Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

DENİZ ALTINA SIĞINAN BİR GRUP İNSANIN HAYATTA KALABİLMEK İÇİN VERDİKLERİ ZORLU MÜCADELE: YAKAMOZ S-245

Hayatta kalmak için güneşten kaçan ve bir deniz altına sığınan insanların mücadelesini anlatan Yakamoz S-245 Netflix’te yayına girdi. Dizide Kıvanç Tatlıtuğ, Özge Özpirinçci, Ertan Saban, Ece Çeşmioğlu, Jerry Hoffmann, Ecem Uzun, Meriç Aral, Ersin Arıcı, Onur Ünsal, Güven Murat Akpınar ve Hakan Salınmış yer alıyor. Dizinin yönetmen koltuğunda başarılı iki isim Tolga Karaçelik ve Umut Aral oturuyor. Yayına girdiği andan itibaren ilgi çeken ve tartışmalar yaratan dizinin başarılı iki yönetmeniyle ‘Yakamoz S-245’dair konuştuk.

Herkese güneşin tadını çıkaracakları güzel bir pazar günü dileriz.

Sizi bu projede yakalayan ve çekmeye iten duygu ne oldu?

Tolga Karaçelik: Bir ana akım iş yapmak ve kendi yazmadığım bir projede olmak istedim.  Özellikle de denizaltı gibi zor bir mekânda çekim yapmak beni heyecanlandırdı.

Umut Aral: Ben kariyerim boyunca hep ilklerin içinde olmaya özen gösterdim. Bu dizi de hem Türkiye hem de dünya Netflix izleyicisi için bir ilk olacak. Netflix’te ilk defa farklı ülkelere ait iki dizi aynı evreni paylaşıyor, ilk defa Netflix bir dizisine bir spinoff gerçekleştiriyor. İlk apokaliptik bilimkurgu ve tam anlamıyla uluslararası bir proje olacak. Umarım Yakamoz S-245 pek çok uluslararası yeni projeye, farklı türden işe, yeni öykülere ve anlatıcılara kapı açar.

“Harika bir oyuncu kadrosu kurduğumuzu düşünüyorum”

Oyuncu kadrosu nasıl belirlendi, sizin önerileriniz oldu mu ve ortaya çıkan ekibe baktığınız zaman nasıl bir iş çıktı?

Tolga Karaçelik: Oyuncu kadrosu benim çalışmak istediğim oyunculardı. Kıvanç Tatlıtuğ başından beri vardı projede ve daha sonra diğer oyuncular eklendi. Özellikle benim ve Umut’un, danışarak karşılıklı önerilerimiz oldu. Daha çok yönetmen ağırlıklı olarak yapımcılarla hep beraber bir araya gelip kadroyu belirledik.

Umut Aral: Hem yapımcımız Onur Güvenatam’ın önerileri, hem de benim, Tolga’nın ve cast direktörümüzün yönlendirmeleriyle harika bir oyuncu kadrosu kurduğumuzu düşünüyorum. Sürekli denizaltında neredeyse tek mekânda geçen bir proje Yakamoz S-245. Tiyatroda ‘ensemble’ adını verdiğimiz, bir arada, hep beraber oynamaktan çok keyif alan, birbirlerini hep daha iyi için zorlayan, üst düzey bir performans gösteren bir ekip oluşturduk. Bu da projeye yansıdı diye düşünüyorum.

“Kesinlikle her şey oyuncu seçiminden başlıyor”
Her bir karaktere en uygun oyuncular seçilmiş, ben oyunculukları çok beğendim. Oyuncu yönetimi nasıldı ve iyi oyuncularla oynamak gibi bir durum var mı yoksa yönetmen dediğin oynatır mı?

Tolga Karaçelik: Kesinlikle her şey oyuncu seçiminden başlıyor. Benim filmlerimde oyunculuk çok önemlidir ve performans almaya odaklı bir yönetmenimdir. Bunun için de tabii iyi oyuncularla çalışmak lazım. Role hatta bazen de kızar oyuncular ama role bazı uygun oyuncular da vardır. Bu projede hepsi çalışmak istediğim oyunculardı, bir araya gelmekten ve böyle bir şanstan dolayı da müteşekkirim açıkçası. Birebir görüşmelerimizde hem projeye hem de benimle çalışmaya ne kadar istekli olduklarını da söylediler, bu da ayrıca beni mutlu etti. Aynı şekilde ben de onlarla çalışmaktan çok mutluyum.

Umut Aral: Ben oyunculuktan gelen bir yönetmenim. 10 sene tiyatro oyunculuğu ve rejisi yaptım. Oyuncularla birebir çalışmayı çok severim. Bu sebepten de setteki yerim her zaman kameranın yanıdır. Sahnenin elektriğini, performansları hem kameradan hem de fiziksel olarak görmek isterim. Tekrarlar ve provalarda oyuncularla birlikte çalışmaya özen gösteririm. Bu yorumunuz beni çok mutlu etti zira bizi hikâyeye inandıracak kişiler oyuncular, onları hikâyeye tam olarak inandıracak kişiler de yarattığımız dünyalarla biz yönetmenleriz.  Ne mutlu ki bu konuda gösterdiğimiz itina ekranda da kendisini gösteriyor.

Kıvanç Tatlıtuğ ile çalışmak...

Burada özellikle Kıvanç Tatlıtuğ’a parantez açmak istiyorum. Her projesinde kendini aşan bir oyunculuk performansı var ve son yıllarda oyunculuğunu zirveye taşıyan az isimden biri bence. Siz bu konuda neler söylersiniz?

Tolga Karaçelik: Kıvanç benim uzun zamandır çalışmak istediğim bir oyuncuydu ve bir araya geldiğimizde ikimizin de yaklaşımlarının çok benzer olduğunu gördüm. Kıvanç’la aynı mükemmeliyetçi bir şekilde çalışıyor olduğumuzu gördüm. Ben de biraz takıntılıyımdır en iyisi olmadan bırakmam. Onunla aynı sette olmak çok keyifliydi, daha da önemlisi sanırsam uzun yıllar devam edecek bir dost kazandım da diyebilirim.

Umut Aral: Kıvanç’la ilk defa birlikte çalışıyoruz, oyunculuğunu hali hazırda çok beğeniyordum. Tanıyınca profesyonelliği ve mesleğe yaklaşımı ile beni çok etkiledi. Role bir bütün olarak yaklaşan, çok çalışkan, çok istekli ve çok yönlü bir oyuncu. Sete ve provalara her anlamda hazır gelen biri; bir daha denemekten, ‘Daha nasıl iyi olabilir’i zorlamaktan hiç kaçınmıyor. Ayrıca rol arkadaşlarıyla çok iyi paslaşan, tam bir ekip insanı… Bu projede, hem çekerken hem de kurguda defalarca izlememe rağmen beni çok etkileyen, duygulandıran, heyecanlandıran sahneleri oldu. Eminim bu dizideki performansıyla hayranlarını da çok etkileyecektir.

“Temponun sürekli yüksekte nasıl kalabileceğiyle ilgili yazarlarımızla birlikte çok çalıştık”

Konusu açısından oldukça ilginç bir serüvenin içinde bulduk kendimizi. Aksiyonun çok olduğu, gizemli bir yolculuğa çıkarıyorsunuz izleyiciyi. Öyle ki bir sahne sonrasını tahmin etmemeniz gerekiyor ki, sonra karşılaştığınız her şey seyirciyi şaşırtmalı. Temposu bu kadar yüksek bir hikâyeyi çekerken yönetmen gözüyle nelere dikkat ettiniz?

Tolga Karaçelik: Temposu ve de konuların sürükleyici olması esasında bu Netflix’in çok iyi yaptığı bir şey, yazarları da 40 dakikalık formatta buna alışıklar. Bense eksik olan şeylerin genelde karakter anlatımı ve oyunculuklar düzeyinde olduğunu düşünüyorum. Seyirciyi biraz hafife alan bir anlatım biçimi oluyor, bazen seyirciye takip ettirmek en büyük amaç oluyor. Dolayısıyla klişelerden hatta sömürülerden çok fazla faydalanılıyor. Bu durum beni seyirci olarak bazen çekmiyor. Hem bu olurken hem de bir yanda insanların bu işi yaşadığını, gerçekçi olması gerektiğini ve karakterlerin bunun içerisindeki devinimini göstermek önemliydi benim için. Ben daha çok bu tarafına odaklandım dizinin. 

Umut Aral: Bugüne kadar tüm işlerimde yeni bakış açıları yaratmaya çalışıyorum. Hayranı olduğum yönetmenleri ve sinema tarihine iz bırakmış filmleri izleyip hazırlık sürecinde “Bu öyküye ben neler katabilirim, bu coğrafyanın kendine has yaklaşımlarıyla uluslararası potansiyele sahip bu hikâyeyi nasıl harmanlayabilirim?” diye çalıştım. Daha senaryo aşamasında, temponun sürekli olarak yüksekte nasıl kalabileceğiyle ilgili yazarlarımızla birlikte çok çalıştık. 4’üncü bölümün başındaki sualtı sekansı ve 6’ncı bölümün ortasında başlayan maden sekansını daha senaryo aşamasından itibaren beraber kurduk, storyboard’ladık, denemeler provalar yaptık, yeniden defalarca yazdık. İmzam diyebileceğim etkileyici sekanslar yaratabildik diye düşünüyorum.

“Yönetmen olarak bizim işimiz esasında problem çözücülük”

Işık açısından gün ışığı olmadan ilerlemek durumunda kalan bir yapım ‘Yakamoz S-245’. Yönetmeni kurtaran da genellikle gün ışığından yararlanmasıdır çoğu zaman ama bu yapımda bu durum söz konusu değil. Karanlıkta, gün ışığı olmadan, gece zamanında geçen bir hikâyede çekim yapmak nasıl bir deneyimdi, görsel açıdan zorlukları nelerdi ve ruhsal olarak sizi nasıl etkiledi?

Tolga Karaçelik: Işık çok keyifliydi bu filmde, dizide. Hep film diyorum çünkü çektiğim her bölümü ayrı birer film olarak çektim, dokusunu ve yapısını ona göre oturttuk. Özellikle ışık yaratımı tarafından çok keyif aldım diyebilirim. Işık her zaman benim takıntılı olduğum bir şeydir. Ve güneşin olmadığı, tamamen ışıkların gittiği bir yerde ışık dünyası yaratmak gerçekten matematik problemi çözmek gibiydi. Bir de yanınızda bunu karşılayacak bütçeniz olduğu zaman da tadından yenmiyor. İşte şurada araba patlatayım, burada el fenerlerini şöyle yapayım, ay ışığı şu kadar göstersin gibi atmosferi ışıkla yaratmak ve bu problemi çözmek çok keyifliydi. Çünkü bizim işimiz esasında problem çözücülük. Yönetmen olmanın getirdiği büyük sorumluluklardan bir tanesi, en büyük problem çözücüsünüz setteki. Dolayısıyla bu, çözmekten keyif aldığım problemlerden bir tanesiydi. 

Umut Aral: Senaryoda olduğu gibi çekimlerde de en büyük düşmanımız güneşti. Güneşin doğması demek çekimin bitmesi demekti. Aylarca geceleri çalıştık. Özellikle şubat ve mart aylarının ayazları, ekibi ve oyuncularımızı çok zorladı. Zaman zaman soğukta çekimi durdurmak zorunda kaldık. Metabolizmalarımız değişti, ekip olarak hem çok hareket etmekten hem de geceleri yaşamaktan kilo kaybettik, yorgun düştük. Ama keyfimiz ve neşemiz hep yerindeydi. En dramatik sahneleri çekerken bile birlikte ağladık, birlikte güldük. Ayrıca görüntü yönetmenimiz Burak Kanbir bu kadar karanlık bir evrende nasıl estetik ve izlenebilir bir görsellik çıkarılabileceği üstüne çok çalıştı ve harika bir dünya yarattı.

“Hem oyuncularımız hem teknik ekip gerçekten müthiş bir iş başardılar”

Genelde kapalı alanın çoğunlukta olduğu bir denizaltında geçen hikâyede planları nasıl belirlediniz, denizaltı gerçek mi ve deniz altında yapılan çekimler nasıl gerçekleşti?

Umut Aral: Sanat yönetmenimiz Fırat Yünlüel ve harika ekibinin eşliğinde İstanbul’da bir stüdyoya birebir ölçülerde bir denizaltı içi inşa edildi. Denizaltı iç çekimlerini bu stüdyoda gerçekleştirdik. Ayrıca Büyükçekmece’de birebir ölçeklerde bir denizaltı dışı inşa edildi. Denizaltının harici hareketli sahneleri 3D animasyon teknikleriyle gerçekleştirildi. Sualtı çekimleri benim için de yapım için de daha senaryo aşamasındayken bizi en çok heyecanlandıran sahnelerin arasında geliyordu. Su altında çalışmanın önceki deneyimlerimden hem oyuncular hem de teknik ekip için çok riskli bir süreç olacağını biliyordum. O yüzden sette neyin, nasıl çekileceğini anlatan detaylı storyboard’lar hazırlattım. Kıvanç Tatlıtuğ ve Ece Çeşmioğlu ile bu heyecan verici sahnenin gerekliliklerini daha hazırlık aşamasında detaylıca beraber çalıştık. Gece dalışı olmalıydı, denizaltıyı zifiri karanlıkta tamir etmeliydiler ve bunu bizzat kendileri yapacaktı. Kaş’ta gerçekleştirdiğimiz sualtı çekimleri özel kameralarla 6 gün sürdü ve oldukça zorlu geçti. Gerek çekimlerin gece yapılması, gerek yüzeyden 10 metre derinde yapılıyor olması, gerekse hava ve deniz şartları teknik ekibi ve oyuncularımızı çok zorladı. Kıvanç hali hazırda dalış konusunda oldukça bilgiliydi, Ece ise temel dalış eğitimleri ve gece dalışı üstüne eğitimler aldı. Sonra ikili, birlikte dalma, su altında acil durumlar için gerekli işaret dillerini ve su altında kaynak yapmanın inceliklerini öğrendiler. Suyun 10 metre altında, 9 metre uzunluğunda 6 metre yüksekliğinde bir denizaltı parçası inşa edildi. Bu dekor daha sonra 1000 Volt post prodüksiyon ekibi tarafından 3D animasyon teknikleriyle bir denizaltıya dönüştürüldü. Hem oyuncularımız hem teknik ekip gerçekten müthiş bir iş başardılar.

Tolga Karaçelik: Denizaltı için Umut’la, sanat yönetmenimiz Fırat’la ve yapım ekibiyle hep beraber oturduk. Nasıl bir denizaltı yaratmamız gerektiği üzerinden geçtik, beraber filmler izledik, denizaltımızın ne tipte denizaltı olması gerektiğine dair notlar aldık ve çok düşündük. Denizaltı bizim çekim yapabileceğimiz kadar büyük ama klostrofobiyi kaybetmeyeceğimiz kadar da küçük bir denizaltı yaratmak istedik, yarattık da. Denizaltı görüntülerini stüdyoda çektik.

“Mekânların bir kısmını yarattık, bir kısmını gerçek mekânların içerisinde oluşturduk”

Mevsimler gittiğiniz ülkelere göre değişiyor ve kapalı alandaki bir dünyanın içinde zaman dilimi yaşanıyor. Uğradığınız mekânların, gittiğiniz limanların ne kadarı gerçek ve çekimler nerelerde yapıldı?

Umut Aral: Çekimler şubat ayında başladı, mayısa kadar sürdü. Biz de bu şekilde çekimler boyunca kış ve ilkbaharı hatta biraz yazı bile yaşamış olduk. İstanbul dışında da Kaş, Cunda ve Ayvalık’ta çekimler gerçekleşti; İstanbul çevresinde askeri üs olarak bir okul, bir maden ocağı ve Tuzla’da bir tersane kullanıldı. Denizaltı harici çekimleri ise Büyükçekmece tarafında gerçekleştirildi.

Tolga Karaçelik: Gittiğimiz mekânların bir kısmını yarattık, bir kısmını gerçek mekânların içerisinde oluşturduk. Mesela, Kos’u Cunda Adası’nda yarattık. Foça’da Arman’ın ilk yaşadığı yeri yarattık. Onun dışında benim çekimlerim genelde denizaltı içerisindeydi. “Acaba insanoğlu denen varlık yeryüzünden günün birinde silinecek mi?”

Hayatta kalmak için yaşanacak bir yer aramak duygusunun içinde kalarak izledim ve oldukça da sorguladım. Biz insanlar yaşanacak yerleri yok ediyoruz ve sonra yeni bir yer arıyoruz. Sizce yaşanacak bir yer kaldı mı ve ne kadarımıza yetecek?

Umut Aral: İnsanoğlu olarak ne yazık ki üzerinde yaşadığımız dünyaya ve doğaya iyi davranmıyoruz. Belki bir gün güneş, belki doğanın kendisini bizim ona verdiğimiz zararın üstesinden bir şekilde gelecek. Acaba biz bu sürece hazır mıyız, başımıza geldiğinde bununla ilgili ne yapacağız; acaba insanoğlu denen varlık yeryüzünden günün birinde silinecek mi? Yakamoz S-245 direkt olmasa da bu soruları bize düşündürten bir proje.

Tolga Karaçelik: Hem hayatta kalmak için hem akıl sağlığımızı korumaya devam edebilmek için kendi saklanabilecek ve yaşanacak yerlerimiz çok önemli. Ve gün geçtikçe, doğrudur kaybediyoruz bunları ve özellikle kazanç duygusuyla yeni madenler açmak için zeytinlikleri yok ediyoruz. Yeterli denetim veya bakım hizmetleri yapmadığımız için ormanlarımızı yangınlarda kaybediyoruz. Yine gelecekte de kaybedeceğiz büyük bir ihtimalle. Kaybediyoruz ama şu anda hâlâ yaşanacak yerlerimizin olduğunu, fakat önümüzdeki 10 sene, 20 sene boyunca ne yazık ki yaşanacak veya kaçabileceğimiz yerlerin daha hızlı bir şekilde azalacağını düşünüyorum. Bu da çocuk yapıp yapmama düşüncemi bile etkiliyor açıkçası.

“Umut var mı? Umut olmasa üretmeye devam etmem”

“Birlikte yaşamayı öğrenmemiz lazım” cümlesinin etrafında gezinen bir hikâye ‘Yakamoz S-245’. Ama sanırım her şey de bu cümlede saklı, çünkü birlikte yaşamayı öğrenemediğimiz için dünyayı bu hale getirdik. Umut var mı sizce, birlikte yaşamayı geç olmadan öğrenebilecek miyiz?

Umut Aral: “Birlikte yaşamayı öğrenmemiz lazım”... Bu çok önemli bir söz. Sadece insanlar olarak değil. Hayvanlar, bitkiler, böcekler, organizmalar, toprak, denizler, bu dünyayı oluşturan tüm öğeler olarak birbirimize saygılı ve uyumlu olarak yaşamayı öğrenmemiz lazım. Bizler insanoğlu olarak bu dünyanın yöneticileri ya da üstün ırkı değil, bir parçası olduğumuzu anladığımızda gelecek için umuttan söz edebiliriz diye düşünüyorum.

Tolga Karaçelik: Evet birlikte yaşamayı öğrenmemiz lazım. Sadece Türkiye değil dünyada da politikacılar genelde toplumları kutuplaştırarak iktidarlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla gittikçe birbirine karşı kutuplaşan topluluklar, toplumlar hatta vatandaşlar, halklar görüyoruz. Bunun yanı sıra bir de tabii felaketlerle, savaşlarla yaşamak zorunda kalmış insanların ne kadar zor durumda olduğunu görüyoruz. Bu insanların kendi vatanlarından, milletlerinden biraz da kontrolsüz bir politikayla kabul edilişi üzerine de daha da fazla kutuplaşma ve kamplaşmalar oluyor. Birlikte yaşamayı öğrenecek zamanımızı gerçekleştiremeden yeni insanlar geliyor ve yeni göç dalgaları oluyor. Bir şekilde insanların birlikte yaşamayı öğrenmesi lazım fakat bu bir durulmayı ve beraber zaman geçirmeyi gerekli kılıyor. Bunun bile olamadığı, beraber zaman geçiren insanların bile birbirine düşürülmeye çalışıldığı hem sosyal hem siyasi ortamda sanata daha çok iş düşüyor. Başkasının hikayesini anlamaya, anlatmaya ve empati kurma yeteneğini geliştirmeye, hatta yaratmak için bazı koşullarda sanata ve sanatçıya, daha fazla hikaye anlatıcısına çok iş düşüyor. Umut var mı? Umut olmasa üretmeye devam etmem.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi