Burak Soyer
“Teknolojiyle bu dünyanın ötesine geçme hayalleri kurarken bu dünyayı da kaybediyoruz”
Deniz Tortum, 2020 yılında çektiği bol ödüllü Maddenin Halleri belgeseliyle adından söz ettirmiş, birçok festivalden de ödülle dönmüştü. Tortum, yıkım kararıyla epey tepki toplayan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ndeki günlük, sıradan yaşama koridorlarından morguna kadar kamerasıyla eşlik ettiği Maddenin Halleri’nden sonra şimdi de Our Ark kısa filmiyle dijital dünyada olup bitenleri eşeliyor. Deniz Tortum’un Kathryn Hamilton ile beraber yönettiği, 41. İstanbul Film Festivali kapsamında, 13 Nisan’da Türkiye prömiyerini yapacak ve festivalin Ulusal Kısa Film Yarışması’nda gösterilecek Our Ark, yeryüzündeki hayvanların, bitkilerin, ‘şeyler’in üç boyutlu dijital bir kopyasını alarak ‘modern bir Nuh’un Gemisi’ yaratma çabalarını anlatırken mevcut durumdaki ekolojik krize dair sert sorular yöneltiyor.
Sizin kişisel olarak, Our Ark’taki gibi bir ‘gerçek dijital dünya’ya merakınız nereden geliyor? Önce buradan başlamak isterim. Our Ark’ın fikri nasıl oluştu? Nasıl bir derdin ürünü Our Ark?
Our Ark, Kathryn Hamilton ile beraber yaptığımız bir kısa film. Dünyanın dijital bir kopyasını çıkarma çabalarımızla, metaverse ile simülasyonlarla ilgili - ve tüm bunların iklim krizinin tam ortasında olmasıyla. Bu konularla ilk ilgilenmeye MIT’de medya çalışmaları bölümünde yüksek lisans yapıp araştırma görevlisi olarak çalışırken başladım. Sanal gerçeklik üzerine çalışıyordum. Bu teknolojinin tarihi ile ve aynı zamanda hayal ettiği gelecek toplumlarıyla ilgileniyordum.
Yeni ve etkin teknolojiler kendi toplumlarını da yaratır. Mesela internet teknoloji olarak ortaya çıktıktan sonra yıllarca bu teknolojinin nasıl bir toplum yaratacağı tartışıldı. Çoğu kişi burun kıvırıyordu, interneti anlamsız buluyordu. Mesela insanları internet kullanmaya teşvik eden, ‘internette sörf yapmak’ diye bir benzetme vardı. O zamanlar internet bir denizdi, günde 1 saat girip çıkıyordunuz. Ama şu an internetsiz bir şekilde günlük hayatımızı sürdürmemiz çok zor, artık o denizde yüzen balıklara dönüştük.
Peki sanal gerçekliğin vaat ettiği güzel bir gelecek var mıydı?
Kathryn ile aklımızdaki asıl soru buydu. Bu teknoloji ve beraberindeki fikirler ve hayaller nereden geliyor? Başlangıçları nerede? Biz şu an kimin hayallerini devam ettiriyoruz? Our Ark’ta sanal dünyaların tarihini Ivan Sutherland’in yaptığı ilk VR gözlüğü (Sword of Damocles) ve ilk grafik arayüzü (Sketchpad) ile başlatıyoruz. 1966’da. O yıllardan itibaren de karbon salınımlarında ciddi bir artış oluyor. Gerçekçi sanal dünyaların yaratım tarihi iklim krizinin artışına çok paralel gidiyor. Sanal dünyalar yaratma konusunda ne kadar ileri gittikçe, iklim değişikliği konusunda o kadar kötüleşiyor dünya. Acaba biz sanal dünyalar yarattıkça mı dünya iklim krizinin içine düşüyor? Bu tabii spekülatif bir teori. Bu iki şey arasında bir nedensellikten ziyade bir korelasyon var. Bilimsel değil ama çağrışımları ve belli bir açıklığı olan şiirsel bir teori. Bir diğer soru ise şuydu: Bu sanal dünyaları iklim krizinden duygusal olarak kaçmak için mi yaratıyor ve onlara sığınıyoruz?
Nasıl bir hazırlık sürecinden geçtiniz? Nelerden yararlandınız?
Bu filmi yapmaya başladığımızda hem Kathryn’in hem de benin baya hazırlığımız vardı. Kathryn performans ve tiyatro sanatçısı. Yeni teknolojiler üzerine çok düşünüyor, sanal gerçeklik üzerine de eleştirel çalışmaları vardı. Bu film için özellikle dünyayı arşivleyen kurumları incelemeye başladık. Digital Life Project ile görüşüp onların çalışmalarını filme çektik. Sanal gerçeklik tarihi üzerine araştırma yaptık: white paperlar, patentler, teknik makaleler, tezler okuduk. Bir yandan da sanatsal olarak filmi geliştirdik. Filmin tonu nasıl olacak, anlatıcı nasıl bir yerden konuşacak. Karmaşık konular, ama bir yandan çok duygusal bir tarafı var. Biraz büyü yapmak gibiydi kurgusunu yapmak. Bu konular üzerine hala araştırmalarımız devam ediyor. Önümüzdeki sene bu konu üzerinden bir sanal gerçeklik işi de üreteceğiz.
1972 yılında kendi elini tarayarak, filmde geçtiği şekliyle, “Bu mühendis, matematik ile bir harikalar diyarı yaratabileceğimizi hayal etti. İçinde her şeyin mümkün olduğu… Fiziksel olanın kurallarıyla sınırlanmamış bir dünya” tasavvur eden mühendisin o hayallerinin gerçek olduğunu söyleyebiliriz. Ancak geldiğimiz noktada da bunun ‘bıçak sırtı’ bir durum olduğunu düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
Our Ark’ın da ana teması bu. Teknolojiyle bu dünyanın ötesine geçme hayalleri kurarken bu dünyayı da kaybediyoruz. Bununla nasıl baş edebiliriz, hangi kör noktalarımız yüzünden buraya geldik?
“Sanki bu dünyayı muhafaza etmek için yapılan şeyler aynı zamanda onun yok oluşuna neden olmuyormuş gibi.” Bunu biraz açabilir misiniz?
Filmde bahsettiklerimizden öte açamayabilirim. Baktırdığınız falın gerçek çıkması gibi biraz. (Gülüyor.)
Son olarak sizce şu anda tam olarak nerede yaşadığımızın farkında mıyız?
Mekan algımız baya karmaşıklaşıyor. Fiziksel bir mekandayken hem karşınızdaki arkadaşınızla, hem mesaj atan başka birisiyle hem de takipleştiğiniz kişilerle bir arada olabiliyorsunuz. Bu illa kötü bir şey değil, hatta yeni ve güzel bir şey. Fakat sanırım aklımın en çok takıldığı şey - fiziksel olmayan mekan ve dünyaların bizim fiziksel dünyayla olan ilişkimizi nasıl etkilediği. Dijital olanın sınırsızlığı ve yeniden üretilebilirliği bu gezegenin biricikliğini ve zamanın tersine çevrilemez olduğunu bize unutturuyor mu?