Hıncal Uluç, Stefan Zweig, Ayasofya..

Stefan Zweig ‘İnsanlık Tarihinde Bir Yıldızın Parladığı Anlar’  adlı kitabında Fatih’in İstanbul’u fetih etmesini, İstanbul’un  surlarda açık unutulan bir kapı nedeniyle düştüğünü söyler.. Fatih’in Ayasofya’ya gelişini şöyle anlatır:

“Sultan bu görkemli yapıyı, yüksek kubbelerini, ışıldayan mermerlerini ve mozaiklerini, loşluğun içinden ışığa uzanan kemerlerini kendinden geçmiş gibi süzer. O anda inancın bu yüce sarayının kendisine değil, Tanrısına ait olduğunu hisseder. Hemen getirttiği imam mihraba çıkar, padişah da Mekke'ye dönerek, bu Hıristiyan mabedinde dünyanın tek hakimi olan Tanrısına ilk namazını kılar. Ertesi gün çağırttığı ustalara eski inancın simgeleri olan her şeyi kaldırtır.

Mihraplar yıkılır, dinle ilgili bütün mozaikler boyayla örtülür. Ayasofya'nın en üst kubbesinden sallanan, bin yıldan fazladır dünyanın bütün acılarını kucaklamak ister gibi kollarını açmış olan haç da boğuk bir gürültüyle yere düşer.

Yerin mermerlerine düşüp devrilen taş haçın çıkardığı müthiş ses kilisenin içinde ve dışında uzun uzun yankılanır.

Haçın devrilmesi Batı dünyasını ürpertir. Korkutucu yankısı Roma'ya, Ceneviz'e, Venedik'e ulaşır, oradan da uyarıcı bir gök gürültüsü gibi ta Fransa'ya, Almanya'ya uzanır.”

Sabah Gazetesi’nde Hıncal Uluç Zweig’in bu öyküsüne yer vererek şu yorumu yaptı;

“Zweig fethin değil, asıl Ayasofya'ya girişin ve orada namaz kılışın çağı değiştirdiğini söyler, açık seçik(..) İstanbul'un Fethi değil aslında Ayasofya'da kılınan namazdır, Hıristiyan Avrupa'yı ve Batı Dünyası'nı gök gürültüsü gibi çarpan, elini kolunu bağlayan, kötürüm eden ve ürperten simge(..) Bugüne gelelim.. Hıristiyan Dünyası'nın Türkiye'ye yaptığı son yıllarda giderek artan bunca baskısına boyun eğmeyeceğimizi göstermemiz gerekiyordu (..)

Yapılan budur.. Tartışılabilir. Ama yanlış olan bu tartışmayı Mustafa Kemal Atatürk üzerinden yapmaktır.

İşin içine Atatürk'ü soktunuz mu, amacınızın tartışmayı başka zemine oturtmak, ‘üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek’ olduğu ortaya çıkar.”

Hıncal Abi amaç hem üzüm yemek hem de üzüm yerken bağcıyı dövmek değil mi?

1934’de çıkarılan kararname siyasiydi..

2020 yılında da benzer bir kararname ile siyasi karar verilebilirdi.. Bu yol, tercih edilmedi.. 1934’te Atatürk’ün çıkardığı kararnamenin iptal edilmesi yoluna gidilmesi niyeti açıkça göstermiyor mu?

Bir kararname 86 yıl sonra iptal edilir mi?

Hukuk falan aramaya gerek yok, çünkü memlekette hukuk yok.. Bu, planmış bir hamleydi.. Bir taşla çok kuş vurmanın denemesiydi..

Hem Avrupa’ya kafa tutulacak, Ortodoks Rusya ve Yunanistan’a ‘ bizimle dalaşırsanız sonu bu olur, katlanmak zorundasınız’ mesajı verilecek, hem de Atatürk dönemi sorgulanacak, Atatürk’ün Ayasofya’yı müze yaparak yanlış yaptığı, Fatih’in vasiyetini hiçe saydığı, Osmanlı hukukunu dolaysıyla tarihini hiçe saydığı yok saydığı vurgulanacak..

Bir taşla çok kuş demem bundan..

Diyanet İşleri Başkanı’nın  ‘86 yıllık ara dönem olmuştur’ sözü her şeyi anlatmıyor mu?

Cumhurbaşkanı’nın şu sözüne ne demeli?

‘Tek parti döneminde alınan bu karar, tarihe ihanet olmanın yanında hukuka da aykırıydı’

Tarihe ihanet!.

Hıncal Abi işin içinde bağcı da var üzüm de..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Tezkan Arşivi