Emel Yıldırım

Emel Yıldırım

Bu nasıl yasak?

Gecenin bir vakti, iki saat sonra sokağa çıkma yasağının başlayacağını
ilan etmek nasıl bir iştir, nasıl bir mantıktır? Açıklama için niye son dakikaya kadar beklenir? Açıklamayla birlikte ekmek, yiyecek derdine düşen, ihtiyacı olan olmayan herkes gece yarısı hezeyan halinde fırınlara, büfelere akın etti, ortalık miting meydanına döndü, uzun kuyruklar, kavga-gürültü derken ne sosyal, ne fiziksel mesafe kaldı, ne de maske, eldiven; virüs yayılmasın diye bugüne kadar verilen emekler iki saat içinde heba oldu, tam tersine virüsün yayılma ortamı oluştu. Üstelik topu topuna iki günlük sokağa çıkma yasağı için. Böyle olacağı çok açık değil miydi?
Toplumun reflekslerinden bu kadar mı koptular, bu kadar mı yabancılaştılar?
Dünyada sokağa çıkma yasağı koyarken hastalığı yayan başka bir örnek yoktur herhalde. Sokaklarda izdiham yaşanırken anlaşıldı ki, sokağa çıkma yasağı için aslında bir gün önce karar alınmış, İller İdaresi’ne gönderilmiş ama belediyelere haber bile verilmemiş, halka ise yasaktan iki saat önce duyurulmuş. Ne yapmaya çalışıyorlar? Halka en yakın yönetim birimi olan belediyelere niye haber verilmiyor? Belediyelere kumpas mı kuruyorlar? Özellikle de İstanbul Belediyesine. “Yasağı geceyarısı koyalım, belediyeler hazırlıksız yakalansın, temel ihtiyaçları karşılamayı organize edemesin, halk belediyelere tepki göstersin, bir dahaki seçimde oy vermesin” diye mi düşündüler? Bu kadarını düşünmek bile istemeyiz. Ama İstanbul ve Ankara Belediyeleri AKP’nin elinde olsa bu süreç böyle mi yönetilirdi? Türkiye, dünyada en çok vaka görülen 10.ülke. Vakaların yüzde 60’ı ise İstanbul’da. Yani İstanbul salgının merkezi ve alarm veriyor. Belçika, Yunanistan,
Portekiz, Avusturya gibi 129 ülkenin nüfusundan daha büyük bir nüfusa sahip olan İstanbul adeta ülke gibi bir şehir. İstanbul için özel önlemler alınması, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ile iktidarın sürekli iletişim içinde olması, ciddi ve planlı bir koordinasyon sağlanması, ortak çalışmalar yürütülmesi gerekirken, bırakın koordinasyonu, 16 milyonluk kentin belediye başkanına sokağa çıkma yasağıyla ilgili haber bile verilmiyor. Bütün dünya Türkiye’deki artış hızını konuşurken, Dünya Sağlık Örgütü İstanbul’daki hızlı yayılmadan duyduğu endişeyi açıklarken, iktidar,
İstanbul Belediye Başkanını yok sayma lüksü içinde. Ekrem İmamoğlu haberi vatandaşlarla birlikte duyuyor, hangi hizmeti verip vermeyeceklerinden
habersiz. Yok sayılan sadece İmamoğlu
değil tabii, başkent Ankara da dahil
tüm muhalif belediye başkanları için
durum aynı.
Daha yeni yaşadık. AKP’li belediye
başkanları ile toplantı yapılıyor, muhalefet belediye başkanları yok sayılıyor.
AKP belediye başkanları bağış topluyor, cümle aleme sosyal belediyecilik
dersi veren CHP’li belediyelerin bağış
hesapları büyük bir kıskançlık içinde
bloke ediliyor. CHP’li belediyeleri sanki
devletin kurumu değilmiş gibi sistem
dışına itmeye, halka hizmetini engellemeye çalışıyorlar. Bir yandan da Recep
Tayyip Erdoğan imzalı poşetlerle maske
ve kolonya dağıtılıyor. Salgın hastalık
ülkeyi pençesine almışken, insanlar can
derdine düşmüşken siyasetin, polemiğin, iktidar mücadelesinin bir önemi
kalır mı?
İnsanlar ölüyor. İnsanlar hastanelerde ölüm-kalım savaşı veriyor. Doktorlar,
sağlık çalışanları kendi hayatlarını
ortaya koymuş, insanları yaşatma
çabasında. Her gün hepimiz televizyon karşısında kilitlenip, bugün kaç
kişi öldü, kaç kişiye coronavirüs tanısı
kondu, yüreğimiz ağzımızda izliyoruz,
dizi izler gibi… Bir yandan endişe içindeyiz: Hastalığın pik noktası ne zaman
olacak, vaka sayısı kaça çıkacak, kaç
kişi daha ölecek, ben de yakalanacak
mıyım? Hayatlarımız tehlikede. Bundan
ötesi yok.
Devletin birinci önceliği vatandaşını
yaşatmak, korumak ve kollamak değil
midir? Devletin görevi, tüm kurum ve
kuruluşlarla, tüm yerel yönetimlerle,
STK’larla, halkla elele verip, en geniş
koordinasyonu sağlamak ve salgına
karşı tepeden tırnağa en organize
mücadeleyi vermek değil midir? Sözde
kalmayıp, gerçek anlamda bir bütünlük
içinde seferberlik sağlanması gerekmiyor mu?
Devlet, parti devleti olunca, yönetim
tek adam rejimine dönüşünce bu sorular anlamsız kalıyor. Çünkü ülkeyi AKP
Genel Başkanı yönetiyor. Böylesine ağır
koşullarda bile kutuplaşma, ötekileştirme, yok sayma siyasetinden nemalanmayı bekliyor. Bu nasıl bir iktidar
sevdasıdır ki, can pazarının ortasında
insanların hayatı pahasına salgınla
mücadeleden ziyade, adeta seçim
kampanyası yürütülüyor. Bilinmelidir
ki, bunun bedeli ağır olur. Bu iş, enflasyon oranlarıyla, işsizlik rakamlarıyla
oynamaya, çeşitli algı operasyonları
kurgulamaya benzemez, çünkü, alınan
ya da alınmayan kararlar, yapılanlar,
yapılmayanlar doğrudan insanların yaşayıp yaşamayacağını, hayatını belirliyor. Burada mesele rakam değil, insan.
Dedik ya, bedeli ağır

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emel Yıldırım Arşivi