet’lerden, yapılan paylaşımlara, tıklanan küçük kırmızı kalplere kadar her satırda suç unsuru arayan –ve kolaylıkla bulan- muktedirin, bir kadını bayıltana kadar dövüp bunu paylaşmakta sakınca görmeyen bir “sevgili”yi ifadesini aldıktan sonra serbest bırakması, labil bir adalet sistemi içinde yaşadığımızı bize her gün yeniden hatırlatıyor.

“WhatsApp profil fotoğrafını beğenmediği için sevgilisini 50 yerinden bıçaklayarak öldürdü.” başlıklı haber 2018’in Nisan ayında gazetelerde kendine küçük bir yer buldu.

Sanığın “maktul ile imam nikahlı olması nedeniyle ağırlaştırıcı nedenin tatbik edilebilmesinin mümkün olmadığı” ve sanığın maktulün ailesine başsağlığı dilemesi, pişmanlığını dile getirmesi ve yargılama sırasındaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak hakkında hükmedilen müebbet hapis cezasının 25 yıl hapse çevrilmesini başka bir yazıda tartışalım.

Geçen haftaysa Aleyna Çakır isminde bir kadın evinde asılı halde ölü bulundu. Ardından “Sevgilisi” olan erkek tarafından dövülerek bayıltıldığı ve baygın halinin kadrajda olduğu videonun sosyal medyada paylaşıldığı görüldü. Görüntülerde arkadan bir kadının sesi geliyor, “Onu mu gösteriyorsun bir de?” diyor ses. Kim bu kadın? Neden olan biten çok normalmiş gibi konuşuyor? Ardından çerçeveye bıçkın tavırlarıyla sevgili giriyor, ağzında bir sigara, o da çok rahat. “Merhaba arkadaşlar, canlı yayındayız” diyor. Kamera Aleyna Çakır’ın baygın bedenine dönüyor bir an için. Sevgili ekliyor: “Öyle yapılmaz, böyle yapılır!”

Şimdi şiddetin vardığı bu uç noktalardan adım adım geriye gidelim.

Bir metrobüs yolculuğu sırasında karşımda oturan yirmili yaşlarındaki çift adeta aralarındaki sözsüz bir anlaşmanın gereklerini yerine getirdikleri izlenimini veren bir şey yaparak telefonlarını değiştirdiler. Ardından hızla birbirlerinin sosyal medya hesaplarındaki hareketleri, son aramaları, listeleri, mesaj trafiğini, görselleri, gelen ve giden beğenileri, durum güncellemelerini, paylaşılan fotoğrafların lokasyonlarını usta bir dedektif edasıyla incelemeye başladılar. Bu titiz incelemeyi de elbette sert sayılabilecek bir sorgulama takip etti.

Önce görürüz, söz sonra gelir!

John Berger ünlü “Görme Biçimleri”ni şu cümleyle açar: “Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmayı öğrenmeden önce bakıp tanımayı öğrenir”. Bugünse Berger’ın bahsettiği görme kavramının epey uzağında olsak gerek. Görme görülme olmadan anlamını yitirdi, görme gözetlemeye, görülme ise gözetlenmeye evrildi.

Gözetleme çok da yeni bir olgu değil. Burada, Foucault’ya ve elbette onun gören ama görülmeyen iktidarı “panoptikon”una selam vererek, bugünün gözetleyen, gözetlenen ve daha da önemlisi gözetlendiğinin farkında olup bundan haz alan sosyal medya kullanıcılarının adeta bilinçdışı bir dille uygulamaya koyduğu eylemler üzerinde kafa yormak gerekebilir. Kullanıcılar artık yaşam, aşk, kariyer, ekonomi ve sosyal alanlarıyla tüm yaşamı onları izleyenlerin önünde bir performans olarak sergiliyor. Tüm yaşamın çarpık bir izdüşümü sosyal ağlarda yeniden üretiliyorsa eğer, şiddet ve saldırganlığın da bu mecraya taşınması kaçınılmaz olsa gerek.

Bu yeni şiddet türünün üzerine düşünmek için şiddetin fiziksel bir zararla sonuçlanması gerekmiyor elbet.  Biraz önce de bahsettiğimiz gibi kişinin sosyal medyadaki paylaşımlarına karar vermek, çevresini sınırlamaya çalışmak, rızası olmadan ve ısrarla mesaj göndermek, hesabını kapatmaya zorlamak gibi uzayıp gidecek bir listenin maddeleri dijital şiddet şemsiyesi altında artık siber zorbalık, siber taciz ya da siber tartaklama gibi kavramlarla tanımlanıyor.

İzlenme, tıklanma, beğenilme ve tüm bunların sonucunda alınacak geri bildirimin geçer akçe olduğu Web 2.0 çağında “Öyle yapılmaz, böyle yapılır” diyerek bir kadını bayıltana kadar dövüp baygın görüntüleri “takipçilerle paylaşmanın” birincil veya ikincil kazanım anlamında bir karşılığı olsa gerek.

Araç, algıyı belirliyor mu?

Yine de dijital teknolojilerin şiddet üretimine doğrudan etkisi olduğunu veyahut şiddeti görünür hale getirerek ardındaki üretim motivasyonlarını yeniden oluşturduğunu düşünmek, yaşadığımız posmodernitenin içinde başımıza geleni anlamlandırmak için gerekli gibi görünüyor.

Marshall McLuhan’ın ünlü -ve bana göre epey çarpıcı- kuramından hareketle, araç (internet teknolojileri, sosyal medya) kullanan kişinin algısal alışkanlıklarını değiştiriyor mu? Araç yansız değil ve kişilere olduğu kadar topluma da mı mesaj veriyor? Bir başka deyişle ne söylendiği değil de nasıl söylendiği mi önemli? Araç algıyı ve düşünce yapısını şekillendiriyor mu? McLuhan’a göre bu soruların tümünün yanıtı “Evet!”

O halde yeni bir şiddet ve suç türü üzerine konuşmanın zamanı gelmiş olabilir. İzlenme, tıklanma, beğenilme ve tüm bunların sonucunda alınacak geri bildirimin geçer akçe olduğu Web 2.0 çağında “Öyle yapılmaz, böyle yapılır” diyerek bir kadını bayıltana kadar dövüp baygın görüntüleri “takipçilerle paylaşmanın” birincil veya ikincil kazanım anlamında bir karşılığı olsa gerek.

Bununla birlikte sosyal medya platformlarını didik didik ederek atılan “tweet” lerden, yapılan paylaşımlara, tıklanan küçük kırmızı kalplere kadar her satırda suç unsuru arayan –ve kolaylıkla bulan- muktedirin, bir kadını bayıtana kadar dövüp bunu paylaşmakta sakınca görmeyen bir “sevgili”yi ifadesini aldıktan sonra serbest bırakması, labil bir adalet sistemi içinde yaşadığımızı bize hergün yeniden hatırlatıyor.

Şiddete Tersinden Bir Tokat: Nan Goldin

Şiddetin bizzat mağduru olan cesur –kimilerine göreyse gereksiz bir dekadan olarak algılanan- bir fotğrafçının, Nan Goldin’in öyküsüyle bitirelim. Kim ne derse desin fotoğrafları bakanı yerine mıhlar Goldin’in. İzleyende bu etkiyi yaratmak kendine samimiyetle ve acımadan bakmayı ve yine kendini cesaretle açık etmeyi gerektirir. Her fotoğrafıyla bir diğer cesur fotoğrafçı Robert Capa’nın “Fotoğrafın yeterince iyi değilse, yeterince yakın değilsin” sözünün sağlamasını yapar. Fotoğrafları iyi, hatta çok iyidir, çünkü en yakına kadar yaklaşabilir. En çok da kendi yaralı ruhuna..

Fotoğrafın adı Dövüldükten Sonra Nan (Nan one month after being battered). 1984 yılında sevgilisi tarafından dövülen Nan, kendini bir kurban olarak portreye dönüştürmüştür. Fotoğrafla fotoğrafını çektiğim şey arasında hiçbir fark yok diyerek.

İyi Pazarlar!..

              Nan Goldin, Nan one month after being battered, 1984