Dışarısı mı ucuz, içerisi mi pahalı?

Geçen haftanın belki de en önemli gelişmesi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nda yapılan görev değişiklikleri oldu. Üç başkan yardımcısı görevden alınırken Prof. Dr. Hatice Karahan, Dr. Cevdet Akçay ve Dr. Fatih Karahan yeni başkan yardımcıları olarak atandılar. Başkan Gaye Erkan’ın ilk enflasyon raporu sunumunda yıl sonu enflasyon beklentisinin %58’e yükseltilmesi ve sonrasında yapılan görev değişiklikleri piyasalar tarafından oldukça pozitif olarak değerlendirildi. 

Yeni atanan isimler piyasalar tarafından bilinen ve saygı duyulan isimler. Ancak yeni kadro gerçek bir Ortodoks politikaya dönebilir mi, Cumhurbaşkanı Erdoğan buna ne kadar izin verip ne kadar tahammül gösterir? 

Cevabı aranması gereken sorular bunlar.

Cevdet Akçay yıllardır sıkı para politikasını savunan bir iktisatçı. Görevde olduğu Merkez Bankası yönetimi ile uyum içinde çalışabilecek mi mesela? 

Ancak bu isimlerin atanmasının ardından CDS primini 400 puan seviyesinin altına getirmesi bile piyasaların iyiyi aramaya ne kadar istekli olduğunu göstermesi açısından önemli.


Bir başka gündem BDDK tarafından getirilen düzenleme ile yurt dışı seyahatleri, konaklama, uçak bileti vb hizmetlerin taksitlendirilmesi işlemlerinin yasaklanması. BDDK ile TCMB’nin bir koordinasyon içinde çalıştığını, ortak bir politika yürüttüğünü görmek güzel. BDDK Başkanı Kavcıoğlu’nun sıkılaşma yönünde adımlarını görmek de insanda garip duygular uyandırıyor. Malum faizler inecek, kredi muslukları açılacak; yatırım, üretim, ihracat, istihdam artacak derken “Alma abi alma” mottosundan “Verme abi verme” mottosuna geçildi.  

Bu konuya bir de farklı bir noktadan bakmak istiyorum. 

İçeride Euro kuru 30 TL sınırında iken insanlar yurt dışına gidip daha ucuza tatil yapabiliyorlar, daha ucuza yemek yiyebiliyorlar ise burada farklı sorunlar var demektir. 

Birincisi, yıllardır dile getirdiğim ticari ahlak sorunu. En basiti Yunanistan veya Yunan Adaları’nda “Beach Giriş Ücreti” diye yüksek paralar yok. Hatta para yok. Giriyorsunuz, ne yiyor içiyorsanız onun parasını (son derece makul paralar) ödeyerek çıkıyorsunuz. Vale ücreti diye sorsanız birine deli muamelesi görürsünüz. 

İkincisi, acaba döviz kurları Türkiye’de hâlâ baskı altında mı? Acaba denge, vatandaşın ucuz diye yurt dışına gidemeyeceği kur seviyesi mi olmalı? Hani hep denir ya “Cari denge sıfır olduğu zaman kur ederine gelmiştir” diye. Kuru serbest bıraksanız o zaman da enflasyon oluyordu değil mi?

Doğru. 

Acaba o kadar döviz rezervini mi yakmasaydık? 

Son satırlarımı da biraz sosyoekonomik bir başlığa ayırmak istiyorum. 

Malum asgari ücrete zam yapıldı ve 11,402 TL oldu. Vatandaşımızın bir kısmı bu durumdan çok memnun oldu. Ben ve pek çok arkadaşım bunun bir illüzyon olduğunu, ceplerde daha fazla para olacağını ancak satın alma gücünün düşeceğini söyledik.

Geldiğimiz noktada TÜRK-İŞ, 2023 yılı Temmuz ayına ilişkin açlık ve yoksulluk sınırı verilerini açıkladı. Buna göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için gereken aylık “GIDA HARCAMASI TUTARI” 11,658 TL oldu.

Anlamayanlar için daha kısa yazayım. 

Asgari ücreti aştı. 

Enflasyonu çözmedikçe bu sorun çözülmeyecek. 

O koşacak siz yakalamaya çalışacaksınız ve makas hep enflasyon lehine açılacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mert Yılmaz Arşivi