Şengül Hablemitoğlu
Salgının Faturası ve Sosyal Sermayemiz!..
Bizi bambaşka koşullarda yaşamaya zorlayan büyük bir felaketin yarattığı bu krizin elbette ki, toplumsal ve politik sonuçları üzerinde bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de tartışmalar var. Esasında, Covid-19 sonrası dünyanın nasıl bir yer olacağına dair söylenebilecekler de giderek birbirini tekrarlamaya başladı. Sürecin sonunda; daha dayanışmacı, paylaşımcı ve adil bir dünya düzeni beklentisi ile yaklaşan romantik iyimserler var. Herşeyin eskisinden daha acımasızca yol alacağını düşünen kötümser senaryoları kaygıyla paylaşanlar da. Buradan fazla bir şeyler çıkmayacağını düşünen, çabucak unutulup kaldığı yerden yaşamın devam edeceğini bekleyenler, düşünenler de. Biz ise, ülkemizde salgını ve yarattığı krizi mevcut çatışmaların ve kimliğe dönüşen siyasal tercihlere açılan alanların sınırları içerisinde konuşuyoruz. Çünkü toplumsal kutuplaşma eksenini kaybetmemek için eski hikayeden yeni tartışmalar üretmek gerekiyor.
Toplumsal ilişkiler, toplum sağlığı ve refahı için belirleyicidir. Ve bu ilişkiler sosyal ağlar, sosyal uyum ve destek gibi kavramlarla açıklanır. Güven, örgütlenme, iş birliği, dayanışma, karşılıklı yarar, paylaşma ve ortak değer yaratma normları ile de işler. Bu türden ilişkiler toplamına; kısaca toplumun ‘’sosyal sermayesi’’ denir. Tam da, Covid 19’un uzun vadeli toplumsal sonuçları küresel neoliberal sistemin dayattığı rekabetçi, bireyci ve yalnızlaştırıcı düzeni kırarak, dayanışmacı ve paylaşımcı eğilimleri arttır mı? Bu felaketten sosyal semayemizin güçlenmesi ile çıkar mıyız? Derken, günlerdir tanıklık ettiklerimize bakınca hikayemizin değişmediğini gördük. Böl, parçala, yönet…
Tüm bu sorular ortada iken; aramıza koyduğumuz fiziksel mesafeyle yetinmeyip; çoğulculuğu reddeden, ilişkisel ve düşünsel dayanışmayı yok eden, dışlayan, ayrıştıran ve ötekileştiren akıl, bilim ve vicdan dışı söylemlerle salgının faturası toplumun sosyal sermayesi parçalanarak topluma ödetilmektedir. Bütün dünyada yaşanan bu kadar ağır bir krizde dayanışmanın önünü böyle kestiğinizde; küçülmekte olan bir ekonomiyle artacak işsizliğin ve buna bağlı yaşanacak psiko-sosyal başka krizlerin üstesinden gelemezsiniz. Rebeca Solnit’in* 11 Eylül saldırı sonrası New York’ta yaşanan toplumsal dayanışmayı tanımladığı ‘’şefkat karnavalı’’nı biz bize yeteriz diyerek, hayırseverlikten medet umarak harekete geçiremezsiniz. Çünkü bu salgının yıkıcı etkilerini onca atıfta bulunulan ‘’diğergamlık’’ için söylemlerinizle atırmaktasınızdır. Nitekim felaket zamanlarında insanlar varoluşsal kaygıları ile sadece kendilerini koruma güdüsüyle hareket edebilmektedirler. Yoksa onca tuvalet kağıdı bitmez, kolonya fiyatları birkaç katına çıkmaz, insanlar yazlıklarına çekilmek için telaşla yola koyulmazlardı. Bu durumun yönetenler tarafından anlaşılmadığı ya da öngürülmediği söylenemez. Zaten asıl ürkütücü olan da bu değil mi?
Covid-19 salgını görece olarak dünyadaki tüm ulusların kendi geleceklerini yeniden sorgulamalarına, geleceğe dair önlemler almalarına ve eylem planları oluşturmalarına kapı açmışken, bu yıkıcı kapitalist sistemin eşitsizlikleri derinleştirerek, toplumda yeni dezavantajlı ve kırılgan gruplar yarattığına tanıklık ederken çok temel bir kaygımız var. Devlet aygıtı daha da güçlenerek, otoriterleşerek, katı bir yaptırım gücü ile yaşamımızın her noktasına iyice yerleşecektir. Cinsel kimliklerin yargılanması, mezhep ve etnisite gibi farklılıklarının klişelerden inşaa edilen ezberlerle köpürtülmesi; salgından insani ve çevreci bir dönüşümle çıkmaya dair hiçbir plan ve programı olmayan, ancak daha da güçlü olmak planı olan bir yapının ayak sesleridir…
*Rebeca Solnit, (2009). The City Transfigured: New York In Grief and Glory. A Paradise Built in Hell. Penguen Boks, New York.