Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“57 yılda hiçbir şey değişmemiş beni de kahreden bu”

Sayısız fotoğraf ve görüntü var gözümüzün önünde… Nerede olduğumuz önemli değil, bu deprem hepimizi yıktı ve geçti. Sadece nefes alıyoruz o kadar ama o nefesi alırken boğuluyoruz. Şimdi hayat çok zor ‘hadi eskisi gibi yaşa’ yaşayabilirsen. Sözün bittiği yerde, acının geçmeyeceği bir eşikteyiz. Beşikte sallanan bebekliğimizden hayatta sallanan bir hikâyeye dönüştük. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil, olmayacak da, olmasın da! 17 Ağustos 1999 depremini Bursa’da yaşayan ve deprem bölgesinde gazeteci olarak görevli olan biri olarak içinden geçtiğim halde içinden çıkamıyorum. Bugüne kadar ülkemde yaşanan depremleri düşünüyorum ve kaybettiğimiz insanlara ağlıyorum.


Geçmişe dair deprem acılarının içinde yolculuk yaptığım sırada aklıma bu yıl Antalya Film Festivali’nde izlediğim Metin Dağ’ın Varto Depremi’ni anlattığı belgeseli ‘Kaf Kaf’ geliyor, aradan bunca yıl geçmesine rağmen depremi yaşayan insanların unutamadığı acılarını anlattığı röportajlar gözümün önünden geçiyor. Bu ülke topraklarının depremle sınavı hiç bitmiyor ve insanların acıları her depremde tazeleniyor, aslında geçmiyor. Yönetmen Metin Dağ deprem belgeseli  için şu cümlelerle yola çıkıyor:

“Varto’dayız. 1966 yılının 19 Ağustos sabahı kadim toprakların huzur veren sessizliği 30 saniyeliğine bozulur. On yıllar boyunca birçok insanın kaderini değiştirecek bir 30 saniyedir bu. Köy halkı henüz bir bilinmezlik olan depremden çığlıklar eşliğinde kaçmaktadır. Köylünün dilinden kaçma esnasında “Kaf Kaf” kelimesi arka arkaya sıralanmaktadır.

İnsanı sağır eden toprağın sesine çığlıklar karışmaktadır. Yıkılan evler, toprağa gömülen

bedenler, yılan istilası, arı saldırısı, susuzluk ve büyük bir acı. Varto yıkılmıştır...”


Yönetmen Metin Dağ ile depremin acılarının içinde bir günde buluştuk, ülkece yaşadığımız acıyı paylaştık ve depremin içinde kalan insanlara söylenecek cümle bulamadık. Metin’in yaptığı deprem belgeselini ve içinde yaşadığımız bu zor günleri konuştuk. Ölenlere Allah’tan rahmet ve geride kalanlara güç ve sabır diliyoruz.


Sözün bittiği yerdeyiz. Deprem belgeseli yaptın ve bu acıya yıllar sonra çekimlerde de tanık oldun. Şimdi yine bir deprem felaketinin içindeyiz, neler hissediyorsun?

Deprem yaşandığı anda zaten ben bu filmi görmüştüm, biliyordum ve çekmiştim. Birinci gün benim için şoktu, ikinci gün tamamen evime kapanıp ağladığım anlardı. Ama ben bu filmi biliyorum. Bu zamansız bir acıydı ve tekrar ülkem depremle yıkılmıştı. 1966 Varto Depremi’nin belgeselini yapmam, benim Vartolu olmamla ilgili değildi aslında. Amacım bu ülkenin bir çocuğu olarak bir bilinirlilik oluşturmaktı. 57 yıllık bir geçmişi var depremin ama yaralar aynı. Amacım hafızayı tazelemekti. Ben bu ülkede yaşıyorsam bir bilinç oluşturmak istemiştim. Deprem hikâyesini anlatma ve bu gerçekliği dert edinme sebebim ülkemin kırılgan fay hatlarının üzerinde olması. Her açıdan ağır bir durumun içindeyiz ve hayat durmuş durumda. İstanbul’da olduğunu düşünün… Dünya duracak, bırakın ülkeyi dünya etkilenecek. Derdim yeniden bu ülkeyi imar edebiliriz, ederken insanı düşünerek hareket edebiliriz.

“57 YILDA HİÇ Mİ BİR ŞEY DEĞİŞMEZ”

Depremden ve yaşanan acılardan da ders almıyoruz. Neler yapabiliriz?

Biz doğanın yıkıcı tarafı noktasında zamanı durdurabiliriz. Örneğin daha iyi binalar yapabiliriz, çıkarla yaklaşmadan, rant peşinde koşmadan, siyasi hareket etmeden insanın yaşayabileceği bir sistem kurabilmeliyiz. Evet, doğa yıkıcı bunu biliyoruz ve bunun önüne geçemeyiz ama hiç mi bir şey değişmez? 57 yıllık bir zamanın içinde hiç mi bir şey değişmez? Aynı acı, aynı sloganlar, aynı feryatlar mı olur? 57 yıl önce Varto’da konstrüksiyon taş, toprak ve ağaçken bugün beton ama bu önlenebilir bir şey. Aynı cehalet, aynı sakillik, aynı kafa. O günden bugüne hiçbir şey değişmemiş beni de kahreden bu.


“YIKICILIK VE DOĞANIN TAHRİBATI AYNI”

Peki bugünü düşündüğümüz zaman Varto Depremi’nin yıkıcılığı nasılmış?

Ben bir deprem uzmanı değilim ama bir yönetmen olarak işin ruhani tarafıyla da ilgilendiğim için aslında yıkıcılık aynı, aynı şiddet. 1966’daki şiddetle 2023’teki şiddet arasında hiçbir fark yok, yıkıcılık ve doğanın tahribatı aynı. 6.9 şiddeti olarak kabul ediliyor ama Richter Ölçeği’nde daha yüksek. O zamanın yıkıcılığı ile bugünün yıkıcılığı arasında çok fark yok. 8.000 nüfuslu ilçede 3.500 insan ölüyor, yıkıcılığı tahmin bile edemezsiniz.

“TEK ANIMIZ ACILARIMIZ”

Bir deprem hikâyesini anlatma ve bu gerçekliği dert etme sebeplerin neler, neden Varto Depremi’ni bir belgeselle anlatmaya karar verdin? 

Bir coğrafya düşünün ki sadece acıları anıları oluyor. Bizim de tek anımız acılarımız. Benim başka anlatabileceğim bir şey yok. Mezopotamya’da başka bir şey anlatamam acı var, bugün ki gibi. 57 sene sonra bir yönetmen adayının anlatacağı ne olabilir ki! Bir Anteplinin, bir Maraşlı yakın zaman içinde o topraklarda hangi hikâyeyi anlatabilir ki? Ben bunu anlatmaya karar verdiğimde bu projeye kimse destek vermedi, kendi çabalarımla yaptım bu belgeseli. Kültür Bakanlığı ve Diaspora’dan destek aldım ve kendi cebimde biriktirdiğim paralarla projeyi gerçekleştirdim. Deprem hikâyesini anlatma ve bu gerçekliği dert edinme sebebim; ülkemin kırılgan fay hatlarının üzerinde olması. Varto doğduğum topraklar bu yüzden aklımın ve duygusal bağımın arka bahçesi.

“EN TEHLİKELİ VE GÖZÜ KARA OLANI KUZEY ANADOLU FAY HATTI”

Senin yaşadığın bir deprem hikâyesi var mı, depremi yaşadın mı? Sen yakınlarını bir depremde kaybettin mi?

Hayır yaşamadım. Varto’da bütün köyler yok oldu diyemem ama bir çocuğu haritadan silindi. Ahmed Arif, ‘Anadolu’ şiirinde “Havva Anan dünkü çocuk sayılır, ben Anadolu’yum” diye boşuna dememiş. Anadolu’nun oluşumu 300 milyon yıl önceye dayanıyor. Ama Dünya için çok uzun bir zaman değil demek ki, hâlâ yerleşmeye çabalıyor yer kabuğu. Fay kırıkları içinde en tehlikeli ve gözü kara olanı Kuzey Anadolu fay hattı. 4 milyon yıldır ara ara yokluyor yeryüzünü. Şehirleri, binaları, hayatları ortadan ikiye ayırıp gidiyor, kükreyen bir yeraltı canavarı gibi.Sadece gitmek zorunda olanların gittiği Varto gibi uzak kasabaları da, imparatorlukların başkenti METROPOL İstanbul’u da tarih boyunca yaralamaya devam ediyor bu canavar…Varto’dan bir insan bağırsa, dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan İstanbul’da duyan olmaz belki. Ama bu fay bir kükredi mi, İstanbul’dan bile duyulur ayak sesleri.Varto’dan İstanbul’a böyle bir kader ortaklığı var. Ne acı ki, bu kader ortaklığı bir fay hattı üzerinden uzanıyor. İnsanın kişisel tarihinin rotasının bir fay hattı olması kaderin cilvesi mi, yaşamın mesajı mı bilinmez. Ama benim hayat hikâyem biraz böyle. Kişisel tarihimin kökleri Varto’da. Atalarım Varto’da. Sinemasal köklerim ise İstanbul’da. Eğitimim, ilk kamera tutuşumun şehri İstanbul. Tıpkı fay hattı gibi yaşam çizgim. 1966’da annemin, babamın, akrabalarımın yaşadığı kasaba Varto’da büyük bir deprem oldu. Varto’da aslında herkes birbiriyle akraba temelde aynı aile. Çok yakın amcamlar, teyzemler, halamlar depremde öldü.


“KÖTÜLÜĞÜ DEF EDİP İYİLİĞİ ÇAĞIRMAK…”

Belgeselin ismi neden 'Kaf Kaf' hangi dilde ne demek, anlamı ne? 

‘Kaf Kaf’ zaza dilinde (kirmanckî) kötülüğü def edip iyiliği çağırmak…

Günümüz karşılığı bismillah bismillah.

Belgeselin ön hazırlık süreci ne kadar sürdü ve çekimler nasıl geçti, ne zaman gerçekleşti?

8 ay ön hazırlık ve tasarım süreci geçti. Çekimler yorucu ve duygusal anlarla doluydu.

8 hafta Varto, 8 hafta Almanya'nın Berlin şehri başta olmak üzere çeşitli şehirlerinde çekimleri gerçekleştirdik. Her şey spontane olarak ilerledi. Oradaki insanların anlatacağı tek bir şey var deprem ve depremden arda kalan acıları. Sadece bir yönetmen olarak kamerayı koydum ve insanlar benimle dertleştiler. Kendi kültürüme hizmet etmiş oldum da diyebilirim. Onlar içlerinden ne geliyorsa anlattılar, dinmeyen acılarını paylaştılar. Bu travma ve trajedi unutulmadı. Şimdi yaşadığımız bu depremde de aynı yaralar açılacak. Ben kaç kişiyi bu işle birlikte kurtarabilirim ve deprem acısını düşünmesini sağlayarak bir farkındalık yaratabilirim diye yola çıktım. İnsanlar öldü ve yaşarken de bugün ölü gibi yaşamaya devam ediyorlar durumunu gördüm. Konunun içeriği çekimler boyunca ve sonrasında da bütün ekibi duygusal olarak yordu, yorulduk. 


“İLK ALMANLAR KOŞTU VARTO’YA”

Neden Almanya’da çekimler yaptın?

Depremin yıkıcılığını üstünden atabilmek için insanlar göç ettiler. Deprem göçe neden oldu, şimdi de olacağı gibi. Almanlar o dönem depreme en hızlı reaksiyon veren ülke olmuş. Askeri uçaklarıyla yardım kargoları gönderen ilk devlettir. Göçü almak isteyen Almanlardı. Şu an Almanya’da bulunan Vartoluların %80’i o dönem depremden göç edip gidenler.


“BU 57 YILLIK BİR GÖZYAŞI”

Belgeselin depremi yaşamış gerçek tanıklar ve yakınlarını kaybedenlerle röportajlardan oluşuyor. Kaç kişiyle konuştun, her hikâye büyük bir acı ve bu acının tarifi yok elbette ama seni en çok etkileyen hikâye hangisi oldu, aklından çıkmayan... 

120 insanla birebir röportajlar yaptım ve her sohbet yaklaşık 1 saat sürdü. Hani kefen yok demişlerdi ya biz yorgan yüzleriyle ölülerimizi gömüyoruz, maalesef bugün de aynısı. Hani sularımız akmıyor demişlerdi, açız demişlerdi, helikopterlerle ekmek atıyoruz işte bunlar akıldan çıkmayan şeyler ve bugün de aynısını yaşıyoruz. Şu beni etkiledi, bu beni etkiledi diyemem. Mesela bir kadınla yaptığımız röportajda bir insanın gözyaşı yüzünde asılı kalır mı, kaldı patlama noktam orası oldu, ilk etkilendiğim dayanamadığım durum oldu. Gözyaşı kurumadan bir saat asılı kaldı, bu 57 yıllık bir gözyaşı. Tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki bütün hikâyeler kalbimde yerini aldı ve sanırım ömrümün sonuna kadar orada kalacaklar.

“SEYİRCİ DUYDU AMA SANAT CAMİASI SESİMİ DUYMADI”

Ben seninle belgeselin sayesinde festivalde tanıştım. Yeterli ilgiyi gördü mü belgesel?

Ben yaptığım işi ödül üzerine kurmam ben bilinç üzerine kurarım. Sadece bu ülkede kendi insanıma hizmet ederim durumuyla ilgilenirim. Festival sürecinde de maalesef seyirci hariç kimse görmedi, göremezlerdi zaten. Çünkü tek bildikleri siyasi sakillikle bakmak, jüri üyelerinin hiçbiri yeterli değil bu konuda. Festivallerdeki jüri üyelerinin %90’ı yeterli değil çünkü siyasi bir zekâyla ve mantıkla bakıyorlar, insani baksalardı bu belgesel dikkat çekerdi. Biz ödül mamasıyla yaşamıyoruz ki… Ödül dediğin nedir ki! Festivaller bir aracı eğer ‘Kaf Kaf’ değer görmüş olsaydı deprem konusunda sesimi duyurmuş olurdum. Ben bu belgeseli duyarlılıkla yaptım. Ama maalesef katıldığım iki festivalde duygularım da benim için deprem kadar yıkıcı oldu. Yüzlerindeki o siyasi bakış, boşluk o kadar açık ki! Ben ödül istemedim, hepimizin derdini anlattığım, dikkat çektiğim bir işi görsünler istedim. Seyirci duydu ama sanat camiası sesimi duymadı.

“RANTÇILARIN TEPKİSİ AYNI”

Şu anda bir karmaşa yaşanıyor hem kurtarma çalışmaları konusunda hem de yardımlar konusunda. O dönem Varto’ya yardımlar nasıl olmuş, devlet her şeye yetişebilmiş mi?

Benim anladığım kadarıyla devlet aynı devlet o günkü devlet ile bugünkü devletin işleyişi arasında pek bir fark yok. Ben bu durumu devletten çok var olan iktidarın, siyasi iktidarların olaya müdahale etme, olayı organize etme, anlayabilme, kavrayabilmelerinin aynı olduğuna inanıyorum. Burada o siyasilerin, politikacıların, rantçıların tepkilerinin aynı olduğunu görüyorum. Devlet başka bir şey bu şekliyle de yıpratılamaz, devlet var. Devletin içindeki kurumlarda sıkıntı var. O dönemde de bütün yardımlar gelirken, örgütlenirken bugünkü gibi durumlar yaşanmış. Mesela Varto Depremi’nde o kadar çok yardım gelmiş ki sonrasında bu yardımların Antep’te satıldığını duyduk diye bir cümle var, bugün de aynı yağmalar duyulacak. Burada sistemin işleyişi ile ilgili bir sorun var, devletle ilgili değil. Sistemsizlik her dönem var maalesef.

Varto Depremi’nde insanlar nasıl kurtarılmış, yardım edenler hangi ülkeler olmuş?

O dönemde yardım eden ülkelerin tamamı sahra hastaneleri kuruyor. Amerika hatta büyük bir sahra hastanesi kuruyor. Almanya’dan yardımlar var.

“SİYASİLERİ, MÜTEAHHİTLERİ BESLEYEN YAPILAR”

Yaralar ne kadar zamanda sarılmış?

Sarılmadı, hiç sarılmadı. O döneme dair hâlâ barakalar var, deprem konutları diye o bölgeye ait olmayan, o fayı taşımayacak deprem konutları adı altında tamamen fay hattı üzerinde o dönemin siyasileri, müteahhitlerini besleyen yapılar yaptılar. Bugün evlerini yapanlar yine kendileri, depremzedeler. Devlet yaptı ama gerçek anlamda hiçbir şey yapmadı. Yine o toprakları ranta açtı. Biz her gün ölüyoruz da niye çocuklarımız ölsün. Şu anda ülkemizin yarısı yok yaraları sarmayı bırakın gittikçe ağırlık çökecek üzerimize.


Varto Depremi’ni yaşayanlar ve hayatta kalanlar hayata nasıl tutunabilmiş?

Bölge feodal, eken ve biçen bir toplum dolayısıyla yine doğa iyileştirmiş. Doğanın içinde yaşıyorlar yine kendi topraklarına sarılmışlar. Kimse gelip de rehabilitasyon merkezi açmıyor. Doğaya sarılıyorlar, topraktan şifa alıyorlar diye düşünüyorum. Döndükleri her yer onların kutsalları. Şu andaki depremde köyde olanlar hayata daha iyi tutunabilecek. Doğanın tahribatını biliyorlar ama cömertliğini de biliyorlar.

“HATALAR HEP AYNI”

İnsanların hayatları, kaderi değişiyor ki Almanya’ya göç ile tamamen hayatlar değişmiş.

Şimdi de göçler göreceğiz. Benim Almanya’da gördüğüm maalesef hepsi köksüz, kök yok. Tek bir bavulla gitmişler o şokla. Göçme sebepleri deprem olmuş yoksa köylerinde gayet mutlular. Bizim oralarda en ilkel şekilde hayvancılık yaparken kendini Almanya’da buluyorsun düşünsene. Antep, Adıyaman, Kahramanmaraş, Malatya, Osmaniye, Adana… Şu anda enkazı gördük bu enkaz ne biliyor musun 1966 Varto’nun enkazının başka şekli. Biri taş, bugün beton. Şu anda hâlâ Ortaçağ’ı yaşıyoruz. Hatalar hep aynı sadece kullanılan malzeme değişiyor.  

“UMARIM DEPREM GERÇEĞİ AKLIMIZDAN ÇIKMAZ”

Belgeseli izlemek isteyenler ne zaman, nerede izleyebilecek?

Önce şu acılar bir dinsin, biraz nefes alacak hale gelelim. İstiyorum ki sinema dağıtımcılarıyla bir araya gelip belgeselimizi sinema salonlarında bütün bir memlekette gösterime çıkaralım. Bu gösterimlerden elde edilecek geliri depremde yetim kalmış çocuklara verecek şekilde organize etmek, benim gönlümden geçen bu. Fiziki olarak ben bir afet yaşamamış olabilirim ama ruhani olarak annesizliği ve babasızlığı bilirim kimsesiz kalmak ne demek biliyorum. O yüzden o kimsesizliğin kimi olmak adına istiyorum ki film bütün ülkede seyredilsin ve yetim kalmış çocuklara destek olalım. Dijital ya da başka mecralarda olacak yayınların geliri de yine çocuklara gitsin. Yapmak istediğim şey de buydu ve umarım buradan birileri beni duyuyordur. ‘Kaf Kaf’ umarım bir bilinilirlik oluşturur ve deprem gerçeği aklımızdan çıkmaz. Ayrıca dünyanın her yerinde de gösterimler olsun istiyorum, planlamalar da yapıyoruz. Nisan ayında Berlin’de bir galamız olacak sonrasında diğer ülkeler ve festivaller içinde yolculuğumuz devam edecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi