Gıda güvenliğinde en büyük sorun kayıt dışı üretim

Gıda güvenliğinde en büyük sorun kayıt dışı üretim
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Gıda Mühendisliği ev sahipliğinde gerçekleştirilen ‘Kalite ve Ürün Deneyimi’ seminerinde “Ürün Tasarım Sürecinde Risk Analizi” başlıklı sunum yapan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi...

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Gıda Mühendisliği ev sahipliğinde gerçekleştirilen ‘Kalite ve Ürün Deneyimi’ seminerinde “Ürün Tasarım Sürecinde Risk Analizi” başlıklı sunum yapan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Süt Teknolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Barbaros Özer, seminerde Gazete Pencere’ye yaptığı açıklamada gıda güvenliği zincirindeki tehditlere dikkat çekerken en önemli tehlikenin kayıt dışılık olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Barbaros Özer, seminerdeki sunumunda gıda üretim sürecinde modern gıda güvenliği sistemleri oluşturulması gerektiğini vurgulamış, “önleyici yaklaşım”ın önemini anlatmıştı.

ÖZELLİKLE SÜT VE ET SEKTÖRÜ
Türkiye’de girdi maliyetlerinin yüksekliğine değinen Prof. Dr. Barbaros Özer, gıda sektörüne dair tespitlerini ve uyarılarını paylaştı:
“Gıdayla ilgili bizi tehdit eden temel unsurları değerlendirdiğimiz zaman sonuçsuz kalıyorum. Çünkü o kadar çok faktör var ve o kadar çok hatalı bilgi mecralarda dolaşıyor ki neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar veremiyoruz. ‘Ortada tek bir doğru var diğerleri yanlış’ yaklaşımını taşımıyorum çünkü gıdayla ilgili doğru dediğimiz şey bugünkü bilgi birikimiyle edindiğimiz bir olgu aslında. Bugün doğru dediğimiz belki yeni analitik tekniklerin ortaya çıkması, yeni üretim süreçlerinin ortaya çıkması durumunda yarın yanlışlanabilecek. Ama bugünün doğrusu üzerinden konuşacak olursak sektörde özellikle Türkiye için söylüyorum kayıt dışılık en büyük sorunumuz. Özellikle süt ve et sektöründe kayıt dışılık en önemli sıkıntı.”

Türkiye’de üretim hatlarında makasın giderek açılmaya başladığını belirten Prof. Dr. Özer, “Ne demek istiyorum? Bir yanda hakikaten kayıtlı ve ihracatı da önceleyerek üretim gerçekleştiren büyük firmalar ile düzgün üretim yapan küçük, butik işletmeler var. Ama diğer taraftan tamamıyla devlet denetimi veya özdenetim dışında kalmış olan ve ne ürettiğini, hangi ham madde ile nasıl bir çıktı ürettiğini bilmediğimiz firmalar var” diyerek halk sağlığını ilgilendiren gıda güvenliği konusunda kayıt dışı firmalara dikkat çekti.

BÜYÜK FİRMALARIN TEKNOLOJİ DÜZEYİ OLDUKÇA YÜKSEK
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Süt Teknolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Barbaros Özer, büyük firmaların kapasite kullanım oranlarının, teknoloji seçimlerinin ve teknoloji düzeyleri oldukça yüksek olduğunu vurguladı, “Çok ciddi dış denetim ve öz denetim süreçlerinden geçerek üretim yapıyorlar. Bunun da bir maliyeti var şüphesiz. Bu maliyetleri tüketiciye yansıtmak, yansıtmamak onların elinde olmayan süreçlerin etkisi altında” dedi, ekonomik koşulların üreticileri ve sanayicileri zorladığını anlatırken şunları söyledi:

“Ya üretim maliyetlerini kısmak için olması gereken kaliteden taviz vereceksiniz ya da mümkün olduğu kadar maliyeti düşürebilmek için Ar-Ge’ye dayalı yeni üretim süreçleri yaratıp katma değeri yüksek ürünlerle para kazanacaksınız ya da atıkları azaltacak ya da atıklardan para kazanmanın yolunu bulacaksınız.”

ÜNİVERSİTE SANAYİ İŞBİRLİĞİ EMEKLEME SÜRECİNDE
Gıda sektörünün üniversitelere, üniversitelerin gıda sektörüyle etkileşimine de değinen Prof. Dr. Barbaros Özer, “İşbirlikleri yavaş yavaş artmaya başladı. Bunda TÜBİTAK’ın etkisi var. TÜBİTAK üniversitelerle işbirliğini önemsiyor, özendiriyor. Yine bu da emekleme sürecinde. Firmalar Ar-Ge mantığını içselleştirdikleri zaman, daha tarayıcı bir gözle baktıklarında doğru kişiyi doğru yerde bulabiliyorlar. Artık birçok akademisyen arkadaşımız firmalarla üniversitelerin teknoloji transfer ofisleri kanalıyla ya da kendi teknokent şirketleri kanalıyla çok başarılı işlere imza atıyorlar” dedi.

GİRDİ-LERİN ÖNEMLİ KISMI İTHAL
Prof. Dr. Barbaros Özer, Türkiye’de maliyetlerin çok yüksek olduğunu ve kayıt dışılığın arttığını ve en büyük eleştirisinin kamuya olduğunu belirtti, cezaların caydırıcı olmaktan uzak olduğuna dikkat çekti, şunları söyledi:
“Gıda sektöründe yaşanan sorunlarla ilgili başa dönecek olursak Türkiye’de en önemli handikap maliyetler. Türkiye’de maliyetler çok yüksek. Girdilerin önemli bir kısmını biz üretmiyoruz. Ambalaj dahil olmak üzere özellikle ikincil girdi ürünlerini. Stabilizörler, renklendiriciler, katkı maddeleri ağırlıklı olarak dışarıdan alıyoruz. Enerji dışarıdan zaten. İşçilik maliyetleri düşük görünse de totalde üretim maliyetleri oldukça yüksek. Bu nedenle ya kaliteden taviz vereceksiniz ya da maliyeti düşürecek yollar arayacaksınız. Küçük üreticiler açısından baktığım zaman biraz pesimist yaklaşıyorum. Çünkü büyük kısmı maalesef devlet denetimi dışında. Bir de öz denetim gerçekleştirebilecek kadar birikime, finansal güce sahip olmadıkları için kaliteden taviz veriyorlar. Kaliteden taviz verildiği anda halk sağlığını da tehdit eden bir noktaya getiriyorsak üretimi, önemli bir sorun var demektir. Maalesef bu yola sıklıkla sapıldığını da görüyoruz. En büyük eleştirim de burada kamuya olacak. Bu tarz işletmelerin önündeki en büyük caydırıcı gücün ceza olması lazım ama maalesef cezalarımız özendirici.”

“EKONOMİK KRİZ YEŞİL MUTABAKATI AKSATIYOR”
Prof. Dr. Barbaros Özer, Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği’nin (AB) “yeşil mutabakat” temelli üretim aşamalarının öncelikle ve özellikle uluslararası ticarette bir anayasa haline gelmesiyle ilgili büyük ve küçük sanayicilerin planlarını buna göre yapmaya başladığını hatırlattı. Prof. Dr. Özer, “Ama kişisel görüşüm bu planlamaların henüz gerçekçi bir boyutta olmadığı yönünde” diyerek endişelerini de sıraladı:
“Çünkü Türkiye ciddi bir ekonomik kriz sarmalı içerisinde ve bu kriz sarmalında firmalar öncelikle hayatta kalmayı hedefliyor. Yani karbon ayak izi, su ayak izini azaltma hedefi, henüz Türk gıda sektörü için gerçekçi bir hedef değil diye düşünüyorum. Ama bir taraftan da zorlayıcı bir hedef bu. Çünkü büyük firmalarımız ihracat yapıyor ve dışarıya göndermiş olduğu ürünün kimlik kartında bir su ayak izi, karbon ayak izi sorunu olduğu zaman ekstra bir gümrük vergisi ile karşı karşıya gelebilir veya ürünün tercih edilmemesi gibi sorunlarla da yüz yüze gelebilir. Bu nedenle Türk gıda sektörü çok ciddi bir çıkış arayışı içerisinde. Bu çıkışın da en önemli dayanağı bana göre atıkları geri kazanabilme ya da atıkları üretim sürecine dahil edebilme, atıkları bir katma değerli ürüne dönüştürebilmek için kafa yorma süreci. Bu da dönüyor dolaşıyor Ar-Ge yatırımlarına geliyor.”

GERÇEK ANLAMDA AR-GE YAPILMIYOR
Türkiye’nin gıda sektöründe Ar-Ge ile aslında yeni tanıştığını belirten Prof. Dr. Barbaros Özer, “Şimdi kağıt üzerinde baktığımız zaman çok büyük gıda firmalarımızın, global firmaları biraz kenarda tutuyorum, onaylı Ar-Ge merkezleri uzun süredir var. Ama gerçek anlamda Ar-Ge mi yapıyoruz, yoksa bir adaptasyon süreci mi, bir Ür-Ge (üretim geliştirme) süreci mi, bunların net kararının verilmesi lazım. Bana göre Ar-Ge yapmıyoruz, ağırlıklı olarak ürün adaptasyonu yani uluslararası pazarlarda başarıya ulaşmış ürünleri Türk pazarlarına adapte edebilme ile başladı süreç. Yani, garantiye alıyorlar kendilerini” sözleriyle tespitlerini paylaştı.

Prof. Dr. Özer, “Bir de Ar-Ge’ye yaklaşım şöyle; zaten üretmeyi hedefledikleri ürünün çalışmasını yapıyorlar ve bunu projelendiriyorlar. Bütün dünya bu yollardan geçti ama Ar-Ge’nin özü, mantığı bu değil aslında. Mutlaka belirli bir bütçenin ayrılması, araştırıcı grubun ayrılması, profesyonel destek alınması, bu kamu olabilir, özel sektör olabilir, bir network olayı, ticari sırları koruyacak şekilde bir interaksiyonu gerektiriyor” diyerek yapılması gerekenleri anlattı.

‘Ambalajda renk ve tasarım kötüyse tüm emekler boşa gidebilir’

Jokey Yönetim Kurulu Başkan Vekili ve Sert Plastik Ambalaj Sanayicileri Derneği (SEPA) Başkanı Hakan Özhuy, seminerde “Ambalajın Tasarımdan Tüketime Karar Anına Etkisi” başlıklı bir sunum yaptı. Plastiğin hayatımızın her aşmasında “kolaylaştırıcı” olarak yer aldığını hatırlatan Özhuy, plastikle karşılaşmak istemedikleri tek ortamın doğa olduğunu vurguladı.



PLASTİK AMBALAJDA YÜZDE 40-45 ORANLARINDA KULLANILIYOR
Özhuy plastiğin gıda üretiminde yüzde 40-45 oranlarında kullanıldığını, sert plastiğin de birincil veya ikincil ambalaj olarak esnek ambalajdan sonra tercih edildiğini söyledi; enjeksiyon, termoform ve şişirme ambalaj teknolojilerinin kullanıldığını belirtti.

Hakan Özhuy, tüketici satın alma tercihlerini yüzde 70 gibi önemli bir oranda etkileyen ambalaj teknikleri ile ilgili şunları söyledi, gıda üreticisi firmalara önerilerde bulundu:

DOĞRU AMBALAJ, İYİ İÇERİK İÇİN GÜZEL MESAJ VERİR
“İyi ambalaj ve doğru ambalaj ürün içeriğiyle ilgili çok güzel bir mesaj veriyor. ‘Ürünün saklama koşullarına uygun ambalaj mı? Güneş ışınlarına karı koruma sağlıyor mu? Oksijen geçirgenliği var mı, yok mu?’ soruları ambalajın ürün için doğru ambalaj olup olmadığını ortaya koyuyor. SEPA olarak bunlara hassasiyetle dikkat eden firmaları üye olarak kabul ediyoruz. O yüzden büyük çaplı firmalar ağırlıklı olarak üyemiz. Kalite standartlarını kapsayan tüm sertifikalara sahip hepsi. Ambalajı seçerken üreticinin SEPA üyesi mi diye lütfen bakınız.”

AMBALAJA YAPILAN YATIRIM GERİ DÖNÜŞTE FARK YARATIR
SEPA Başkanı Hakan Özhuy, firmaların ambalaj üretimi konusunda üreticiyi zorlamasını da istedi:
“Ambalajı seçerken müşterinin ne istediğiyle beraber ‘Sektör olarak fabrikada üretim yapılabilecek mi, üretim bandına uygun mu, yeni yatırım gerektiriyor mu, toplam üretim maliyetinde faydalı olabilecek mi, üretim bandında aksamalara neden olabilecek, üretimi yavaşlatacak özellikte mi?’ soruları önemli. Ambalajın üretim verimliliğinize de odaklanması isteyin ve zorlayın çünkü üretim bandından rafa giden kadar ürünle ilgili verimlilik kriterleri çok önemli. Ambalaja yapılan yatırım doğru kurgulandığında geri dönüşlerde önemli fark yaratabiliyor.”

GERİ DÖNÜŞÜME HEP BİRLİKTE KAFA YORMALIYIZ
Başkan Özhuy çevre konusuna ve geri dönüştürmeye de dikkat çekti:
“Ambalajın müşteri tarafından nasıl kullandığı ve kullanım sonrasında nasıl bertaraf edildiği konusunda da bizim gelişmeye ihtiyacımız var. Döngüsel ekonomi diyoruz. Hep beraber bunu sağlamamız gerekiyor. Bir plastik 9 kere yeniden kullanılabilir, nasıl yeniden kullanılabileceğini markalarla beraber çalışmak durumundayız. Çöplerimizin yüzde 60’ı ambalaj ürünleri. Renk ve tasarım kötü kurgulandığında ürünle ilgili tüm emekler boşa gidebilir. Doğru renk ve tasarım ile kullanımı kolaylaştıran işlevler bu yüzden çok önemli. QR kodlar ve akıllı etiketlerle üretim süreçlerinin takipleri kolaylaştığı gibi tüketicinin artan bilgilenme ihtiyaçları doğrultusunda ürünle ilgili güven duygusu da karşılanabiliyor.”

Daha İyi Günler için…


İTÜ Yerleşkesi’ndeki ‘Kalite ve Ürün Deneyimi’ seminerinin ikinci gününde Kellogg Türkiye Genel Müdürü Burcu Yazıcı, “Küresel ölçekte yürüttüğümüz “Daha İyi Günler” projemiz kapsamında, ihtiyaç sahibi insanların beslenmesine, beslenme eğitimlerine ve kadın çiftçilerimizi önceliklendirerek tarıma verdiğimiz desteğimizi artırmaya devam ediyoruz” dedi.

Kellogg Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Türkiye Kurumsal İlişkiler Direktörü Lamia Fakhr ise “Biz, dünyayı bulduğumuzdan daha iyi bir yer haline getirmek için elimizden gelen her şeyi yaparak kurucumuzun mirasını sürdürmeye kararlıyız. “Better Days” ile 2030’un sonuna kadar 3 milyar insan için, refah, açlık, sürdürülebilirlik, eşitlik, çeşitlilik ve katılımı bir bütün olarak ele alarak, gıdaya sürdürülebilir ve eşitlikçi erişimi ileri taşımayı
taahhüt ediyoruz” diye konuştu.

Kalite kültürü marka değerini oluşturur

Bunge Avrupa ve Asya bölgelerinden sorumlu Kalite ve Gıda Güvenliği Direktörü Şenay Avcu, “Ürün ve Kalite Kültürünün Tüketici Deneyimine Etkisi” başlıklı bir sunum yaptı.

Bunge’nin ABD merkezli 40’tan fazla ülkede 300’den fazla tesisi olan yaklaşık 23 bin çalışanıyla küresel gıda sisteminin önemli bir parçası olduğunu anlatan Şenay Avcu, “Bunge soya fasulyesi, ayçiçek, kanola gibi yağlı tohumlarda dünya lideri. Yağlı tohum üretiminde protein zengini atıklar da hayvan yemi olarak değerlendiriliyor. Ayrıca gliserin üretimi de farma ve kozmetik sektörlerinde kullanılıyor. Bunge biyodizel üretimiyle yeşil enerjiye de katkı sağlıyor. Türkiye’de Bunge’yi Komili, Kırlangıç ve Balat markalarıyla biliyorsunuz. Özetle Bunge dünyaya temel gıda, yem ve yakıt sağlamak için çiftçilerle tüketicileri buluşturan bir şirket” diyerek Bunge’nin sektördeki konumunu anlattı.



Ürün ve kalite kültürüne bakarken tüketicilerin satın alma kararlarını alırken nelerden etkilendiğine bakmak gerektiğini de söyleyen Bunge Kalite ve Gıda Güvenliği Direktörü Şenay Avcu, “Kalite ve marka güven demek, satın alma tercihleri o yüzden çok belirleyici” dedi. Avcu, satın alma karar aşamalarını şöyle tarif etti:
“Bir ürünü satın alma kararı farkındalıkla başlıyor. Tüketici sonra bu ürünü araştırarak satın alma kararını veriyor. Tüketiciler rafa giderken aklında üç markayla gider ve seçimini bunların arasından yapar. Satın alma sonrası beğeni ürün sadakatini belirliyor. Bu da ürünü her satın aldığında beklentisini karşılıyor olmasıyla ilgili. Ürünü deneyimledikten sonra da bunu sosyal medya ya da yakın çevresinde paylaşarak diğer tüketicilere bilgilerini aktarıyor.

Marka bilinirliği önemli, tüketici markaya değer veriyor, ürünün markayla beraber garanti altında olduğunu düşünüyor. Tavsiyeler önemli, aile ve arkadaşlardan tavsiyeler ile sosyal medya araştırmaları da kararları etkiliyor. Ambalaj ve etiket içerikleri de tüketiciler tarafından artık daha fazla dikkate alınıyor. Tüketici yaşanan iklim kriziyle birlikte firmaların sürdürülebilirlik adına, sosyal sorumluluk adına neler yaptığına da bakıyor ve satın alma süreçlerinde bu yaklaşımlar da etkili oluyor.”

KALİTE VE GIDA GÜVENLİĞİ
Bunge Kalite ve Gıda Güvenliği Direktörü Şenay Avcu, kalite ve gıda güvenliğiyle ilgili dört tane ana bileşen olduğuna değinirken şunları söyledi:
“Firmanın amacı nedir, ne yapmak istiyor. Bu amacın içinde kalite ve gıda güvenliğine nasıl bir pay vermiş. İkinci bileşen insana nasıl yatırım yapıyor. Bu kültürü uygulayacak insanla ilgili neler yaptığı önemli. Proseslerinde nasıl bir sistem uyguluyor ve sonuncusu proaktivitesi. Yani riskleri nasıl yönetiyor. Bir şey oluşmadan önce neler öğreniyor, sorunlar oluşmadan neler yapıyor ve bir daha oluşmasın diye neler yapıyor.”

ZEYTİNLİKLERDE MADEN İŞLETME İZNİYLE MÜCADELE
Şenay Avcu, Bunge’nin kapsamlı bir sürdürülebilirlik ajandası olduğunu vurgularken dünya çapında üretim ve lojistik ağında karbon ayak izini azaltma konusunda tüm operasyonlarda yapay zekâ ile dijital çözümler kullandıkları söyledi. “Böylece daha az girdi, daha az enerji kullanarak verimliliği artırmaya çalışıyoruz, maliyetlerin de düşürülmesi sağlanıyor” dedi.

BİN YAŞIN ÜZERİNDE ZEYTİN AĞAÇLARI
Bunge’nin en önemli hedeflerinden birinin de sürdürülebilir tarımı desteklemek olduğunu belirten Avcu, Komili’nin 144 yıllık bir marka olduğunu hatırlattı, zeytinyağı markası olarak zeytine ve zeytin ağaçlarına büyük saygı duyduklarını söyledi. Avcu, zeytin ağacının Anadolu’dan tüm dünyaya yayıldığını da hatırlatırken Manisa’da, Ayvalık’ta bin yaşının üzerinde zeytin ağaçları olduğunu, Komili’nin Çevre Bakanlığı ile birlikte çalışarak 310 tane anıt ağacı tescil ettirerek koruma altına aldırdığını ve bakımı için yerel örgütlerle çalışma yaptığını anlattı.

ZEYTİNLİKTE MADEN ARAMA ENDİŞESİ
Bunge Kalite ve Gıda Güvenliği Direktörü Şenay Avcu, zeytin ağacını kuşaklar boyu yaşatabilmek için arkasında büyük bir mücadele olduğunu paylaşırken “Maalesef bu yıl zeytinlikler maden işletmelerine açıldı. Hem yerel organizasyonlar hem bu konuda bilinci ve sorumluluğu olan Komili gibi bir sürü markayla bu konuda gereken mücadele yapıldı” diyerek sektörün de yurttaşlar gibi ne kadar endişeli olduğunu paylaştı.

KOMİLİ, TARIMDA SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İÇİN ZEYTİN ENSTİTÜSÜ KURUYOR
Zeytin ağaçları, zeytin ve zeytinyağında farkındalığı artırmak için Milli Eğitim Bakanlığı işbirliğiyle okullarda çocukları bilgilendirmek için çalışmalar yaptıklarını da söyleyen Avcu, zeytin ve zeytinyağı haftasının bakanlık takvimine eklendiğini, çeşitli eğitim kitapları ve öğrencilere yönelik eğitim ve atölyelerle ilgili projelerin hayata geçirildiğini belirtti. Avcu, Komili’nin “zeytin ve zeytinyağı enstitüsü”nü kurma aşamasında olduğunu. Enstitü ile sürdürülebilir tarımı destekleyeceklerini, çiftçileri eğitme, ürün geliştirme, ürün kalitesini artırma için çalışmalara katkı sağlamak istediklerini söyledi.

Gıda sektöründe üreticinin yeni rehberi: Duyusal analiz

İTÜ Gıda Mühendisliği Öğretim üyesi Prof. Dr. Esra Çapanoğlu Güven, “Duyusal Analiz-Genel Bilgiler ve Tüketici Tercihlerini Etkileyen Faktörler”le ilgili bir sunum yaptı. Prof. Dr. Esra Çapanoğlu Güven, duyusal analizin bir gıdanın tadı, dokusu, görünüşü hatta sesinin tanımlanmasını ifade ettiğini söyledi. Tüketicilerin bir bisküvi ya da cips yerken çıtırtısını duyma isteğiyle ses beklentisini örneklendirdi. Satın alma karar aşamasında aslında tüketicileri bu duyusal kriterlerin yönlendirdiğini vurgulayan Prof. Dr. Esra Çapanoğlu Güven “Her ürün için farklı duyusal özellikler ön plana çıkıyor” dedi.



İTÜ Gıda Mühendisliği Öğretim üyesi Prof. Dr. Esra Çapanoğlu Güven, duyusal analizin neden önemli olduğunu anlattı:
“Son yıllarda anladık ki ürünün duyusal özellikleri çok önemli. Önceden duyusal özellikler için ürünle ilgili birkaç kişi çoklukla da patronlar karar verirdi. Örneğin patron ya da üst yönetici ‘Şekeri az olmuş artıralım’ diyor ve ürün buna göre şekillendiriliyordu. Şu an anlıyoruz ki bu yeterli ve doğru bir yaklaşım değil. Birkaç kişinin tüm tüketicinin fikrine ilişkin yorum yapması son derece yanlış çünkü tüketicileri temsil edemeyebiliyorsunuz. Bir ürünle ilgili en önemli nokta o ürünü tüketiciye sevdirebilmek. Böylece, duyusal analiz özellikle firmalar açısından artık hayatımıza girmeye başladı. Elbette çok fazla parametre var. İnanç ve kültürel alışkanlıklar duyusal değerlendirme yaparken bu faktörleri bütünsel olarak düşünmek gerekiyor. Hedef kitle ve tüketici grubu kimse onların isteklerine cevap verip veremeyeceğimiz gibi pek çok sorunun cevabını birlikte düşünmemiz gerekiyor.

Duyusal analiz gerçekten çok önemli, mükemmel bir ürün üretmek yeterli değil. Bunun tüketici tarafından kabullenilmesi son derece kritik. Duyusal analiz artık analitik bilimin bir parçası olarak kabul ediliyor. Beslenmeden, istatistiğe organik kimyaya kadar çok farklı disiplinleri bir araya getiriyor duyusal analiz. Tüketicilerin ürün değerlendirmeleri belli standartlarla oluşturulan paneller yapılarak testlerle duyusal analiz sonuçları oluşturuluyor ve satın alma tercihleri belirleniyor.”

“Sürdürülebilir, verimli bir sistem için üretim aşamaları uçtan uca aynı dili konuşmalı”

Schneider Electric Son Kullanıcı ve Sistem Entegratörü Kanal Yöneticisi Muhterem Çaylı, “Sürdürülebilirlik, Verimlilik, Dayanıklılık” başlıklı bir sunum yaptı.
Muhterem Çaylı Schneider Electric’in fabrikalarda farklı makinelerin tüm üretim aşamalarında birbirleriyle uyum sağlamasını, birbirleriyle haberleşebilmelerini ve verilerin otomasyonla toplanıp analiz edilerek veri yönetimini sağlayan sistemleri kurduklarını, üretim tesislerinde var olan mevcut operasyonları en verimli olacak şekilde düzenlemek üzere destek verdiklerini anlattı.



Farklı sektörlerde üretim tesislerinde tüm operasyonların dijitalleşmesini sağlayabildiklerini anlatan Muhterem Çaylı, üretim proseslerinin çeşitli alanlarında ya da tamamında ihtiyaç duyulan sürdürülebilirliğe önemli katkılar sağladıklarını söyledi.

Gıda sektörünün süt, şeker, atıştırmalık gibi farklı alanlarına özel dijital çözümler sunabildiklerini belirten Schneider Electric Son Kullanıcı ve Sistem Entegratörü Kanal Yöneticisi Muhterem Çaylı, temel konunun üretim sürecinde uçtan uca izlenebilirlik hikayesi olduğunu vurguladı. Çaylı, uçtan uca izlemenin sağlanabilmesi için de tesis operasyonları, enerji tüketimi, tedarikçi yönetimi, paketlenmiş ürünün raftaki yerini alana kadar geçirdiği yolculuk gibi farklı disiplinlerde üretimi ve tesisleri daha akıllı hale getirerek verimliliği artırdıklarını, maliyetleri düşürdüklerini, gıda güvenliğinin dijital kontrolünü sağladıklarını belirtti.

Duyusal analiz, kalite güvencesi sağlar

Kalite ve Ürün Deneyimi Eğitim İçerik Koordinasyon Kurulu’ndan, İstanbul Okan Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Dr. Tuğba Özdal, seminerde “Duyusal Analiz Test Metotları ve Ürün Geliştirme Uygulamaları” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Dr. Özdal, firmaların ürünlerinin duyusal analiz ve tüketici tercih testlerini nasıl yaptıklarını örneklendirerek açıkladı. Dr. Tuğba Özdal, duyusal analizin firmalara faydalarını da şöyle anlattı:



“Duyusal analiz konusunda yayınlanmış olan pek çok farklı standart var ve bu standartlar farklı metotlarla uygulanıyor. Duyusal analiz gıda üretiminde yeni ürünlerin tasarımında ve var olan ürünlerin geliştirilmesinde çokça kullandığımız bir analiz türü. Firmalar yeni ürünleri tasarlarken öncelikle laboratuvar aşamasında farklı duyusal analiz test teknikleri uyguluyorlar. Ürünle ilgili bir şikayet varsa, içerik değişikliği varsa bu farklılıkların araştırılması konusunda da duyusal analizden faydalanıyoruz. Kalite kontrol ve kalite güvence faaliyetleri içerisinde de duyusal analizden faydalanıyoruz. Ürünlerin piyasadaki diğer ürünlerle karşılaştırılması ve farklılıkların tespit edilmesi noktasında da duyusal analizden faydalanıyoruz. Kalite sıralanması, ürünlerin görünüş, koku, aroma, tat, koku özelliklerine göre değerlendirerek ürünlerin sıralamasının yapılmasına da olanak sağlıyor.”