Gelecek ve Saadet'ten Büyük Filistin Mitingi eleştirisi: İktidar miting yapmaz, atılması gereken adımları atar

Gelecek ve Saadet'ten Büyük Filistin Mitingi eleştirisi: İktidar miting yapmaz, atılması gereken adımları atar
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ve Gelecek Partisi Ahmet Davutoğlu, Saadet Partisi ortak grup toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu.İktidarın 29 Ekim'den bir gün önce 28 Ekim'de İstanbul'da düzenleyeceği...

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ve Gelecek Partisi Ahmet Davutoğlu, Saadet Partisi ortak grup toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu.

İktidarın 29 Ekim'den bir gün önce 28 Ekim'de İstanbul'da düzenleyeceği "Büyük Filistin Mitingi"ni eleştiren Saadet Partisi lideri Karamollaoğlu, "İktidar miting yapmaz, atılması gereken  adımları tek tek atar, atması gerekir" diyerek madde madde önerileri saydı. Gelecek Partisi lideri Davutoğlu ise, "İktidar miting yapmaz. Hem de Cumhuriyet'in 100. yılından bir gün önce. Tamam toplumsal duyarlılık oluşturmak isteyebilirsiniz, peki haftalardır neredeydiniz?" ifadesiyle tepki gösterdi.

Karamollaoğlu'nun satırbaşları şöyle:

Maalesef 2023 yılında ve tüm dünyanın gözü önünde günlerdir bir soykırım uygulanıyor. Üç çeyrek asırdır bir ülke adım adım işgal edildi; herkes seyretti ve hala seyrediyor!

İnsanları katlettiler, kimseden ses çıkmadı! Emzikli bebekleri, kundaktaki çocukları, hamile kadınları tonlarca kiloluk bombalarla öldürdüler ve yine kimseden ses çıkmadı!

Tüm bunlar yetmedi, hastaneleri, ibadethaneleri, ambulansları bombaladılar; birkaç cılız sesten başka yine kimseden çıt çıkmadı! Sadece şu 18 günde binlerce kardeşimiz şehit oldu; Müslüman ülkelerinin liderleri de sadece kınadı, hatta bir kısmı onu bile yapamadı!

"İsrail ve suç ortağı ABD daha ne yapmalı ki İslam alemi uyansın?"

Gerçekten merak ediyoruz; daha ne olması gerekiyor? Hep birlikte ayağa kalkmak için başımıza daha ne gelmesi lazım?

İsrail ve suç ortağı ABD daha ne yapmalı ki İslam alemi uyansın?

Irak ve Afganistan’da sustunuz, ABD durdu mu? Tunus ve Libya’da sustunuz, ABD durdu mu?

Suriye’de hepiniz seyrettiniz, ABD durdu mu? Filistin meselesinde 75 yıldır susuluyor, İsrail ve hamisi ABD bir tek geri adım attı mı?

Adına BOP denilen Büyük İsrail Projesi uğruna dünyayı ateşe veriyorlar, ne zaman farkına varacaksınız?

Önceliği demokrasi olanlara soruyorum, ne oldu sizin demokrasi söylemlerinize?

Önceliği insan hakları olanlara soruyorum, ne olacak Filistinlilerin hakları?

“Barış istiyoruz” diyenlere sesleniyorum, İsrail’e dur denilmedikçe ve İsrail katliamlarından vazgeçmedikçe kalıcı bir barış mümkün mü?

“Önceliğim İslami değerlerdir” diyenlere sesleniyorum, susarak ve sadece kınayarak daha ne kadar bu vebale ortak olacaksınız?

"ABD bu suça her şeyiyle ortaktır"

Muhterem arkadaşlar, değerli milletvekilleri; ABD’nin, haksız davasında ve katliamlarda İsrail’e verdiği desteği, bizler haklı davalarında Filistinli kardeşlerimize vermeyeceksek vay bizim halimize!

ABD, savaş gemilerini gönderdi, tırlarla, uçaklarla silahlar gönderdi, milyarlarca dolar para gönderdi, yetmedi Dışişleri Bakanını gönderdi, o da yetmedi ABD başkanı Biden atladı geldi!

Bununla da sınırlı değil, bu çevreler ABD’de ve dünyanın her yerinde algı üretip, kamuoyu desteği vermeye çalışıyorlar.

Hatta bu meseleye dair farklı yaklaşımlar taşıyan ve ABD’nin ileri gelen gazetelerinde yazanları ya işten çıkardılar ya da geri plana çektiler.

Aynı zamanda Filistin’de yaptıkları insanlık dışı işler, dünya kamuoyunda yer bulmasın diye ağır bir sansür de uyguluyorlar.

Askeriyle, tankıyla, uçağıyla, gemisiyle verdiği destek yetmemiş gibi, bir de tüm medya imkanlarını İsrail’in hizmetine adeta seferber ettiler.

Yani her şeyleriyle bu meselenin içindeler ve alenen bu suça ortak olduklarını ilan etmekten de hiç çekinmiyorlar!

"ABD'nin kısa tarihi katliamlar, işgaller ve soykırımlarla doludur"

ABD, işte budur! Biz ABD’yi sadece bugün Müslümanlara karşı tutumundan değil, dünden bugüne gerçekleştirdiği katliamlardan da biliriz.

ABD'nin kısa tarihi katliamlar, işgaller ve soykırımlarla doludur. Kızılderililerin ve Afrikalı kölelerin kanı üstüne kurulan ABD, akıttığı kan ve gözyaşı ile beslendikçe obezleşmiş, obezleştikçe hep daha fazla kan akıtmıştır!

Savaş bittiği halde atom bombasını Japonların üzerinde denemekten hiç çekinmeyen de ABD’dir!

Vietnam’da My Lai katliamını gerçekleştiren yine ABD’dir.

Sürekli olarak ülkelerin iç işlerine karışan, işbirlikçilerini yönetime getirmek uğruna darbeleri finanse eden, altyapısını hazırlayan, iç savaşa sürükleyen hep ABD olmuştur.

11 Eylül’ü bahane ederek, daha doğrusu 11 Eylül tezgahını hazırlayarak Afganistan ve Irak’ı tarumar eden yine bunlar değil mi?

“Kimyasal silah kullanmakta tereddüt etmeyen”, “insan haklarını sürekli ihlal eden.” “barış ve demokrasi getireceğiz.” teranesiyle bölgemize gelip, çeyrek asırdır hem bölgemizi hem de bütün dünyayı daha güvensiz bir hale getiren bunlar değil mi.

"Ortak noktaları sinsi siyonizm, ırkçı emperyalizm ve vahşi kapitalizmdir"

Muhterem kardeşlerim; Bush gitti, Obama geldi,  Obama gitti Trump geldi, o da gitti Biden geldi.

Ne değişti? Hiçbir şey! ABD yönetimine kim gelirse gelsin, değişen hiçbir şey olmadı, olmaz, olamaz!

Amerika’nın sözde “Cumhuriyetçileri” neyse, sözde “Demokratları” da odur!

Ülkelerinin asıl vatandaşlarına  yani yerlilere ve bilahare Afrika’dan getirdikleri zencilere yaptıkları muamele ortadadır!

Bugün bile bu böyledir; bunlar için varsa yoksa küçük bir azınlığın çıkarları! Her daim öncelikleri bu olmuştur.

Bunların hepsinin ortak noktası sinsi Siyonizm, ırkçı emperyalizm ve vahşi kapitalizmdir!

O nedenle de “dostum” hitabı ile başlayan cümlelere muhatap olacak kişiler asla değildirler.

Kim ki ABD’yi kendine dost görmüşse; başka düşmana ihtiyacı yoktur!

Kim ki ABD’yi müttefik kabul etmişse, bilsin ki başı mutlaka belaya girecektir.

Bunun içindir ki kim ABD yönetimi ile insan haklarını, demokrasiyi, barışı aynı cümle içerisinde kullanma yanlışına düşmüşse, derhal bu yanlışından dönmelidir.

"Bütün kaynaklarını seferber ettiler"

Bakın İsrail, kiliseyi dahi bombaladı; bunlar yine İsrail’e sahip çıkmaya devam ediyorlar.

Çünkü bunların hiçbir kutsalı yoktur! Kendi çıkarları için yapamayacakları hiçbir alçaklık yoktur!

Hastaneyi bombalayıp, sonra da çıkıp “Filistinliler kendilerini mağdur göstermek için yapmış olabilirler” diye algı üretmeye çalışacak kadar şerefsizce hareket edebiliyorlar!

Tüm dünyanın gözünün içine baka baka yalan söylemekten hiç ama hiç utanmıyorlar!

Bunları şunun için anlatıyorum sizlere; işte biz bugün bu denli adilik ve gözü dönmüşlükle karşı karşıyayız.

Öyle basit cümlelerle, küçük yardımlarla, bilindik kınama cümleleriyle geçiştirilecek bir noktada değiliz.

Tüm imkanlarıyla bölgemizdeler, bütün kaynaklarını seferber ettiler; açık söylüyorum adeta tutuştular!

Bu hazırlık, bu seferberlik hali; sadece Filistinlilere karşı değildir! Bunu görmemek için kör olmak lazım! Dünyanın her yerinde vicdan ve feraset sahibi insanlar bu gerçeği görüyor, biliyor.

"İsrail, İslam ülkelerinin sessizliğinden güç almaktadır"

Onlarca farklı ülkede, yüz binlerce insan ABD ve İsrail karşıtı gösteriler yapmak için sokaklara döküldü.

Muhalefet partileri kendi ülkelerindeki iktidarlara çağrı üzerine çağrı yapıyor.

Farklı dinlerden, farklı mezheplerden, inançlardan, siyasi görüşlerden insanlar ve STK’lar yardım götürebilmek için çırpınıyor.

Ama ne yazık ki icra makamında olanlar, bu gayretlerin binde birini bile göstermiyor.

Türkiye, bu konuda artık öncü ülke olmalıdır. Üzülerek ifade ediyorum ki, çok geç ve pasif kalındı.

Zira İsrail, az evvel tek tek zikrettiğim haliyle ABD’nin bu desteğinden çok, İslam ülkelerinin sessizliğinden güç almaktadır.

ABD’nin “anormal” desteğinden ziyade, İslam ülkelerinin “normalleşme” çağrıları ve adımlarından memnuniyet duymaktadırlar.

İnanıyorum ki Netanyahu, Biden’ın ve diğer Avrupa ülkelerinin liderlerinin İsrail’e gelmesinden ziyade, hâlâ İslam ülkelerinden hiçbir liderin Filistin’e gitmemiş olmasından büyük keyif duymaktadır.

"Bu kuşatmayı yarmak hepimizin boynunun borcudur"

Muhterem arkadaşlar; buradan bir kez daha çağrıda bulunuyorum: Etrafımız adım adım kuşatılıyor. Bugün Kudüs’e sahip çıkmak demek, Ankara’ya sahip çıkmak demektir. Bugün İsrail ve ABD’ye engel olmak, yarın ülkemize düşebilecek ateşi bugünden söndürmek demektir. Bu koşullarda “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” ve işte o satıh bugün Filistin topraklarıdır! Dün yamyamlar gibi İstanbul’u, Çanakkale’yi kuşatanlar, bugün de Gazze’yi kuşatmışlardır.

Bu kuşatmayı yarmak hepimizin boynunun borcudur! Herkesi artık bu sorumluluklarımızı kuşanmaya davet ediyorum. 2018’de benzer bir durum yaşanmış ve iktidar o zaman yine bir miting yapma kararı almıştı. Söylemiştim, bir kez daha söylüyorum; iktidar miting yapmaz, icraat yapar! Biden, İsrail’e destek mitingi mi yapıyor ki, siz Kudüs’e destek mitingi yapacaksınız?

Acil eylem planı

Adamlar uçaklarını, gemilerini gönderirken; siz sadece selam mı göndereceksiniz? Adamlar ilk günden itibaren seferber olmuşken; siz 16 gün sonra miting kararı alıp, 3 hafta sonra da miting mi yapacaksınız! Kaybedilen her bir saniyede daha kaç çocuk katledilecek, hiç düşünüyor musunuz? Bebekler bombalar altında can verirken; bu kararı almak acizliktir daha da ötesi katliama ortak olmaktır. Bu, sadece içeride algı oluşturmaktan başka ne işe yarar? Daha önce Acil Eylem Planı olarak 16 maddelik bir yol haritası izlenmesi gerektiğini ifade etmiştim, buradan bir kez daha çağrıda bulunuyorum: İktidar miting yapmaz, atılması gereken  adımları tek tek atar, atması gerekir:

1.İslam İşbirliği Teşkilatı, bir an önce sürece gerektiği şekilde müdahil olmalı ve zulmü durdurmak için inisiyatif almalıdır. Bu toplantılar kınama değil icraat toplantıları olmalıdır. Bunun insiyatifini Türki’ye yapmalıdır.

2.D-8 Ülkeleri ve Türk Devletler Teşkilatı acilen toplanmalı; İsrail’e karşı güçlü ve caydırıcı yaptırımlar derhal karara bağlanmalıdır.

3.İslam ülkeleri, İsrail’de bulunan diplomatik temsilciliklerinin faaliyetlerini tamamen durdurmalıdır.

4.Türkiye ve diğer tüm İslam ülkeleri İsrail ile ikili anlaşmalarını, “normalleşme” süreçlerini ve karşılıklı ziyaret programlarını derhal iptal etmelidir.

5.İslam ülkeleri, İsrail'e destek veren Batı ülkelerine petrol gönderimini yavaşlatmayı gündemlerine almalı ve gerektiğinde petrol sevkiyatını durdurmalıdır.

6.Türkiye, özellikle Filistin’e ait enerji kaynakları üzerinde İsrail ile yapılan anlaşmalara derhal son vermelidir.

7.Öncelikle çocuklar ve kadınlar olmak üzere, sivillerin can güvenliği mutlaka sağlanmalı, hastane, yetimhane, okul, ibadet yerleri gibi alanlar acilen koruma altına alınmalıdır.

8.İsrail, Filistin topraklarına ve Filistinlilere yönelik silahlı eylemlerini durdurmadıkça, İsrail ile siyasi, ticari ve sosyo-kültürel bütün ilişki ve etkinlikler sona erdirilmelidir.

9.TBMM’de bir heyet oluşturularak, teknik bir ekiple birlikte, Gazze’de bombalanan hastane ziyaret edilmeli ve oradaki durum hakkında kamuoyu bilgilendirilmelidir.

10.İnsani yardımlar için acilen Mısır Refah sınır kapısında bir koridor açılmalıdır.

11. Ülkemiz ve bölgemiz açısından büyük bir tehdit oluşturan ABD ve İngiltere, İsrail’in haksız işgaline destek vermek üzere Gazze açıklarında konuşlanmış olan deniz ve hava kuvvetleri unsurlarını bölgeden derhal çekmeli; bunun için kararlı ve dirayetli bir duruş sergilenmelidir.

12. BM nezdinde İsrail’in haksız, hukuksuz işgal girişimine karşı gerekli kararların alınması için diplomatik girişimler acilen başlatılmalıdır.

13.İsrail’in mevcut siyasi ve askeri karar verici kurumlarının, makamlarının, kişilerin tamamı hakkında Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesinde yargılanma süreci için girişimler başlatılmalıdır.

14.Ayrıca İsrail hakkında “soykırım suçu” temalı yargılama sürecine de başlanılmalıdır.

15.Gazze’ye yönelik büyük bir insani yardım kampanyası organize edilmeli; Gazze’nin yeniden imarı için çalışmalar da süratle gündeme alınmalıdır.

Buradan iktidara sesleniyorum. Miting yapmak yerine bunlardan sadece bir tanesini dahi yapmış olsanız, emin olun çok daha büyük bir iş başarmış olursunuz. Bu vesileyle, şehit olan Filistinli kardeşlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Saadet-Gelecek Grubu olarak, elimizden gelen her ne varsa tüm gayretimizle seferber etmeye devam edeceğimizin altını bir kez daha çiziyorum. Sözlerimin sonunda, dünden bugüne Filistin davamıza büyük bir hassasiyetle sahip çıkan Anadolu Gençlik Derneğimize, ve bütün sivil toplum örgütlerimize bu süreçte de aynı hassasiyeti gösterdikleri için teşekkür ediyorum. Özellikle 18 gündür çeşitli eylemlerle bu meseleyi gündemde tutan genç kardeşlerime, çağrılarımıza kulak vererek katılan farklı kesimlerden vatandaşlarımıza ve en azından söylemleriyle de olsa destek veren herkese de teşekkür etmeyi de bir borç biliyorum.

Ve herkes bilmelidir ki; Zalimin zulmü karşısında herkes sussa da biz susmayız ve asla susmayacağız. Gerçekte ne olup bittiğini herkes görmezden gelse de biz hakikati haykırmaya devam edeceğiz.

Davutoğlu'nun satırbaşları ise şöyle:

Bu hafta hem bir onur, hem bir hüzün haftası. Onur haftası, çünkü Cumhuriyet’imizin 100. yılını kutlayacağız, herhangi bir yıl değil, 100. yıl. 100 yıllık bir geçmişi hep beraber muhasebe etme dönemindeyiz. Hüzün haftası, çünkü hala Filistin’de, Gazze’de her hanede yanan bir yangın var.

Değerli arkadaşlar; önce Cumhuriyet’imizden başlayalım ve gerçekten iktidara seslenerek, Türkiye’nin bütün sivil toplum kuruluşlarına seslenerek bir eksiği vurgulamakta fayda görüyorum. Eğer bir devlet yüzüncü yılına ulaşmışsa, o devletin bütün organlarının, kurumlarının, hükümetin, muhalefetin, sivil toplum kuruluşlarının bu yüzyılla ilgili kapsamlı bir etkinlik yapması şart. Dünyanın neresine giderseniz gidin, böyle yıldönümleri devletlerin, milletlerin kendi geçmişlerini yeniden anlama ve kendi geleceklerini yeniden inşa etme fırsatları olarak görülür. Cumhuriyet’in 50. yılı ilan edildiğinde 14 yaşında bir lise öğrencisiydim, marşlar bestelendi, nice çalışmalar yapıldı hatırlıyorum. Cumhuriyet’in 75. yılında bir üniversite öğretim üyesiydim, yazılar yazdık 75 yılın muhasebesi üzerine. Bakın 4 gün sonra Cumhuriyet’imizin 100. yılı ve iktidarın herhangi bir hazırlığı yok arkadaşlar. Hiçbir yerde Cumhuriyet’imizin 100. yılıyla ilgili herhangi bir çalışma yok. Neydi Cumhuriyet’in anlamı, nasıl bir savaştan sonra Cumhuriyet’i kurduk ve 100 yıl içinde neler yaptık, neleri eksik bıraktık diye herhangi bir tartışma görmüyorsunuz. İktidarın propaganda makinası Türkiye’nin gündemini belirlemeye çalışırken, gündemde yüzyılın muhasebesi yok, Türkiye yüzyılı diye biraz sonra üzerinde duracağım bazı kavramlar üzerinden bir hayal üretme çabası var. Gerçek, Türkiye’nin yüzüncü yılında maalesef hiçbir hazırlığın olmaması. Yetkili makamda olsaydık ne yapardık? 1 sene öncesinden Türkiye’nin yüzüncü yıl komitesini kurar, bütün kurumlara, akademik kuruluşlara, düşünce kuruluşlarına bu yüzyılın muhasebesini yapın diye çalışmalar, kaynaklar aktarırdık. Toplumun her kesimine, her etnik ve mezhebi grubuna Cumhuriyet bilincini vermek için sosyal birlik mesajları verirdik. Siyasileri bir araya getirir, biz bu ülkenin sahipleriyiz, bugün birimiz iktidar, yarın birimiz muhalefet olabiliriz, ama bu ülkenin vatandaşlarıyız diye bir milli birlik, siyasal birlik mesajı verirdik. Dünyada, dünyanın her yerinde Cumhuriyet’imizin ne anlama geldiğini anlatırdık.

Değerli arkadaşlar; tam da Gazze’de hüzün döneminde Cumhuriyet’in kuruluşunu hatırlamakta fayda var. Neden? İstiklal Savaşı sadece Anadolu’da yenilmiş bir ordunun geride kalan çok sınırlı silahlara, imkânlara sahip Anadolu insanlarının mücadelesi değildi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün daha ilk aşamada bütün verdiği mesajlara bakın, istiklal ordularının yürüyüşü esnasında bütün mazlum milletlerin duyduğu heyecana bakın… İstiklal Savaşı, Türklerin,  Anadolu insanlarının savaşı değil, emperyalizme, sömürgeciliğe karşı mazlumların baş kaldırışıydı. Hindistan’da Hint bölgesinde Müslümanlar düğündeki alyans yüzüklerini bile Anadolu’ya gönderirken, bu bizim istiklal savaşımız diye gönderiyorlardı. Bugün Türkiye’yi içine kapatmak isteyenler, Cumhuriyetçilik adına Gazze’de ne oluyor, biz ne karışalım, bizi ne ilgilendirir diye soranlara söylüyorum; istiklal orduları İzmir’e doğru yürürken bütün bir doğu ayağa kalkmıştı ve bu İslam’ın son ordusudur diye selamlamışlardı ve Cumhuriyet’imiz kurulurken de doğunun ilk Cumhuriyet’i olarak kuruldu. Milli irade kavramının Türkiye’de yerleşmesinin İslam ülkelerinde ve doğuda bir milli irade bilinci oluşturacağının farkındaydılar. Muhammed İkbal’e bakın doğudan haykıran sese ve bütün bir İslam dünyasının bir orduya dua edişine bakın.

Cumhuriyet’imi boşlukta doğan ve Osmanlıya alternatif olarak çıkmış, geçmişi reddeden bir yeni dönem olarak algılayanlara sesleniyorum; Cumhuriyet’in bütün komutanları başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere, Osmanlı paşalarıydı. Aynen Osmanlı Devletini kuranların çoğunun Selçuklu döneminde yetişmiş veya Selçuklu döneminin mirasından faydalanmış olması gibi. Tarih bir bütündür, tarihi bölemezsiniz, tarihi karşılıklar üzerinden inşa edemezsiniz. Şimdi tam da vaktiydi, Cumhuriyet’imizin gelecek yüzyılı ancak geçmiş yüzyılını anlayarak inşa edebilirdik. Ne yaptı Hükümet? Hiçbir faaliyet yapmadı, sırdan bir yıldönümünün normal etkinliklerini dahi yapmadılar. Ne yapmak istiyorlar, hafızasını kaybetmiş bir milletin geleceğini kuramayacağının farkında değiller mi? Evet birileri Cumhuriyet öncesi geçmişi hafızalardan silmeye çalışırken, diğerleri de maalesef bütün bu sürekliliği yok etmeye çalışıyorlar. 12. Kalkınma Planı açıklandı Cumhuriyet’in yüzüncü yılında, bakın arkadaşlar 2053 hedefini koydu, ya 2023’le ilgili hedefler nerede? 2014-2018 arası 10. Kalkınma Planı, Türkiye için 2 trilyon dolarlık hedef öngörüyordu 2023’te, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine, hani büyük devrim, Türkiye’de istikrar getirecek dedikleri Hükümet sistemine geçtikten sonra 2019’daki 11. Kalkınma Planı, 1,1 trilyon biçti Cumhuriyet’in yüzüncü yılına, geldiğimizde ise 800 milyar doları bulamayan bir şey. Şimdi de 12. Planda 2 trilyon 874 milyar hedef koydular, yani 2012-2013 yılında 2023 için konan hedef 2 trilyon, şimdi 2,8 trilyon. Az gittik uz gittik, bir arpa boyu yol gittik denir bu işe. Nerede, niye bu kayıp yıllar? Bu yılların kayıp olmasının sebebi, kurumların yok edildiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin ta kendisidir. Milli gelirimiz 25 bin dolar olacaktı, hepimiz heyecanla çalışıyorduk o zaman ve ona yaklaşmıştık. 2016’da 12 bin dolar seviyesine ulaşmıştık, reformlarla buraya gelebilirdik, ama 10. Kalkınma Planında 11 bin 400 dolara geriledi bu, Orta Vadeli Programda 11 bin dolara. Şimdi tekrar 2028’de 17 bin dolar konuyor bakın, 2012’de Türkiye’nin yüzüncü yılı için konan hedef 25 bin dolar, şimdi 2028 için 17 bin dolar. Arkadaşlar, bu iflasın ta kendisidir, bu Türkiye yüzyılı falan değil. Geçmişte ulaşılan düzeylere gelmek için dahi bir 10 yıl daha beklemek gerektiğini ilan eden bir plandır.

Şimdi gelelim buradan Cumhuriyet’imizin felsefesine, tekrar söylüyorum, bir Cumhuriyet çocuğu olarak söylüyorum, Osmanlı mirasını özümsemiş, tarih bilincine sahip olan bir aydın olarak söylüyorum, Anadolu erenlerinin 12’nci, 13’üncü yüzyılda kurduğu Hazreti Mevlana’dan Ahi Evran’a kadar o kültürün sahibi olarak söylüyorum; arkadaşlar, Anadolu toprakları hapsedilen insanların toprakları değildir. Anadolu topraklarında oturanlar ya iddialı olurlar ve büyük güç olurlar ya da sömürgeleştirilirler, yabancı baskılar, yabancı işgallerle karşılaşırlar. İşte sınav günü diye şu soru bana sorulmuş olsaydı: Siz de yüzyıl sonra mazlumların Cumhuriyeti olarak doğan Türkiye Cumhuriyet’inin gelecekteki hedefi nedir diye sorsaydınız şunu derdim, bütün dünya mazlumlarına adalet örneği olacak bir devlet sistemi ve onları himaye edecek kadar güçlü bir devlet. Peki, var mı böyle bir devlet? Bizim hedefimiz, bizim ideallerimiz buydu.

Şimdi gelelim Gazze sorununa bu bağlamda, eğer biz gerçekten bu geçmiş yüzyılı özellikle de son yılları doğru dürüst değerlendirmiş olsaydık, iktidar şahsi ikballeri için Cumhuriyet’in getirdiği bütün birikim üzerinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi diye bir ucube kurmamış olsaydı, bugün farklı bir yerde olurduk. Biraz önce Sayın Karamollaoğlu çok çarpıcı bir şekilde ifade etti, ben de tekrar ona geleceğim.

Gazze olayları bir sınavdı arkadaşlar, iktidar için bir sınav. Antiemperyalist olduklarını söyleyip de şimdi İsrail’in yanında duranlar için bir sınav, herkes için bir sınavdı.

Bir grup bakınız ne dedi? Olay nedir aslında biliyor musunuz? Çok basit bir Anadolu denklemiyle anlatayım; komşunuzda yangın var 2 ev ötede ve binalar ahşap, o yangının size geleceği belli. Bir grup diyor ki, ya bana ne bu yangından, bırakalım yansın komşunun evi. Zaten o komşu da geçmişte bizi ihanet etmişti, arkamızdan vurmuştu, bırakın yansınlar ya. Günlerdir şahsen bana da, Sayın Karamollaoğlu’na da ve bizim savunduğumuz çizgiye hakaret ederek saldıranlar bu güruhtan, onlara geleceğim, onlara söylenecek çok sözümüz var.

Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden gittiğini söyleyenlere, ama bugün İsrail yanında duranlara söylenecek çok sözümüz var. Bilinsinler ki, istiklal orduları mazlumların ordularıydı.

1931 yılında İtalya’nın Habeşistan’daki faaliyetlerine karşı oraya giden Türk subaylar ne yapıyordu sanıyorsunuz, ne yapıyordu? Sakarya Savaşı esnasında Afganistan’da sömürgeciliğe karşı kardeşlerimiz ayağa kalktığında Gazi Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak’a çok net bir telgraf çekmişti, en nitelikli komutalarınızı seçin ve Afgan ordusunu eğitmek üzere Afganistan’a gönderin. Bizim tek bir askere dahi ihtiyacımız olduğu dönemde söyleniyordu bunlar. Çünkü o dönemin aydınları da bizler de biliyoruz ki Anadolu toprakları bir lokomotiftir, bir işaret fişeğidir, arkasında bir dünyayı barındıran bir buzdağının sadece görünen yüzüdür Anadolu, ilgisiz kalamayız.

İktidar ne yaptı? İktidar, açık söyleyeyim, dışarı verdiği mesajlarla önce itidal tavsiye etti. Katille o sırada öldürülmekte olan maktule itidal tavsiye ettiğinizde ve başka hiçbir iş yapmadığınızda, iktidarsınız, demektir ki bu katile, devam edebilirsin. İktidar icraat yapar, miting yapmaz dedi Sayın Karamollaoğlu, çok doğru.

Bakın biz de miting yaptık, biz yaparız, çünkü toplumda bir farkındalık oluşturmak istiyoruz. Ve biz miting yaptığımızda biraz önce arkadaşlardan bilgi aldım, 600 milletvekiline de davet gitti, 14 parti il başkanları davet edildi İstanbul’da, öyle değil mi? Ayrım yapılmadı. İktidar miting yapıyor, hem de Cumhuriyetin kuruluşunun bir gün öncesinde miting yapıyor. Tamam, tebrik ederiz toplumsal … yapacaksınız. Peki, 3 hafta niye beklediniz? Niye 3 hafta bu kan, bu gözyaşını sadece seyrettiniz?

Ve şimdi hüznümü, en büyük hüzün tablomu size sergileyeceğim, Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıl dönümünde, malumların Cumhuriyetinin en büyük hüzün tablosu ne biliyor musunuz? 21 Ekim, Kahire’de barış zirvesi toplanıyor, resmi gördüm ve yüreğime bir ateş düştü, derin bir ateş. Nedir biliyor musunuz? Resimde bakın kimler var? Mısır Devlet Başkanı var, doğaldır, ev sahibi. Ürdün Karlı var, doğaldır, doğrudan muhatap. İtalya, Fransa ve Yunanistan başkanları var. Ve en önemlisi kim var biliyor musunuz? Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Cumhurbaşkanı var ve bizim Cumhurbaşkanımız yok o resimde. Bu mudur geldiğimiz yer? Bu mudur Müslümanların, mazlumların davasına sahip çıkmak? Bu mudur dünya liderliği? Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Cumhurbaşkanı orada olacak ve biz olmayacağız.

Eskiden, bundan 10 yıl önce Filistin dendiği anda bütün küresel liderler Ankara’yı arardı biliyor musunuz? Ankara’yı aralardı hepsi, bakın geçmişe, Obama Ankara’yı arardı önce ne yapacağız, nasıl durdurunuz bu kanı diye. Sarkozy 2009 savaşında Şam’a giderken -ki o zaman herhangi bir siyasi vasfım yok- Sayın Erdoğan’ı arayıp, bu ateşkesi ancak sizin Başdanışmanız durdurabilir, onun büyük ağırlığı var, ben Şam’dayken oraya gelebilir mi bizim toplantımıza demişti. Ve gittim, bir tarafta, Suriye, bir tarafta Avrupa Birliği heyeti, içeri girdiğimde Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkan Sarkozy dedi ki, Sayın Profesör bizim heyete oturmalı, çünkü o bir Avrupalı. Beşar Esat, daha sonra ihtilaf etmiş olsak bile dedi ki, hayır, bizim kadar Suriyeli, bizim tarafta oturacak. Ve dedim ki onlara dönerek, Türkiye’nin önemi bu. Biz hem burada Suriyeli gibi dost bir ülkenin, kardeş bir ülkenin yanındayız, hem de Avrupalıyız.

Arkadaşlar, bu resim var ya Mısır’da çekilen resim, tarihe geçti maalesef tarihe. Tabi Dışişleri Bakanımız oradaydı, ama lider düzeyinde yapılan bir zirve ya Türkiye’de yapılır ya da Türkiye Cumhurbaşkanı o zirvede olur arkadaşlar, o zirvede olur gerekçe ne olursa olsun.

Şimdi bu itidal tavsiyesi ve arabuluculuk girişimleri, evet, arabuluculuk girişimleri çok doğru, makul bir çizgide de tutmak lazım. Ama nihai kertede bir eylem ortaya koymak lazım, 3 hafta geçiyor ve miting yapılıyor, işte tablo bu iktidarın.

Peki, haftalardır şahsen bana, Sayın Karamollaoğlu’na ve Filistin’i savunanlara saldıranlara da sesleniyorum, hodri meydan. İlk defa burada paylaşacağım, en çok eleştiri getirenlerden maruf bir basın mensubuna Basın Danışmanım üzerinden haber gönderdim, dedim ki, bizi eleştiren, beni terörle iş birliği ile suçlayan vesaire vesaire, ne kadar gazeteci varsa toplayın, ben onlarla yüzleşmek istiyorum. Önce büyük bir heyecanla karşıladı, ne kadar iyi olur, büyük reyting yaparız dedi. Birkaç gün önce, formatımız buna tam uymuyor dedi. Sonra bir başka gazeteciye, yine beni çok sert eleştiren, yine Basın Danışmanım üzerinden haber gönderdim, kim karşıma çıkacaksa ben hazırım, çünkü savunduğum dava haklı bir dava. Çünkü Kudüs’te işgal edilen Mescid-i Aksa, Gazze’de dökülen kan benim davam, hiç kimsenin kınamasından çekinmem, sonuna kadar savunurum. Haber bekliyoruz o gazeteciden.

Ve buradan tekrar meydan okuyorum, kim İsrail yanlısı bir tutum benimsemişse, kim bizim tutumumuzu sorgulamış ve yargılamışsa, işte ben buradayım. 2010 yılında Mavi Marmara olayından sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden dünyaya haykırırken de ifade ettim, haklı bir davayı savunandan daha güçlük kimse yoktur. Yalnız olabiliriz, siz bizi öyle görebilirsiniz, ama biz haklıyız. İşte söylüyorum, ne kadarlarsa, kimler saldırıyorlarsa işte buradayım, kaç kişiyseler karşıma geçsinler ve konuşalım, konuşalım ki hakikati paylaşalım. Öyle soysal medya tweet’lerinden bize saldıran siyasiler veya tarih bilincinden yoksun birtakım zevat sosyal medyada oturdukları koltuklarda Gazze’nin acısını anlamadan, paylaşamadan bize saldırmak kolay; işte ben buradayım.

Değerli arkadaşlar, tekrar ifade ediyorum, biz, adaletin, hakkın savunmasını yapmakla yükümlü bir topluluğumuz. Biz bu topraklarda adaletle ayakta kaldık, gür sesimizle de sürdürürüz.

Peki, biz ne yaptık? Bakın, iki muhalefet partiyiz, bir muhalefet grubuyuz, olay oldu, ben kayıtsız şartsız destek ifade ettim Filistinli kardeşlerimize saldırılar başladığında, Sayın Karamollaoğlu da aynısını yaptı. Hemen ilk çalışma gününde, Pazartesi günü ilk işimiz Filistin Büyükelçiliğine gitmekti. Allah aşkına, iktidar partisinden herhangi bir temsilcinin Filistin Büyükelçiliğine gidip da dayanışma gösterdiğini gördünüz mü? Yok. 70’li yıllarda Filistin davasının sözcülüğünü yapan bazı muhalifler şimdi bunu dile getirdiler mi? Hayır.

Ve oradan başlayarak o gün 12 adımlık bir eylem planı açıkladık, daha sonra tekrar onu revize ederek bir daha açıkladım, İngilizce ve Arapçaya çevirerek dünyanın her yerine gönderdik neler yapılması gerektiği. Şimdi onlara tekrar girmeyeceğim, çünkü vaktimiz sınırlı. Herkes biliyor geçmiş konuşmalarımızı, bu kürsüden yaptığım konuşmalara bakılırsa hiçbiri uygulanmadı.

Çok basit 2 tanesi vardı hemen devreye girecek olan.

Birisi, ulusal yas ilan edilsin dedik burada, şükür ettiler onu, çünkü en kolay şey yas ilan etmek, onu yaptılar.

İkincisi, dedik ki, bakın ilk hafta daha, 4 gün sonra veya 5 gün sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi bir araştırma komisyonu kursun ve derhal Gazze’ye göndersin. Dediler ki cevaben grup başkanvekilleri iktidar partisinin, ya böyle bir teamül yok, araştırma komisyonu Türkiye dışında olaylar için kurulamaz. Halbuki daha önce kuruldu 2005’te, birçok kez kuruldu.

Şimdi güzel bir karar almışlar İnsan Hakları Komisyonu, bir heyet oluşturulacakmış, güzel, çok geç çok geç, bad-el harab-ül Basra, ama yine de teşekkür ederiz.

12 bin 500 konut yıkıldı biliyor musunuz Gazze’de, 12 bin 500 konut yıkıldı, yüzbinlerce konut hasarlı hale geldi. 206 okul yıkıldı bakın, orada kaç okul var ki, neredeyse yıkılmayan okul kalmadı. 23 ambulans vuruldu. Yeni gönderiliyor Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin komisyonu ve ne zaman gidecekleri de belli değil. Ama biraz önce grup başkanvekillerimizle, Sayın Karamollaoğlu’yla konuştuk, 5 arkadaşımız dün itibarıyla Mısır büyükelçiliğine başvurarak Gazze’ye gitmek üzere müracaatta bulundu Dışişleri Bakanlığı’na başvurarak, teşekkür ediyoruz kendilerine.

Ve sizlerin selamını iletecekler, sadece sizlerin selamını değil, mazlumların ordusunun kurtardığı Anadolu’nun selamını Gazze’ye götürmek üzere 5 arkadaşımız gidecek.

Yaşayan bilir orada, Gazze’de neler yaşandığını. Daha önce bahsettim, bombalar altında Eş Şifa Hastanesi’nde bulunduğumda.

Daha sonra ne yaptık? Geçtiğimiz hafta bir uluslararası inisiyatif için tanınmış bütün benim geçmişte hukukum olan başbakanları, devlet başkanlarını, eski dışişleri bakanlarını aradım ve bütün büyükelçiliklerden randevu istedim. Teşekkür ederim, bütün dediğim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ve komşu ülkelerden, ilk randevuyu Brezilya verdi, teşekkür ediyorum kendilerine. Çünkü Brezilya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Başkanı şu anda ve benim özel önem verdiğim dış politikada Türkiye’nin eksen ittifaklarından biri olarak gördüğüm 2010 Tahran Anlaşmasını birlikte yaptığımız Brezilya. Büyükelçiyi ziyaret ettim, o anlaşmada, o barış anlaşmasında, Tahran Nükleer Anlaşmasında birlikte olduğumuz Sayın Lula’ya hem takdir, hem de bazı tavsiyelerimi muhtevi bir mektup gönderdim.

Daha sonra Rusya randevu verdi, dün Rusya Büyükelçisine gittim, Rusya gerçekten bu krizde çok olumlu bir rol oynadı açık ifade edeyim ve Rusya’nın sunduğu Filistin’le ilgili insani yardım tasarısına Güvenlik Konseyi hayır dedi Amerika’nın vetosuyla. Hem takdirlerimi, hem de Sayın Putin’e yönelik bundan sonra yapılacaklarla ilgili kanaatlerimi bir mektupla ifade ettim, büyükelçiyle de paylaştım.

Daha sonra Alman Büyükelçisine gittim, Almanya Başbakanı Sayın Scholz da Dışişleri Bakanlığı dönemimden beri tanıdığım bir devlet adamı, Hamburg Belediye Başkanıyken tanışmıştık. Şahsi ilişkilerim üzerinden insani meselelerdeki hassasiyetini vurguladıktan sonra, İsrail ziyareti esnasında kendisi oradayken El-Ehli Hastanesinin bombalanmasına tepki vermemesi dolayısıyla da kanaatlerimi ifade eden hem bir mektup gönderdim, hem de Almanya’yla birlikte neler yapabileceğimizi dile getirdim. Diğer ülkelerden de bekliyorum. Bir ülke tabii büyükelçinin çok yoğun olmasını gerekçe göstererek şimdilik randevumuzu geri tepti, hangi ülkedir tahmin edersiniz herhalde, Amerika Birleşik Devletleri. Çünkü söyleyeceğim sözü biliyorlardı, çünkü ne kadar küresel güç olursanız olun Ankara’da yaşayan bir devlet adamının mazlumları savunacağını biliyorlardı. Randevu verirlerse onlarla da görüşeceğim ve kanaatlerimi ifade edeceğim, 2014 ateşkesini Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’le birlikte sağlamıştık, niye şimdi bu tutum içindeler, anlatacağım. Bu temaslarımıza devam edeceğiz, biz muhalefetiz, elimizde iktidar imkânları yok.

Sayın Erdoğan’dan randevu talebimle ilgili yapılan spekülasyonlara da geleyim. Bu bir şahsi mesele değildir arkadaşlar. Ben herhangi bir salona Dışişleri Bakanı veya Türkiye’yi temsil eden Başbakan olarak girdiğimde hep şu duayı ettim: Yarabbi, buraya sadece Türkiye’nin değil, bütün mazlumların temsilcisi olarak geliyorum, onurla gelip onurla çıkmayı bana nasip eyle. Arkamda bir dünya olduğunu biliyordum. Sadece doğunun değil Afrika’nın ezilenlerinin de olduğu bir dünya. Meseleyi şahsi olarak almadım hiçbir zaman, sebebi şudur: Bir devlet adamı olmanın şartları vardır. Bir kez Başbakan olmuşsanız, bakan olmuşsanız, o devleti temsil görevi yürütmüşseniz bir devlet kültürü vardır. Bu kültürden biri de, yaptığınız girişimleri devletin en üst yetkilisine ya da kayıtlarına geçirirsiniz. Bu kadar görev esnasında kayda geçmemiş tek bir görüşmem yoktur. Sayın Cumhurbaşkanın da şahsi bir görüşme için talepte bulunmadım, yaptığım görüşmelerin raporunu kendisine vermek ve başlattığım uluslararası girişimle bilgi vermek için, bu benim devlet görevim. Sayın Erdoğan değil de Cumhurbaşkanı olarak başka bir şahsiyet orada olsaydı, ona da aynısını yapardım. Benim en karşı görüşümde olsa dahi aynısını yapardım, dolayısıyla bu şahsi bir talep değildir, devlet kültürünün bir gereğidir, göreceğiz bakalım devlet kültürüne kimler sahip çıkıyor, kimler sahip çıkmıyor.

Değerli arkadaşlar; önümüzdeki dönemde çok daha zorlu günler bizi bekliyor. Kaygım şu, Filistin bağlamında son olarak şunu ifade etmek isterim: Bu bir insani ve milli meseledir. İnsani meseledir, çünkü ortaya çıkan tablolar hepimizin vicdanını yok ediyor. Milli meseledir, niye biliyor musunuz? Birisi dün öyle demiş, lütfetmişler efendim, Davutoğlu çok istiyorsa Gazze’ye kendi gitsin demiş bir ne diyeyim, siyasi midir… Peki kardeşim, bak kayıtlara, 2012’de ben Gazze’deydim. Sen rahat döşeğinde otururken ben bombalar altında Gazze’de, Filistinlilerdeyim. Siz burada rahat döşeğinizde otururken, ben terk edilmiş Arakanlıların yanındaydım. Siz burada rahat döşeğinizde otururken, ben Kerkük’teydim, Yemen’deydim. Libya’da savaş esnasında Libyalı kardeşlerimize hitap ediyordum şu anki Libya ilişkilerini kurmak üzere, ayrım gözetmeden. Şimdi bizim burada milli olan mesele ne biliyor musunuz bunların anlamadığı, bu dar kafalı, güya Mustafa Kemal adına konuşup da Mustafa Kemal’i anlamayanların dar kafaları. Anlamadıkları ne biliyor musunuz? Zannediyorlar ki Türkiye Cumhuriyeti’nin 100.yılında Cumhuriyet, kendisini Anadolu’ya hapsetmiş bir devlettir, yanı başında ne olur bakmaz. Böyle anlıyorlar, böyle algılıyorlar Cumhuriyet’i. Hiçbir zaman böyle olmadı yüzyıllık dönemde dahi. Yanı başımızda bir yangın var doğru, ama daha büyüğünü söyleyeyim size, onun için çırpınıyorum elimdeki dar imkânlarla. Büyük bir bölgesel savaş tehlikesi var, Türkiye’yi de yakacak o ahşap bina 2 adım ötede yanıyor, bizim eve gelecek o yangın bizim eve, görmüyor musunuz? Dün Rus Büyükelçisiyle konuşurken de Türkiye’yi çok iyi bilen bir büyükelçidir, Amerikan donanması orada, İngiliz donanması orada, Çin donanması orada, Rus donanması orada, neresi Doğu Akdeniz, neydi o mavi vatan hikâyeleriniz? Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, Filistin için Kahire’ye gidecek, donanmalar Gazze’nin önünde olacak, siz bu meseleyi Arapların meselesi göreceksiniz öyle mi? yazıklar olsun sizin coğrafya bilginize, yazıklar olsun sizin tarih bilginize, yazıklar olsun sizin insanlık vicdanınıza. Arapların meselesiymiş, Arapların meselesiyse Çin’in ne alakası var orada? Arapların meselesiyse İngiltere’nin, Amerika’nın ne işi var donanmalarıyla orada?

Arkadaşlar; bu bir küresel sorunun ilk ateşlerinden biridir, anlayın, uyanın. Binlerce kilometre öteden gelip buraya gelenler niye geliyor? Siz Ankara’da Arapların meselesi olarak görün, hiçbir zaman öyle olmadı, Ali Refik İleri rahmetlinin 1967 savaşındaki tavrını anlattım bu kürsüden, bir Cumhuriyet diplomatı o bayrak, İsrail bayrağı Mescid-i Aksa’dan, Kubbet-üs Sahra’dan inmedikçe biz sizinle savaş haline kadar her şeyi düşüneceğiz diyen de Cumhuriyet diplomatiğiydi. Hiç şöyle demedi: Benim babam ki Osmanlı paşasıdır babası, buralarda Araplar ihanet etti falan demedi, böyle bir şey de var mı tarihte ayrı bir tartışma konusu, ama Ankara’da oturan gözünü Afrika’nın içlerine, Batı Avrupa’nın koridorlarına, Atlantik’in ötesine, Pasifik’in kıyısına, Ertuğrul Gemisinin ulaştığı Japonya’dan Çin’e kadar uzamadıkça, gözüyle, ufkuyla taramadıkça Ankara’da devlet adamlığı yapamaz, siyaset uygulayamaz. Ne güzel söyledi Sayın Karamollaoğlu, artık hattı siyaset, hattı diplomasi yoktur, sathı siyaset, sathı diplomasi vardır ve satıh bütün dünyadır. Ufkunuzu daraltmayın. Bugün ekonomik imkânlarımız daralmış, körelmiş olabilir, ama zihnimizi köreltmeyelim. Bugün iktidara sahip olanlar 3-5 milyar dolar için Türkiye’nin haysiyetini, şahsiyetini, koyduğu onurlu tavrı heba etmiş olabilirler, ama kendi çıkarları için, memleketin hazinesi üzerindeki tasallutları için başka her şeyi unutmuş olabilirler, ama biz unutmuyoruz, unutmayacağız, unutturmayacağız.

Son olarak bu bağlamda iki son derece önemli Meclis gündemindeki konuyla ilgili de kanaatlerimi ifade etmek isterim. Gazze yanıyor, ortada büyük bir bölgesel kriz var, tırmanan bir kriz var, donanmalar Kıbrıs açıklarında Kıbrıs-Filistin arasına gelmiş bir torba yasa var mecliste bir torba yasa ve bu yasada bizi ilgilendiren birçok madde var da ama arkadaşlarımız kahramanca tabir edeyim, 20 kişiyle 200 kişilik bir muhalefet sergiliyorlar. İki husus var bir emeklilerin maaşı, ikincisi turizm için kiralanan konutlarla ilgili birtakım maddeler etrafında birtakım şeyler.

Şimdi emeklilere yani bu ülkenin çile, emeğini vererek bu ülkeye katkıda bulunmuş bu kişilere bütün bu enflasyon karşısında seçimden önce verilen sözler unutularak sadece 5 bin lira bir seferlik ikramiye.

Bakın tam biz grubu oluşturduk meclise verdiğimiz ilk grup önergelerinden biri neydi biliyor musunuz? Emeklilere Temmuz ayından itibaren her ay 5 bin lira telafi ile ay sonuna kadar 30 bin lira verilmesiydi. Tabi hayır dediler ve seçimden önce, seçimden sonra verdikleri sözlerin neticesinde çıka çıka dağ fare doğurdu tabiri caizse 5 bin lira. Ve bu arada bu 5 bin liranın değeri de alım gücü de enflasyon karşısında zaten çıkmadan eridi. Ve bir şey dul ve yetimlerle ilgili bu imkan da tanınmadı. Daha vahimi çalışan emekliler, yani çalışan emekliler de istisna edildi, yani diyordu ki, çalışıyorsan zaten ek gelirin var. Ya peki bir emekli niye çalışır? Emekli niye çalışmak zorunda kalıyor bu memlekette? Çünkü sizin verdiğiniz emekli maaşı bırakın kirayı, bir ekmek alıp bir ay boyu ekmek, simit, çay ile gıda tedarikine yetmiyor bunu görmüyor musunuz? Niye çalışır bir emekli. Emekli demek hayatının biriktirdikleri üzerinde son dönemlerinde rahat hayat süren insan demek. Hatta ben emeklilikler için o Başbakanlık dönemimde demiştim ki, siz hayat öğretmenlerisiniz, sizi elimden gelse bütün kurumlara gönderip hayat dersi vermenizi isterdim, ama şimdi emekliler çalışıyor hem de nerelerde çalışıyor. Son derece kıdemli bazı memur emeklileri taksi şoförlüğü yapıyorlar, niye yapıyorlar ya? Onlara bu parayı vermezken önce şunu sorun: Nasıl bir ekonomik sefalet düzeni kurduk ki emeklilerimiz çalışmak zorunda kalıyorlar diye sorun, niye sormuyorsunuz bunu? Bizim teklifimiz ortadadır bir, 5 bin lira falan değil, Temmuz ayından itibaren 6 ay için 30 bin lira her emekliye verin, dul ve yetimler dahil, çalışan emeklilere istisna yapmayın ve dahi yılbaşında düzenleme yaptığınızda en düşük emekli maaşı asgari ücretin altında olmasın nokta.

Peki, şu denebilir: Ya verelim ama paramız yok. Ya siz üretim ekonomisinin yerine rant ekonomisi, tasarruf yerine israf, şeffaflık ve siyasi ahlak yerine yolsuzluk düzeni kurduğunuz için paranız yok. Türkiye’de yüzde 1’lik bir kesim Avrupa standardında yaşadığı ve yüzde 90’lık bir kesim neredeyse Afrika standardında yaşadığı için paranız yok.

Gelelim şu para meselesine, gerçekten yok mu paraları? Bakın biraz önce zikrettiğim diğer yasa dün konunun uzmanı bazı arkadaşlara da etüt ettirdim, zaten arkadaşlarımız da bu konuyu gayet iyi biliyorlar. Bir yeni yasa bu torba yasada olan bu kiralanan konutlarla ilgili. Yasanın içine bazı maddeler koymuşlar bir tanesi şu: Turizm ve Kültür Bakanlığının bütçesinde birtakım düzenlemeler yapıyorlar ve bu bağlamda bazı limitleri artırıyorlar, yani Turizm ve Kültür Bakanlığının bütçeyle normal Meclis’ten geçen bütçeyle yaptığı harcamaların dışında bir fon oluşturuyorlar. Nereden geliyor bu ve kim denetleyecek? Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı diye bir ajans kuruyorlar. Bir yerde bir ajans kuruldu mu, bir fon kuruldu mu benim aklıma önce şu gelir: Ya buradan kimler nemalanacak? Bir çiftlik, bir arpalık kurmuşlar yine. Anayasa Mahkemesi oradaki bazı düzenlemelere karşı çıktı, tekrar düzeltmişler güya ve burada diyorlar ki, alınacak birtakım mal ve hizmet alımı için yönetmelikle belirlenecek ve rekabetin dışında olacak, istisna, Sayıştay denetiminin dışında olacak. Yani bu ne demek biliyor musunuz? Hani diyordu Sayın Cumhurbaşkanı, öyle her şeyi karıştırmayın diyordu Sayıştay’ı. Sayıştay’ın işi her şeyi karıştırmak, kim çalışıyor, kim düzgün iş yapıyor, kim bütçeye … etmiş, onu çıkarmak Sayıştay’ın işi. Ve Sayıştay Cumhuriyetimizden daha uzun ömürlü bir kurum ve ona diyorsun ki, karıştırma. Niye? Karışınca çünkü birtakım pislikler ortaya çıkacak değil mi, birtakım yanlışlar ortaya çıkacak değil mi?  

MUÇEV diye Muğla civarında kurulmuş bir vakıf var, o vakıf üzerinden nice Muğla arazisinin, kıyı şeridinin talan edildiğini, birilerine kaynak aktarıldığını geçmiş İçişleri Bakanı, Kültür Bakanı ve birçoklarının işin içinde olduğunu herkes biliyor, sokaktaki Muğlalı biliyor onu.

Şimdi yetmedi o MUÇEV, bir tane TGA, Türkiye Turizm Geliştirme Ajansı kurmuşlar ve diyorlar ki, mal ve hizmet alımları Sayıştay denetiminin dışında. Ne yapacaklar biliyor musunuz? Önce orada oluşturdukları fonları,  Meclis denetimi dışında Turizm ve Kültür bakanlığında oluşan fonları kendi yandaş şirketlerine doğrudan alımlarla aktaracaklar. Eğer birilerini zengin etmek isterlerse bunların kafası öyle bir çalışıyor ki, birilerini, yakınlarını abat etmek istediklerinde öyle bir çalışıyor ki kafaları, o emeklilere para bulmak için çalışmayan kafaları birilerini abat etmek için çalışıyorsa, bunun adına zillet denir zillet. İşte bu şartlarda mücadele etmek durumundayız.

Eğer Türkiye’nin bütçesi düzgün kullanılır, çok büyük gelirler toplanıyor, vergiler az değil, milletin ümüğünü sıktılar vergilerle, sonra burada yetmedi bütçedeki kullandırdıkları kaynaklar, başka örtülü bütçeler oluşturuyorlar bakanlıklarda bu ajanslar üzerinden.

Değerli arkadaşlar, ezcümle, Cumhuriyetimizin 100. yılına en başta söylediğim gibi onurla, ama hüzünle giriyoruz. Hepimizin görevi, bütün tarihimizi bir bütün halinde okumak, Cumhuriyetimizin olumlu, olumsuz bütün mirası, bütün o yaşadıklarımızın her tür mirasıyla gerektiğinde yüzleşmek, gerektiğinde yeniden inşa etmek ve gelecek yüzyıla öyle hazırlanmak sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Mazlumların Cumhuriyetine sahip çıkmak zorundayız.

Seçimlerde, bunu da hatırlatayım, seçimlerden önce ne diyordu bu iktidar meydan meydan? Biz iktidardan düşersek Gazze düşer, biz iktidardan düşersek Saraybosna düşer, biz iktidarda düşersek Kudüs düşer. Ya uyanın uyanın, Gazze düştü Gazze düştü, Gazze siz iktidardayken düştü, bunun hesabını dünyada da, ahirette de vereceksiniz.

Biz Saadet-Gelecek Grubu olarak kim ne derse desin hem tarihi mirasımıza sahip çıkacağız, hem bugün ortaya çıkan yanlışlılarla yılmadan mücadele edeceğiz ve inşallah gün gelecek dünyadaki bütün mazlumlara sahip çıkacak vicdanlı, şefkatli ve güçlü bir Türkiye’yi hep beraber kuracağız.