Mehmet Şandır
Nefes alamıyoruz
22 Mart 2020 tarihinden bu yana Türkiye nüfusunun yaklaşık %40’ı, yani 7,5 milyonu 65 yaş üstü, 25,5 milyonu genç ve çocuk olmak üzere 33 milyon insan 76 gündür ev hapsinde tutuluyor.
“genel sağlık” ve “kamu düzeni” gerekçesiyle 65 yaş üstü insanlara kronik hastalıkları taşıyabilecekleri ve bağışıklık sistemleri zayıf olduğu var sayımı ile ancak okulları kapatılan çocuk ve gençlere ise tutarlı bir sebep gösterilmeden konulan “sokağa çıkma” yasağının sürdürülmesi artık birçok anlamda kabul edilemez ve bir “hak ihlali” boyutuna ulaştı.
Sonuç olarak yaşlı kabul edilen insanlar ve gençler için tehlikeli olan salgın 64 ve 21 yaş aralığındaki insanlar için tehlikeli değil mi veya bu insanların can güvenlikleri önemli değil mi ya da bu insanlar diğer insanlar için bir risk unsuru değil mi?
Kovid-19 salgınına karşı başta ilan edilen birçok tedbir gevşetildi veya tamamen kaldırıldı. “Yaşlı, genç ve çocukların”, Anayasa’da tanımlanan birçok temel hak ve özgürlüklerinin Hükümet/Bilim Kurulu/İçişleri Bakanlığı veya Cumhurbaşkanı’nın “kararı” ile “genel sağlık” gerekçe gösterilerek sınırlandırılmasına 76 gün sonra hala devam edilmesi bir anlamda evde kalmayı cezaya dönüştürmektedir.
Yaklaşık beş bin insanımızın hayatını kaybettiği salgında, vaka sayısı hala günlük 900 civarında ve her gün 20 insanımız ölüyor olmasına rağmen AVM’ler, kapalı mekânlar, plajlar açıldı, toplu ulaşım araçlarında sosyal mesafe kuralı kaldırıldı, şehirlerarası seyahat başladı ancak “gençler ve yaşlılar” evde kalsın deniliyor.
“Meşru bir amaç” için temel hak ve özgürlüklerin yönetim tarafından kısıtlanması hususu Anayasa ve evrensel hukuk kuralı olmakla beraber bu hakkın kullanılmasında yine Anayasa’da tanımlanmış şartlar ve normlar bulunmaktadır.
Mevcut Anayasa’ya göre;
MADDE 13.- Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
Hükümet, Kovid-19 salgını ile mücadele programında “genel sağlık ve kamu düzeni” gerekçesi ile Bilim Kurulu üzerinden bu güne kadar birçok karar aldı ve İçişleri Bakanlığının genelgesi ile yürürlüğe koydu.
Vatandaşlarının sağlığını güvenlik altına almak amacıyla alınan kararların özgürlükleri sınırlamak açısından bir dengede olması, tehlikenin büyüklüğü ile orantılı olması yani “ölçülü” olması gerekir. Her şeyden önce de Meclis’te müzakere edilerek kabul edilmiş bir kanunla yapılması gerekirdi.
Anayasa madde 13’ün gerekçesinde, “durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir” ifadesi kullanılmaktadır.
Hükümetin bu gerekçe ile aldığı tedbirlere hiç kimsenin bir itirazı olmamıştır. Ancak, son zamanlarda alınan çelişkili kararlarla temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında artık meşruluk, ciddilik, kanunilik dolayısıyla güvenirlilik kalmadığı ve ölçünün kaçtığı görülmektedir. Vatandaşların güvenmediği ve bu sebeple katılmadığı hiçbir uygulamanın amaca hizmet etmesi beklenmemelidir. Vatandaşların da son zamanlarda bu tedbirlere yeterince uymadığı görülmektedir.
Hafta sonları bazı illerde uygulanan sokağa çıkma yasağını, ilan edilmiş olmasına rağmen geçen hafta Cumhurbaşkanının “gönlüm razı gelmedi” gerekçesi ile kaldırması artık işlerin hukuka ve bilime göre değil şahsi duygu ve düşüncelere göre yönetildiği endişesini ve bu yöndeki iddiaları güçlendirmektedir.
Aslında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesinden sonra “hükümet etme” ve ülkeyi yönetme biçimi “hızlı karar alma” adına “birincinin yaptığı kural” şekline dönüştü.
Türkiye’nin yönetilmesinin tek bir kişinin aklına/omuzlarına bırakılması halinde bu türlü yanlışlıklara/komikliklere düşünülmesi kaçınılmazdır.
Ayrıca “Birinci”ye de acımak (!) gerekir.
Bizim çocukluğumuzda mahalle aralarında seyirlik bir gülmece oyun oynanırdı; oyuna davet edenin yaptıkları kuraldı, O’nun yaptığı komiklikleri yapamayanlar ebe olur; belini eğer üzerinden atlanılırdı; birdirbir oyunu.
Eğdik boynumuzu Birinci’nin gönül zenginliğinden merhamet (!) bekliyoruz.
Bu oyun artık kabak tadı vermeye başladı!
Eskilerin deyimi ile söylersek “kazan kaldırmaya” az kaldı!
Yaşanan ekonomik zorluklar altında bunalan toplumun hukuk, adalet ve demokrasi talepleri, son günlerde iktidar ve muhalefet arasında yaşanan “erken seçim, darbe gibi polemikler ile komikleşen siyaset OYUNU ile bastırılamaz.
Siyasi haklar ve özgürlüklerde, 2018’den beri ‘Özgür olmayan’, hukukun üstünlüğünde dünyada 128 ülke arasında 107’inci sırada, basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 154’üncü olan Türkiye’nin vatandaşları olarak, “biz artık bu oyunu oynamıyoruz” demeye çok az kaldı, bilesiniz.
BENCE
İnfaz yasa uygulamaları ile cezaevlerinin boşaltılması bir anlam ifade etmiyor;
Bizler için Türkiye, açıkhava cezaevine dönüştü.
BİZ kimiz?
BİZ, Türkiye’yi geleceğe taşıyacak enerji kaynağı genç aklın ve bunu yönlendirecek hikmetin, tecrübenin sahibi GENÇLERİZ. Biz size gerekliyiz.
Hayatının ilkbaharındaki gençlerimizi ve ömrünün son çeyreğinde “asude bir baharın” hazırlığında RİND hayatı yaşamak isteyen Biz 65 yaş üstü gençleri(!) artık “şartlı salıverin”
Türkiye’yi yönetenler, toplumun “Nefes Alamıyoruz” çığlığını duymuyor musunuz?