Ukrayna krizini anlamak

İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen Soğuk Savaş döneminde Avrupa’daki stratejik dengenin temel unsuru Almanya’nın bölünmüşlüğü idi. Almanya fazla büyüktü ve bir bütün halinde hangi tarafta bulunursa o taraf diğerinin aleyhine çok güçlenecek ve tehdit oluşturacaktı. “Paylaşılmış” bir Almanya bloklar arası dengeyi sağladı.

Soğuk Savaşın bittiği, yani Sovyetler Birliği’nin çöktüğü ve Varşova Paktının dağıldığı dönemde Rusya’yı Almanya’nın birleşmesine ikna etmek gerekiyordu. NATO’nun Almanya’nın ötesinde doğuya genişlemeyeceği yönünde sözler verildi bu amaçla Rusya’ya.

Batı bu sözlerini tutmadı. Rusya’nın Varşova Paktı müttefiklerinin tamamı, hatta Sovyetler Birliği döneminde her biri birer Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olan üç Baltık ülkesi NATO’ya üye oldular. Kuzeyde Rusya’ya komşu olan ittifak güneyde Ukrayna sınırına dayandı. Putin’in 2005 yılında Rus parlamentosunda yaptığı ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının “20. yüzyılın en büyük jeostratejik felaketi” olduğunu söylediği konuşma Rusya’nın güvenliği aleyhine gelişen bu duruma işaret ediyordu. Putin’in 21 Şubat akşamı yaptığı konuşmada “Bizimle dost olmak istemediniz. Ama düşman olmaya da gerek yoktu” şeklindeki sözleri ruh halini iyi özetliyor.

Ukrayna da 2008 yılında NATO’nun müstakbel üyeler için geliştirdiği Üyelik Eylem Planına katılma başvurusu yaptı. Ukrayna’nın o başvurusu beklemeye alınsa da NATO’nun kapılarının Ukrayna’ya açık olacağı yönünde açıklamalar yapıldı. Bu açıklamalar, bugüne kadar sık sık tekrar edilmekle birlikte, aslında ABD ile Avrupalı müttefikler arasında Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda görüş farklılıkları olduğu da sır değil. Putin’in bugünkü krizde karşısında muhatap olarak Biden’ı görmek istemesinin nedeni de bu.

Ukrayna’nın Rusya için özel bir yeri var. Ukrayna, eski Sovyetler Birliği’ni oluşturmuş cumhuriyetler içinde Belarus’la birlikte Rusya’ya kültürel bakımdan en yakın olanı. Putin’in Ukrayna söylemi bizim Azerbaycan için kullandığımız “İki devlet, tek millet” sloganına benziyor. Ukrayna ayrıca, Rusya’nın güvenliği için tampon oluşturuyor. Bu ülkenin NATO’ya girmesi ihtimalinin Putin’i rahatsız etmesi normal.

Başkent Kiev’den geçen Dinyeper nehrinin ikiye böldüğü Ukrayna’nın doğusu ve batısı tarihi farklılıklar taşıyor. Doğu, tarih boyunca, Rus etkisinde kalmış, Çarlık Rusya’sının parçası olmuş. Nüfus da etnik Rus ağırlıklı ve Ortodoks. Rusça konuşuyor ve yüzü de Rusya’ya dönük.

Batı ise Katolik Ukraynalı ağırlıklı ve Ukraynaca konuşan bir nüfusa sahip. Tarihi olarak da Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun parçası olmuş. Nüfus da Avrupa ile yakınlaşmak istiyor.

Bir de Kırım var. Osmanlı’dan koptuğu 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasından itibaren Çarlık Rusya’sının, ardından da Rusya SSC’nin parçasıyken, Krusçev hangi akla hizmetse 1954 yılında Ukrayna’ya bağlıyor Kırım’ı. Nüfusun %70’i Rus, %12 Kırım Tatarı, gerisi Ukraynalı ve diğer etnik gruplar. Rusya 2014’te Kırım’ı önce işgal, ardından ilhak ediyor.

Batı ilhakı tanımadığını ve Kırım’ın Ukrayna’ya ait olduğunu tekrar edip dursa da fiili durum ortada. Gitti gider Kırım. Zaten, laf aramızda, nüfusun ezici çoğunluğu Rusya Federasyonu’na katılmaktan memnun.

Rusya’nın Kırım’ı ilhakından hemen sonra, Nisan 2014’te, Rusya yanlısı ayrılıkçılar, Ukrayna’nın doğusundaki Donbas olarak da bilinen Donetsk ve Luhansk bölgelerinde geniş toprakların kontrolünü ele geçiriyorlar.

Çatışma bölgesi Donbas’ta Rusya kökenliler çoğunlukta ve bunlara vatandaşlık vermiş Rusya. Vladimir Putin, yurt dışındaki Rus vatandaşlarının tehdit altında görülmesi halinde Rusya’nın onları koruyacağını söylerken aklında Donbas’taki vatandaşları var.

Rusya’nın ABD ve NATO’dan üç talebi var: NATO’nun Rusya’yı tehdit eder biçimde genişlemesinin önlenmesi, Rus sınırları yakınlarına saldırı silahı sistemlerinin yerleştirilmemesi, NATO’nun Avrupa’daki askeri yapılanmasının 1997’deki, yani eski Varşova Paktı üyelerine genişlemesi öncesi duruma geri döndürülmesi. Gerçekçilikten uzak talepler. Zaten Putin bu taleplerini iletirken reddedileceklerini biliyordu. Bu sayede bugün “Meşru güvenlik endişelerimi kaale almadınız” diyebiliyor.

Rusya’nın sınırları belli olmayan Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetlerini tanıma kararı adım adım izlenen bir planın en son halkası gibi duruyor. Bir plebisit yapıp oraları da Kırım gibi ilhak etme yoluna gitmeyeceğini ummak gerekiyor.

Putin’in bu agresif politikasını ve Batı’yla giriştiği bilek güreşini nereye kadar götüreceğini tahmine kalkışmak falcılık olur. Ancak, bu konuda hiçbir zaman yazılı taahhüt elde edemeyecek olsa da, Ukrayna’nın zaten gündemde olmayan NATO üyeliğinin Putin’in son hamleleriyle iyice ihtimal dışı kaldığını söylemek mümkün.

Rusya’nın saldırgan ve uluslararası hukuku hiçe sayan tutumunda frene basması ve diplomasiye şans verilmesi halinde Rusya’nın güvenliğe ilişkin diğer endişelerini büyük ölçüde gideren, bu çerçevede NATO’nun 1997 sonrası kuvvet konuşlanmasının revizyonu hedefini içeren ve Avrupa’da genel bir silahların kontrolü düzeni tesisine yönelik bir mutabakata ulaşılması da imkansız değil.

Başkan Biden’in dün gece yaptığı ve Rusya’ya karşı ağır yaptırımlar ilan ettiği konuşmada “Kapının diplomasiye açık olmaya devam ettiğini” ifade etmesi bu açıdan umut veriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kaya Türkmen Arşivi