Gündem yuvarlaktır

Evet aynı dünya gibi. Dönüp dönüp aynı şeyleri konuşmamız da bu yüzdendir. Kanıtlayabilirim.

Mesela gündemin yuvarlak olmasını nereden mi anlıyorum? Bazımıza dik gelen yakıcı güneş ışınları bazımıza eğik geliyor. Ama bu da zamana göre değişiyor.

Dolayısıyla kim topun ağzında olacak, kim bu yakan güneşten nasibini yarın alacak aslında biliyoruz. Ayrıca sıcaklık her yerde aynı değil. Mesela memleketten az uzaklaşın. İlla mesafe olarak uzaklaşmanıza gerek yok elbette. Gündem perhizine girin mesela. Hiçbir şey kaybetmezsiniz. Her gün duymaya çalıştıklarınız koca bir balon olarak kalır. Nedendir bu bizi yakan şeyin üstüne bile bile koşmamız?

Sonra gündemin yarısı karanlık, yarısı aydınlık oluyor hep. Bir grup insan aktan bahsederken diğerleri karadan bahsediyor. Ve hatta bu ak ve kara karşıtlığı belki de gündemin belkemiğini oluşturuyor. İnsanlar çatışmadan duramıyor.

Bir gündemin gelişi bazen bir ufuk çizgisinde geminin belirmesine benziyor. Sanki derinden bir gölge gibi. Üzerinde çalışılmış, belirlenmiş gibi. Hani sanki neredeyse neyin ne zaman gündem olacağı üzerine bir çalışma yapılmış gibi. Bundandır ki tam tartışacağız belki, olmaz ya hani, tam konuşacağız birden hop bir konu beliriveriyor derinliklerden.

Mesela gündemde ne kadar yükseğe çıkarsanız o kadar uzağı görebilirsiniz. Aslında daha uzakları görebilmek için, başka hayatların var olduğunu anlayabilmek için yükseklere çıkmanız, herkese biraz uzaktan bakacak mesafede durabilmeniz ve sizden başkalarını da görebilmeniz gerekir. Bunu yaparsanız eminim başka gündemler de olduğunu anlayabilirsiniz. Ne kadar uzaktan bakarsanız o kadar fazla çeşitlilik görürsünüz çünkü. Bu başlangıç aşaması için önerim çünkü ileri düzeyde artık beklentimiz burnunuzun ucundaki çeşitliliği de görebilmeniz olacaktır.

Gündem yuvarlak olduğu ve kendi ekseninde döndüğü içindir ki, Türkiye’de en capcanlı, en hareketli anın yaşandığı sırada uzak diyarlarda başkaları uykudadır. Çok ilgilenip üzerine konuştuğunuz, saatlerce tartıştığınız gündem maddesinin sizden uzak hissedenlerde esamesi okunmaz. Onlar çoktan uyumuştur. Ya da sizin gündeminize sıkı sıkıya gözlerini kapatmışlardır, görmemek için sizi. Uyanmamak için gündeminize.

Ahmet abi öldü mü?

Ahmet abi ölmüş. Hani üst katta ailesiyle yaşayan Ahmet abi. Ateş edilmiş arabanın birinden, yoldan geçiyormuş o sırada, güpegündüz, kurşun ona isabet etmiş. Oracıkta ölmüş. Herkes üzgün. Ahmet abiyi tanımıyormuş gibi yapamam, o bizim üst kata oturan Ahmet abi. Onu tanımayarak ona ihanet edemem. Zaten herkes tersini söylemiyor mu? Tanıyorsun sen onu diyorlar. Hani diyorlar sana hep şakalar yapardı. Hani diyorlar yeşil gözlü olan.  Sonra ah! diyorlar, gitti dağ gibi çocuk. Ölmüş Ahmet abi. Ölümünden sonra bildiğim o eski arabalarının bir daha hiç değişmediği. Hep aynı araba parktaki aynı yerde durarak öylece çürüyor. Kimse dışarı çıkmıyor artık. Oysa her gün birileri iner, siler, parlatırdı bu zeytin yeşili arabayı. Ama bunu yapan Ahmet abi miydi? Bilmiyorum. Öylece duruyor araba parkta. Oyun oynayacağım zaman örtümü o arabadan tarafa seremiyorum artık. Arabanın hayaletleri var gibi. Annesi delirmiş diyorlar. Kimselerle konuşmuyormuş. Tam üst katımızda oturuyorlarsa azıcık korkacağım. Ama galiba 2 kat üstümüzdeler. Nasıl delirmiş acaba? Ne yapmış delirip hiç anlamıyorum. Babası herkese küsmüş, iyiden iyiye huysuz ve sinirli olmuş. Eskiden çok az gördüğüm anne ve babasını bir daha hiç görmedim ki, bilmiyorum. Abisi varmış Ahmet abinin. Mustafa abi, kardeşi Ahmet’in arkadaşlarıyla gidip oturduğu bankın oraya gidiyormuş her gece. Bankın arkasındaki duvara “Gazozcu Ahmet” yazmış arkadaşları. Aklımda sürekli gazoz içen biri var. Portakallı, limonlu, sade ama hep gazoz içiyor.  İşte bu yazıya karşı park ediyormuş arabasını ve açıyormuş farlarını. Ahmet yazısı büyüyor zihnimde, parlaklaşıyor, farlar Ahmet’e dönüyor. Ahmet abiyi hiç tanımıyorum ama o olaydan sonra onu hep tanımış gibi yapmaya karar veriyorum. Kabul görme arzusu mu bu? Bunu bilmiyorum ama bildiğim insan başkalarına bakarak, taklit ederek öğreniyor.

Ahmet abi’yi tanımadığımı söyleyemediğimde 7-8 yaşlarında olmalıyım. Bu sahne, bu hikaye, zihnime çengelli iğneyle tutturulmuş gibi gezdim hayatım boyunca. Oysa Ahmet abiyi unuttum. Belki hiç tanımadığımdan belki onu tanısam da unutacaktım. O Ahmet abi kaldı ama ben onun öldüğü yaşı geçeli bile onun yaşından uzun oldu. Ama üst kat komuşularımızın gündemi hiç değişmedi ona eminim. Çünkü yüzer gezer gündemler gelip geçiyor da gerçek gündeminiz sizi yerinize mıhlayıveriyor.

Hepimizin söyleyebildiği ve söyleyemedikleriyle dolu bir bavulu var. Bazımız daha cesur, kendini ateşlere atıveriyor. Bazımız ağır ama dikkatli adımlar atmak istiyor. Bazısına varacağı yer önemli, bazısına gideceği yol. Ne cesur, ne korkak diye yaftalanmaya imkan vermemeli bana kalırsa. Gitmek isteyip gidemediğim yollar ve söylemek isteyip söyleyemediğim binlerce kelime her an her konu için değişiyor aslında. Birisi kolayca ağlayamıyor. Birisi çok ağlıyor ama anlatamıyor. Kimi sevgisini anlatabiliyor daha çok, kimi öfkesini. Ama diyorum ya gündem yuvarlak. Hepimizin yapıp yapamadığı şeyler o anın getirdiklerine ve gerektirdiklerine göre değişiveriyor.

Sizin bavulunuzda neler var?

Dedim ya ben Ahmet abiyi tanımadığımı hiç söyleyemedim. Hiç okumadığım bir edebiyat klasiğini ya da hiç izlemediğim bir sinema filmini daha kolay anlatabildim oysa. Ama bence orada da masum değilimdir.  “Nasıl olsa daha ona sıra gelmediğini düşünmüşlerdir” izlenimime güvenmişimdir.

Hepimizin söyleyebildiği ve söyleyemedikleriyle dolu bir bavulu var. Bazımız daha cesur, kendini ateşlere atıveriyor. Bazımız ağır ama dikkatli adımlar atmak istiyor. Bazısına varacağı yer önemli, bazısına gideceği yol. Ne cesur, ne korkak diye yaftalanmaya imkan vermemeli bana kalırsa. Gitmek isteyip gidemediğim yollar ve söylemek isteyip söyleyemediğim binlerce kelime her an her konu için değişiyor aslında. Birisi kolayca ağlayamıyor. Birisi çok ağlıyor ama anlatamıyor. Kimi sevgisini anlatabiliyor daha çok, kimi öfkesini. Ama diyorum ya gündem yuvarlak. Hepimizin yapıp yapamadığı şeyler o anın getirdiklerine ve gerektirdiklerine göre değişiveriyor.

Edvard Munch’un çok sevdiğim resimlerinden biri “Ayrılık” resmidir. Uzatmalı sevgilisi Tula ile bir ayrılıp bir barışır ve onlarca resminde bu aşkın hikayesini muhteşem anlatır Munch. Bu resme bir bakın. Bembeyaz, musmutlu bir kadın. Ayrılıktan sonra önünde açılan yol. Ama Munch’e bakın, yeşil bir surat; omuzlar çökmüş. Köşeye sıkışan Edvard ve uçuşan eteklerini savura savura giden Tula. Ama birbirini ölesiye seven bir çiftin ayrılığı ikisinden birine acı vermemiş olabilir mi? Hikaye öznesine göre şekilleniyor. Hikaye yüklemine göre şekilleniyor. Munch kendi hikayesini harika resmedebiliyor diye Tula’nınkine yüz çeviremem.

Herkesin anıları hikayeler örmüyor. Belki bazısının zihninin içinde dolanıp duran kelimeleri var ama onları asla yazıya dökmüyor. Bazısı anıları hikayeye çevirebileceğini bile bilmiyor. Ama bildiğim ve gördüğüm şey bu gündem “belası” herkesin içindeki kötüyü kaşıyor.

İnsan çocukluğuyla barışıyor, küsüyor ama kendi çocukluğun en değerli hazinen oluyor sonunda. Çocuklukta yerleşen imgeleri sorgulamakla geçiyor kimimizin hayatı. Kimimiz o dönemin hikayelerini anlatıp duruyoruz. Hikayelerin dilden dile geçmesini, geçerken büyümesini, değişmesini istiyoruz. Aynı hikayeden onlarca farklı hikaye türetiyoruz böylece. Şimdi uzak bir ülkede, yeni bir dili anlamaya çalışırken, hangi davranışın kabul görüp hangisinin görmediğini düşe kalka denerken tekrar çocuk oluyorum işte. Kelimeleri anlamlarıyla düşünemediğim için birbirine karıştırıyorum. Başkalarının ne yaptığına bakıyorum, böylece aynısını yapabilirim. Çünkü uzun yıllar sonra kendimi anlatmak için dilden fazlasına ihtiyacım var. Berger görmenin konuşmadan önce geldiğini söylemişti ya hani. Çocuk gözlerle bakmadan, yeni bir dilde, yeni bir yerde 2 yaşından başlamadan bunu pratik olarak hayatımda anlamak çok imkanlı değildi.

Oysa şimdi sosyal medyadaki tartışmaları, sataşmaları gördüğümde keşke bildiğim dili de unutsam diyorum. Herkes yeni bir dile başlasa tekrar hayata çocuk gözlerle bakılır mı? Emin olsam kesinlikle önereceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aslı Kotaman Arşivi