Polis şiddetine uğrayan gazeteci Fatoş Erdoğan suç duyurusunda bulundu: "Evine morluklarla dönmeyen gazeteci neredeyse yok!"

Polis şiddetine uğrayan gazeteci Fatoş Erdoğan suç duyurusunda bulundu: "Evine morluklarla dönmeyen gazeteci neredeyse yok!"
8 ve 22 Temmuz tarihlerinde Cumartesi Anneleri'nin eylemini takip ederken polis şiddetine maruz kalan gazeteci Fatoş Erdoğan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.Erdoğan’a, Türkiye Gazeteciler Sendikası...

8 ve 22 Temmuz tarihlerinde Cumartesi Anneleri'nin eylemini takip ederken polis şiddetine maruz kalan gazeteci Fatoş Erdoğan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

Erdoğan’a, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Gökhan Durmuş ve sendika avukatı Ülkü Şahin eşlik etti.

Polis şiddetinin görüntüleri ve darp raporu da suç duyurusuyla birlikte savcılığa sundu. Erdoğan, polisler hakkında "kasten yaralama", cebir", "iş ve çalışma hürriyetinin ihlali", "haberleşmenin engellenmesi" ve "mala zarar verme"den kamu davası açılmasını talep etti.

Bianet’e konuşan Erdoğan; Danıştay’ın, eylemlerde ‘ses ve görüntü kaydı’ yasağına dair genelgeyi iptal etmesine rağmen sokakta güvenlik çemberi olarak uygulanmaya devam ettiğini söyledi.

"Güvenlik çemberinin sınırı yok"

Gazetecilik topyekun saldırı altında” diyen Erdoğan, “Yapılan hiç bir saldırı bir diğerinden bağımsız değil! İktidar ele geçiremediği medyaya şiddet, gözaltı ve tutuklamalarla saldırıyor. Bu saldırılar yeni değil elbette aşama aşama bu noktaya gelindi” dedi.

Erdoğan KHK’larla televizyonların, radyoların, dergilerin kapatıldığını; gazetecilerin materyallerine, bilgisayarlara, kameralara, telefonlara el konulduğunu hatta tutuklandığını hatırlattı ve şunları ekledi:

Yapılan her haber iktidar ve onun koruduğu sermayeye dokunuyorsa soruşturma açıldı, gazetecilerin ikinci adresi adliyeler oldu. Binlerce gazeteci işsiz kaldı. Medyaya uygulanan baskı, sansürle birlikte bir noktaya daha geldi. Kelimeler süzgeçten geçirildi, cümleler kısaldı.

İktidar hız kesmedi, ele geçirdiği yüzde 90'lık medya desteğine rağmen gazetecileri susturamadı. Kürt gazeteciler başta olmak üzere baskıya direnen, kısıtlı imkanlara sahip binlerce gazeteci susmadan yazmaya devam ediyor. İktidar sokakta haber takip eden muhabirleri önce genelgeyle engellemek istedi basın örgütlerinin Danıştay’a açtığı dava ile bu genelge iptal edildi ama polis bunu "güvenlik çemberi" olarak uygulamaya devam ediyor.

Güvenlik çemberinin sınırı yok. Biz o sınıra karşı mücadele ederken her toplumsal eylemde darp ediliyoruz. Sizin güvenliğiniz için dedikleri bu çemberin dışına sürüklenerek darp edilerek fırlatılıyoruz. Evine morluklarla dönmeyen gazeteci neredeyse yok.

Dün TGS Genel Başkanı Gökhan Durmuş ve avukatım Ülkü Şahin'le soruşturma açılmasını talep ettim. Bu üçüncü soruşturma talebim. Daha önce Suruç Katliamı anmasında ve Gezi Direnişi’nin yıldönümünde uğradığımız şiddete dair soruşturma talep etmiştim. Bu saldırıların normalleşmesi şiddetin boyutunu büyütüyor. Gözaltına alınan Umut Taştan'ın parmağını kırdılar, Zeynep Kuray neredeyse beli kırılacak şekilde gözaltına alındı.

Birkaç gün önce yaşadığımız gözaltılarda arkadaşlarımızın evi basıldı, materyallerine el konuldu. Evrim Kepenek retweet ettiği için kelepçelendi. Fırat Can Arslan haber paylaştığı için tutuklandı ve cezaevine giderken darp edildi.

Bu saldırıların bu noktaya gelmesinin en büyük sebeplerinden bir tanesi "suskunluk" yeterince tepki gösterilmemesi. Bir diğeri cezasızlık. Sosyal medya tepkisi açısından bakarsak 'mağdur seçicilik' yeterince ünlü değilseniz sesiniz duyulmuyor.

Bir mesleğe bu kadar saldırı varken ki geçmişinde birçok eylem pratiği olan basın bu kadar suskun kalmamalı. Basın örgütleri daha fazla inisiyatif almalı.

Toplumun haber alma hakkını savunmak adına, gazeteciliği savunmak adına bu saldırılara karşı duyarlı olunması gerekiyor. Gösterilecek dayanışma bir gazetecinin tek başına özgürlüğünü sağlamak veya bu baskı altından kurtulmasını sağlamak adına değildir. Türkiye'de gazetecilik koşullarının ortadan kaldırılmaması içindir."