HDP KAPATILMAYI NEDEN HAK EDİYOR?

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 11 Aralık 2020 tarihinde Twitter üzerinden yaptığı ““HDP’nin kapısına açılmamak üzere kilit vurulmalıdır” çağrısından bu yana, HDP’nin kapatılması konusu siyasetin ana gündem maddelerinden biri haline geldi.
AK Parti’nin bu tartışmadaki görüşlerini önce Numan Kurtulmuş ve arkasından da Cumhurbaşkanı Erdoğan dillendirdi. Her ikisi de benzer ifadeler kullandı ve özetle parti kapatmanın olumlu sonuçlar doğurmadığını belirttiler.
AK Parti ile MHP arasındaki bu fikir ayrılığını bazı yorumcular ittifakta bir çatlak gibi değerlendirdiler. Ancak AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın son günlerde yaptığı “HDP kapatılmak için her şeyi yapıyor” açıklaması Cumhur İttifakı’nın HDP konusunda bir uzlaşıya vardığı şeklinde yorumlanabilir.
Hem Numan Kurtulmuş’un hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın MHP liderine yaptığı itirazlar ilkesel gerekçelere dayanıyordu. Şimdi gelinen nokta bu ilkelerin artık göz ardı edilebileceğinin sinyali olabilir.
Elbette ki kapatma davası adından da anlaşıldığı gibi yargısal bir süreç. Üstüne üstlük kapatma kararının çıkabilmesi için Anayasa Mahkemesi’nde erişilmesi pek de kolay olmayan bir nisaba (üye tam sayısının üçte ikisi, yani en az 10 üye) ulaşılması gerekiyor. Dolayısıyla Cumhur İttifakı ortaklarının kapatma konusunda kanaat birliğine ulaşmaları, HDP’nin mutlaka kapatılacağı anlamına gelmemektedir. Ama öte yandan da, iki ortağın HDP konusunda aynı şeyi düşünmeye başlamaları önemli bir gelişmedir.
Dolayısıyla şimdiden sonra asıl sorulması gereken soru bu uzlaşıyı sağlayan faktörlerin neler olduğudur. Soruyu biraz daha ayrıntılandıracak olursak; HDP’nin kapatılması tartışması niye Çözüm Süreci’nin sona erdiği 2015’ten sonra değil de şimdi başlamıştır?
Bu sorulara verilecek cevaplar, HDP’nin kapatılması tartışmasını daha doğru anlamamıza yardımcı olacaktır.
Bazı yorumcular kapatma baskısının amacının HDP’ye oy kaybettirmek olduğunu ileri sürdüler. HDP’nin kapatma sonrasında ikiye bölünüp içinden bir muhafazakar Kürt partisi çıkması da bir diğer olası senaryo. Eğer bir kapatma kararı verilirse belki bu neticeler yaşanabilir. Ancak, bu sonuçlar ortaya çıksa dahi, ben yine de esas amacın bunlar olduğunu düşünmüyorum.
Bahçeli’nin ilk kapatma çağrısı geldikten bir süre sonra bu köşede yayınladığım “Kürtleri de Kapatırlar mı?” başlıklı yazıda “Çözüm Süreci’nin sona erdiği 2015’ten bu yana HDP’ye karşı hem söylemlerin sertleştiğini hem de devlet gücüne daha fazla başvurulduğunu; o tarihten bu yana gözaltına alınan HDP’li sayısının yaklaşık 16 bin, cezaevinde olanların ise 5 binin üzerinde olduğunu; ancak bu baskıların işe yaramadığını; 2018 genel seçimlerinde yüzde 11,7 oy aldığını ve kamuoyu araştırmalarında o günden bu yana bir oy kaybı gözlenmediğini; dolayısıyla son 5 yılda sürdürülen sert tutumlardan HDP’nin siyaseten kârlı çıktığı”nı ifade etmiştim.
Bence kapatma tartışmalarının fitilini ateşleyen gelişmeler son yerel seçimde yaşandı. Hatırlanacağı gibi 2018 genel seçimlerinde HDP Cumhurbaşkanlığı yarışı için kendi adayını çıkardı ve milletvekili seçimlerine de tek başına girdi. Yani hiçbir alanda muhalefetin geri kalanıyla işbirliği yapmadı.
Ancak yerel seçimlerde başka bir siyasal psikoloji söz konusuydu. Devlet Bahçeli’nin AK Parti’ye yerel seçimlerde işbirliği yapma çağrısı karşılık bulunca, muhalefet de birleşti. Büyük metropollerde HDP’nin de dışarıdan desteği ile tüm muhalefet birlikte hareket etti ve İstanbul, Ankara, İzmir’in de aralarında bulunduğu 11 Büyükşehir Belediyesi muhalefet tarafından kazanıldı.
Yerel seçimler iktidar bloku açısından oldukça öğretici olmuştu. Artık, muhalefetin birlikte hareket etmesi durumunda seçim kazanmakta zorlanabileceklerini iyi biliyorlardı.
İlk hamle Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi. Yerel seçimlerden sadece 19 gün sonra, "Ülkemizin bekasını ilgilendiren meselelerde, siyasi görüş ayrılıklarımızı bir tarafa koyarak, 82 milyon hep birlikte Türkiye İttifakı olarak hareket etmeliyiz" şeklinde bir çıkış yaptı. Ancak bu pozitif çağrıya hem MHP hem de muhalefet olmusuz tepkiler verdi.
Muhalefet ile birlikte büyüme hamlesi işe yaramayınca bu sefer de muhalefeti küçültme konusunda çeşitli gelişmeler yaşanmaya başladı. Önce İYİ Parti muhalefetten koparılmaya çalışıldı ama bu sağlanamadı. Arkasından HÜDAPAR, DSP ve Saadet Partisi ile diyaloglar başladı. Ancak bunlar sadra şifa değildi. Özellikle yeni kurulan DEVA ve Gelecek partileri ile birlikte muhalefet iyice güçlenmişti.
Tam bu dönemde muhalefet blokunun ikinci büyük partisi olan HDP’nin kapatılması için çağrı yapıldı.
HDP’nin bir şekilde sistem dışına çıkarılması, iktidarın yeniden seçilme kaygılarına iyi bir çözüm olarak da değerlendirilebilir. Son genel seçimde yüzde 11,7 oy almış halihazırda bu seviyelerde bir seçmen desteğine sahip HDP’nin sistem dışına çıkarılması durumunda muhalefetin yüzde 50’ye ulaşması muhakkak ki sıkıntıya girecek. Daha doğrusu HDP olmadan muhalefetin Cumhur İktidarına karşı seçim zaferi kazanması pek de mümkün görünmüyor.
Bu aritmetik gerçeklik karşısında insanın aklına yeni bir soru daha geliyor: Diğer bütün koşullar aynı kalsa ama HDP muhalefet blokunu desteklemiyor olsaydı, Cumhur İttifakı kapatma konusunda yine de uzlaşır mıydı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Uslu Arşivi