Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

İNSANLIK UMARIM BUNUN İÇİNDEN BİR UMUT DOĞURUR, BU YIKIMDAN GEREKEN DERSLERİ ALIR

Bu kitabın hikayesi nasıl başlıyor, proje nasıl ortaya çıktı?

Elbette korona ile ortaya çıktı ama bir geçmişi var. En eski geçmişi 96-98 yıllarında Milliyet Gazetesi’nde köşe yazıyordum ve o dönemler yurtdışından aldığım ‘Gelecek Salgın’ diye bir kitap çok etkilemişti beni. Bir süre o kitabı okudum, kitap ile ilgili köşemde yazılar da yazdım. Sonra unuttum gitti, kitabın gündemi zamanla rafa kalktı. Fakat bu salgından yani koronadan hemen önce de tıp tarihinin bir bölümü üstüne bir belgesel için araştırma yapıyordum. O çalışmadan kaynaklı bir girizgâh olmuştu sonra pandemi oldu ve bir yerde yazmadığım için sosyal medyada kendi çektiğim fotoğrafların altına yazılar yazmaya başladım. Bu yazılar önce kurgu yazı gibiydi o anda kafamdan geçen, sonra hikayeye dönüştü. Bilhassa Kübalı doktorların İtalya’ya gidişiyle birlikte o yolculuktan iz sürmeye başladım. Peki Kübalılarla İtalyanlar arasında geçmişte ne olmuş, Che’nin fotoğrafı nasıl gelmiş İtalya’ya ve oradan nasıl dünyaya yayılmış derken her gün bir makale yazar gibi geçmişteki bir hikaye ve bir insandan yola çıkarak geçmişe, asırlara, farklı çağlara, farklı ülkelere, farklı salgınlara tabii hepsi salgın değil casusluk maceralarına, savaşlara, devrimlere, karşı devrimlere dair bir yolculuk yapmaya başladım. Her iz sürüşümde çoğunu bilmediğim yeni insanlarla, yeni salgınlarla, yeni mücadelelerle karşılaştım. Böyle 45 tane hikaye oldu ama her hikayenin içinde bir çok alt başlık da var aslında.

Arkasında gazeteci mantığı var

Bir dönemden, kişiden ve durumdan yola çıkarak bağlantılar kuruyorsunuz kitabınızda ve araştırılarak kurulan bağlantılar, oluşturulan hikayeler çok şaşırtıcı ve ilginç.  

İtiraf edeyim ben de iz sürerken çok şaşırdım ama arkasında gazeteci mantığı vardı. Eskiden gazete yönetirken çalışma arkadaşlarımdan “şuraya da bakar mısınız, şu tarafını da soralım mı, şu kişiye gittiniz mi” diye sorduğum bütün soruları, burada masa başında ben kendime sordum. İnternetin imkanlarıyla da bilgilere ulaşmaya çalıştım. Kitaplar, çok sayıda yerli-yabancı araştırmanın ve araştırmacının katkısıyla, onların müthiş emeklerinin sonucu olarak kaynaklardan yararlandım. Ama bütün bu araştırmaların sonucunda gördüm ki kimse bu şekilde anlatmamış bağlantıları.  

Tam anlamıyla evimize kapandık

Peki siz virüs gerçeğini ilk ne zaman fark ettiniz, nasıl karşıladınız ve ne gibi önlemler aldınız?

Eşimle birlikte İzmir’e taşınmıştık kızlarımız yurtdışında yaşıyor ve o dönem İzmir’e ziyarete gelmişlerdi. Şubat sonu mart başlarıydı, dünyada virüs kendisini göstermeye başlamıştı Çin’de zaten başlamıştı. Türkiye’de ve Avrupa’da daha o kadar vahim bir durum yoktu. Sonra biliyorsunuz birden hızlandı. Kızlarımıza İzmir’den yolcu ederken maske, dezenfektan verdik ve uçakta maskeli gitmelerini söyledik. Maske uçakta basit bir önlemdi, normalde binmememiz gereken bir uçağa o kadar vahim olmadığı için binildi. Çocuklar bulundukları ülkelere gittiler hatta ben İstanbul’a gittim geldim yine maskeyle. Dönüşte havaalanında bir tedirginlik başlamıştı çünkü vakalar çoğalmıştı. İzmir’e geldikten hemen sonra biz de eve kapandık. Üstelik Ortodoks gibi, muhafazakâr bir biçimde kapandık sadece akşamüstü biraz çıkıp yürüdük.

Hastalıkların aslında nasıl önemli bir tarih yapıcı olduğunu fark ettim

Peki normalde hastalık hastası mısınızdır yani sağlık alanında bu kadar araştırmaya ilgi nereden kaynaklanıyor?

Yok hiç değilim öyle sağlıklı yaşam gibi durumu hiç bilmem, saplantılarım da yoktur.  Geçmişte bir takım sağlık sorunları geçirdim, sigarayı bıraktım ve onlarla baş etmeyi öğrendim. Ama öyle sağlıklı yaşam takıntım yoktur belli şeylere dikkat ediyorsunuz ama onlar çok temel şeyler. Onun dışında öyle çok hastalıkla özel olarak ilgili de değildim ama pandemiden hemen önce Türkiye’de radyasyon onkolojisi tarihi üstüne Nebil Özgentürk ile birlikte belgesel hazırlıyorduk. Ben belgeselin metinlerini ve araştırmasını yapıyordum. O ara ilgimi çekti o bağlantılar ve o kurgulara biraz orada girmeye başladım. Üstüne pandemi gelince pek çok şeyi daha iyi fark ettim; aslında salgınların, hastalıkların nasıl önemli bir tarih yapıcı olduğunu, kitlesel olarak İspanyol gribi, kolera, 14.yy veba salgınları gibi nasıl tarihte makas değiştirttiğini gördüm. Ama bazen de bir hastalığın tarihte önemli bir bireyi öldürerek yahut ölümden kurtararak tarihin akışını nasıl değiştirebildiğini de gördüm.

1918-1920 dönemi çok çarpıcı

Hangi dönem daha çarpıcı geldi?

Özellikle de yüz yıl önce 1918-1920 dönemi bana o kadar çarpıcı geldi ki müthiş bir salgın 50-100 milyon ölü var dünyada ve bugünkünden çok daha tenha bir dünyada. Ama aynı zamanda bir dünya savaşı var fakat antibiyotik bile yok. İnsanlar birbirlerini öldürmek için gazları bulmuşlar, uçaklar da uçmaya başlamış ama antibiyotiği daha bulamamışlar, penisilin yok. O sırada Sovyet Devrimi, müterake, ateşkes, Osmanlı’nın parçalanması, Alman İmparatorluğu’nun Avusturya-Macaristan çöküşü dünyada yaşanıyor.  

Yaşadığımız süreç yeni normal diye bir şeyin biraz hikaye olduğunu gösteriyor

Korona neleri değiştirdi artık ‘yeni normal’ diye bir şey var ve hikayelerden yola çıkarak bağlantı kurarsanız ön görünüz nedir?  

Ya açıkçası hem yaşadığımız süreç Mart’tan beri diyeyim hem de kitabı yazarken baktığım yerler, kişiler, olaylar, salgınlar öyle yeni normal diye bir şeyin biraz hikaye olduğunu gösteriyor. İnsanlar hemen eski normale dönmek, eski alışkanlıklarına kavuşmak istiyorlar bu da anlaşılabilir bir şey işine kavuşmak istiyor, okuluna, arkadaşlarına, dostlarına alıştığı biçimde yaşamaya, işsizlik endişesini hissetmemeye bütün bunlar hepsi eski normalin yeniden kavuşmayı beklediğimiz unsurları. Ne olabilir; tabiat ile ilişkimiz, birbirimizle olan ilişkilerimiz değişebilir ama o da değişmiyor tam tersine birçok Avrupa ülkesinde doğayı korumak için ekolojik tedbirlerin birçoğu işletmelere nefes verebilmek için ertelendi. Doğa tamam kendini koruyor nedir bu, karbon salınımı düşüyor uçak ya da diğer araçların çok yavaşlamasından ötürü ama plastik tüketimi fazlasıyla üstüne çıkıyor ve bütün o hayatımız plastiğe dönüşüyor. Ama insanın bunun üstüne çok büyük bir düşüncesi yok. Yine ne değişmiyor; otoriterlik hem devletlerin hem ailelerin çünkü şiddet gören kadınlar ve çocuklar da çok arttı sadece Türkiye’de değil batıda da. Bunlarla ilgili devletler ya da otoriter eğilimler güçleniyor çünkü size talimat vermek o kadar kolay ki; çıkma, şunu yap, bunu yapma bunların bazıları sağlık açısından evet tahammül ediyoruz ve doğrudur diyoruz, kabulleniyoruz. Ama bu aynı zamanda otoriterliğin de bir ayağını oluşturuyor ister istemez.

Kahramanlarınız arasına bu insanları da katmanız lazım

Tabii senin nerede olduğunu, kimlerle görüştüğüne dair yeni normalde bir haritan da çıkmış oluyor.

Bir de bunlar var tabii teknolojinin o kısmı var. Aşıyı bulamayan teknolojinin seni her yerde hemen bulabilmesi var. Kötü mü belki şu an için gerekli, kötü mü evet yarın için çok tehlikeli. Buna karşılık bazı ülkelerde Belarus yahut benzeri bir takım yerlerde insanların daha iyi bir hayat özlemi var. Bir takım direnişler var Yeni Zelanda gibi bir örnek var elimizde çok başarılı bir mücadele yaptı ama ona da bakıyoruz bir özne var kadın Başbakan çok doğru kararlar aldı. Ona güvenen, inanan bir halkı var farklı şeyler söylüyorlar, açıklar ama aynı zamanda bir geçmişi de var. Yeni Zelanda’ya baktığımda ne gördüm; İspanyol Gribi salgını patladığında Çanakkale’ye gelen Anzaklar yaralı yahut ölü olarak ülkelerine dönüyor ta kilometrelerce ötede Yeni Zelanda’ya, aynı anda salgın patlıyor ve müthiş bir mücadele var ve o salgında ölen kişinin heykeli var çünkü Yeni Zelanda’nın ilk kadın doktoru bu kişi. O heykel 1923’te dikiliyor Yeni Zelanda’da, yine 1923’te İnebolu’da da Tosyalı İsmail Hakkı Bey salgınlarla mücadele eden bir isim ve salgın yüzünden ölen bir doktor onun da heykeli dikiliyor ülkemizde. Biz ama Tosyalı’yı bilmiyoruz bile, konuşmuyoruz halbuki Yeni Zelanda’nın yeni kadın Başbakanı pandemiden hemen önce yüz yıl önce ölen o kadın doktorun bir heykelinin daha başka bir yerde açılışını yapıyor bu dönemde. Bunlar bilinçte devamlılık. Bunun için yazmanız, okulda okutmanız, tıp tarihini belki önemsemeniz lazım. Ve kahramanlarınızın arasına bu insanları da katmanız lazım.

Birinci sıra İspanyol gribi  

Salgınların hepsi travmatik ve kötü ama bir karşılaştırma yaptığınızda insanlığın başına gelmiş en kötüsü hangisi?

Tabii her dönemin insanı o gün olanın acısını ve yahut felaketini yaşamış ama görebildiğim kadarıyla tabii ki birinci sıra İspanyol gribinin olduğu. O kadar yakın ki organizma olarak bize çünkü grip salgınları Asya gribi, Hong Kong gribi, Domuz gribi şeklinde işte bugüne kadar geliyor. Şimdi de korkuluyor grip salgını olursa, koronayla birleşirse iki kat kötü etki yaratacak diye ki bu ihtimal çok güçlü ve endişe verici. En büyüğü o savaş döneminde 50-100 milyon denilen ki arada 50 milyon fark var artı-eksi 50 milyondan bahsediyoruz, can alan bir grip. 14.yy kara vebası yahut sürekli tekrarlayan kolera salgınları İngiltere’yi yıkan Avrupa’nın içlerini kurutan, Osmanlı’yı çok etkileyen Hindistan’ı perişan eden kolera salgınları onlar da çok önemli. Fakat öyle dönemler var ki mesela Çanakkale Savaşı, 1. Dünya Savaşı, İstiklal Savaşı kimin hangi salgından öldüğünü bile tam ayırt edemediğiniz dönemler. Tifo, sıtma, dizanteri var birçok şey bir arada hareket ediyor çünkü yaşam koşulları, hijyen koşulları zayıf, mülteci akını çok fazla. Dolayısıyla her dönemin kötüsü var. Bizim buradaki sorunumuz şu; biz bunları yok farz ediyoruz, yokmuş gibi davranıyoruz ben de kitabı yazarken fark ettim. Hala da bence yok farz eden ciddi bir nüfus var. Çünkü bunlar tam layığıyla anlatılmıyor, bir korku olarak ifade ediliyor ama bu organizmaların ortaya çıkışının mantığı var. İnsanın yerleşimi, yerleşim şartları, kalabalıklar, özellikle evcil dediği çiftlik hayvanları ile insanın ilişkisi bütün bunlar bu ortamı yaratıyor.

Bireysel olarak korunmanın önlemleri değişmiyor

Doğru önlemleri alabiliyor muyuz peki?

Benim gördüğüm temel şey şu; yaşama koşulları ve kentlerin kendilerine bir çeki düzen vermesi gerekiyor, bu önemli bir toplumsal engel. Oralardaki hijyen koşulları, kalabalıkların azaltılması ama bunlar artık mümkün değil tabii. Fabrika ortamı, toplu taşıma, pazar yerleri, eğlence yerleri, alışveriş merkezleri, okullar o kadar açıklar ki virüse aynı zamanda ulaşım, uçaklar, trenler daha da bir sürü şey sayılabilir. Yine bireysel olarak korunmanın önlemleri değişmiyor; izolasyon, mesafe ama bu da insanın tahammülü, nereye kadar sürecek?

Daha da kötü olabilirdi demek isteyen herkesin İspanyol gribini okuması gerekir

Sosyal hayatın olmaması demek ruhsal olarak da çökeceğiz demek aslında.

Sırf o eğlence tarafı değil ailenizi, yakınlarınızı hatta hastalarınızı ve kayıplarınızı göremiyorsunuz bu da ayrı bir acı verici durum. Ama her dönemin zorlukları var yani bu döneme şükredilmez elbette ama bu dönem evet daha da kötü olabilirdi demek isteyen herkesin İspanyol gribini okuması gerekir diye düşünüyorum. İspanyol gribi çok yakın bir örnek bildiğimiz, her şeyin içinde cereyan eden bir örnek. İmparatorluk diyorsunuz onun parçalandığı günler, işgal diyorsunuz onun içinde, İstiklal Savaşı ona denk düşüyor. Sultan Reşat İspanyol gribinden ölüyor yerine Vahdettin geçiyor ölmese ne olacaktı, mesela Mustafa Kemal yakalanıyor Viyana’da iyileşmese ne değişirdi? Sadrazam Ahmet İzzet Paşa yakalanıyor 20-25 gün sadrazamlığı var hep hasta yatıyor ve hasta yatağından Mondros’u kabul ediyor.

Virüse karşı insanlığın tek cevabı enternasyonal bir dayanışma

Korkutuyor çok fazla, geleceğe dair plan ve umutları yok eden de bir virüs bu, kendimde de bu kaygıları görüyorum. Psikolojik durumu insana ağır geliyor.

Ağır gelmez mi bir kere herkesin koşulları çok farklı evde kal dediğinizde kapandığı, sıkıştığı ev herkesin aynı değil, onun dışında iş kaybetme korkusu. Virüs soruyor “beni mi istersen, işi mi istersin veya işsizliği mi istersin” diyor, işsizliği isteyemez ki çocuğuna ekmek götürecek o yüzden de virüs riskini göze alıyor kişi. Bu Rus ruleti gibi bir şey ama nasıl dersiniz o insana şunu yap, bunu yapma, minibüse, otobüse, metroya binme diye. En çok da o insanların, o bölgelerin içinde yayıldı virüs bunu da biliyoruz matematiksel bir şey ama diğeri de matematiksel bir şey o geliri elde edemediğin zaman açlık var işin ucunda. Kitapta da var; etnik, ırk meseleleri var ve bugün ABD’de en çok ölen siyahlar ve Kızılderililer. Yoksulları, kalabalıkları ve sağlığa ilişkin bilgiye erişimini çok düşük seviyede tuttuğumuz, tutulmuş insanlarda virüs en çok oluyor. Tabii ki arada şöhretliler var biliyoruz, onların başlarına gelenleri duyuyoruz. Ama bugün Avrupa’da 300-400 kişi, bizde 70-80 kişi gibi sayılarla ifade edilenlerin elbette hepsinin bir hayatı ve hikayesi vardı, onları çok bilmiyoruz. Bu kitapta onların bazılarının hikayelerinden yola çıkarak dolaşmaya çalıştığım ülkeler var. Ve sınırlar kapatıldığı sırada bu sınırlar yokmuş gibi bir şey yazmak istedim. Yani bu virüs madem bu kadar enternasyonal, insanlığın tek cevabı da enternasyonal bir dayanışma ve bunun farkına varılması olabilir, kitabın ana fikri bu zaten.  

Herkes neredeyse herkes bir öteki, düşman buluyor

Peki başarabilir miyiz, virüs aklımızı başına getirebilecek mi?

O çok olmuyor aklımız başımıza gelmiyor. Baktığınızda etnik, dini ve yahut ulusal nefretler daha da artmış durumda. Savaş istekleri ve hevesleri artıyor bu da anlaşılır bir şey çünkü görmediğiniz bir şey var. Düşman deseniz de virüse, bununla mücadele edemiyorsunuz elinizdeki olanaklar buna yetmiyor. En gelişmiş ülkelerden bahsediyoruz herhangi yoksul bir ülkeden de değil, buna karşılık bir somut düşman göstermek her zaman daha kolay. Bu da kimdir ötekidir; dini, etnik yahut ırksal yahut ulusal olarak öteki bildiğiniz, tarihten tekrar arşivden çıkardığınız düşmanlardır. Bu çok kolay bir şey, somut bir düşman ve silahınızı kime doğrultacağınızı, öfkenizi kime kusacağınızı biliyorsunuz, sevmediğiniz komşunuza kızmayı biliyorsunuz. Bu kitapta o kısımları yazarken çok etkiledim. Herkes neredeyse herkes bir öteki, düşman buluyor yani. Düşünebiliyor musun Fransa-Almanya sınırı çok tehlikeliydi, Fransa sınırının o tarafı çok berbattı oradan günübirlik Almanya’ya geçip çalışan Fransızlar var, Fransa’da durum daha kötü olduğu için Fransızlar sınırı geçtiğinde Almanlar onlara aşağılık muamelesi yapıp tükürdüler. Hani burada Suriyelilerden yahut Pakistanlılardan bahsetmiyoruz. Çinliler aşağılandı her yerde ama Çinliler de siyahları aşağıladı Çin’de.  Dolayısıyla herkes bir nefret müessesi bulabiliyor, en kolayı bu her zaman öyle olmuştur. Bu düşmanlıkların içinde insanlığımızı kaybettik, kafamız maalesef iyiliğe dair çalışmıyor. Üstelik dünya bu virüsün etkisindeyken bile.

Gördüğüm iki senelik bir süreç

Virüsün geçeceğine inanıyor musunuz araştırmalar ne söylüyor?  

Elbette bunu tıp söyleyecektir ama araştırmalarımdan yola çıkarak bilgilerime dayanarak macera hikaye gibi bakıyorum ama gördüğüm iki senelik bir süreç. Mutasyonlarla başka bir virüslerin de gelmesi söz konusu. Bu insanın her an içinde olan bir durum artık bazen bakteriler güçsüz olabiliyor sadece hayvanları telef edebiliyor. Ama bundan sonra virüsler ile mücadele etmek bu kadar kolay değil gibi geliyor. 

Benim gördüğüm salgınların da bir yorgunluk zamanı var 

Bununla yaşamayı öğreneceğiz o zaman.

Evet bununla yaşamayı öğreneceğiz, maalesef ölmeyi de. Elbette bir şeyler gelişecek bu kadar teknoloji ile ilaç sanayiinin ve tıbbın gelişimiyle bir şeyler bulunacak ama çok hızlı dönüşen şeyler bunlar. Bulduğunuz bir aşı altı ay sonra geçersiz hale gelebiliyor. Ama benim gördüğüm salgınların da bir yorgunluk zamanı var. Onlar da yoruluyor bir noktada bulaşa bulaşa bir yerde güçsüzleşiyorlar. Ama kendini toparlaması, yeni bir şeyle mutasyonla oluyor. O mutasyon da insan-hayvan ilişkisi ile oluyor. Hayvan hayvan ve arada katalizör olan bir başka hayvanla. İnsanların yerleşik hayata geçmesiyle bunlara karşı çıkacak halimiz yok tabii beslenmeden tarımın yapılması, bazı hayvanların bu beslenme ihtiyacını ve artan nüfusu doyurabilmek için evcilleştirilmesiyle virüsler de tarihi yolculuklarına büyük ölçüde başlamış oluyorlar zaten. Ama bunları değiştirmemiz yani o temeli çok zor. Bildiklerimden, gördüklerimden bana öyle geliyor ki bir sonra ki yaz muhtemelen bitecek gibi geliyor. Ama belli yıkımları olacak hem ekonomik, hem insani hem küresel ilişkiler bakımından her türlü yıkımı beraberinde bırakacak. İnsanlık umarım bunun içinden bir umut doğurur, bu yıkımdan gereken dersleri alır.

Bugün ne yapmayalım daha çok konuşuluyor üzücü olan o

Gazeteciliğe dair soru sormak isterim eski gazeteciler kalmadı ve her konuda uzman olan gazeteciler türedi siz bu konuda neler söylersiniz, üzülüyor musunuz geldiğimiz duruma?

Beni konuşma üzmez de konuşamama üzer ya da konuştuğunu zannederken birçok şeyi söyleyememek o kısım üzer daha da beteri söyleyemediklerinin bile farkında olmamak üzer.  Bunların yaygınlığı üzüyor elbette şimdi yakın değilim, o kadar içinde değilim ben görmüyorum. Bizim dönemimizde de çok sorun vardı. Geçmişte benim daha genç olduğum dönemde o günlerin sansürleri de vardı, o günlerin oto sansürleri, tabu konuları vardı gazeteciler öldürülüyordu üstelik. Çok gençlerin hatırlayamadığı çok sayıda gazeteci öldürüldü, öyle bir dönemimiz var o gün kim öldürüldü diye baktığımız. Hatta birkaç dönemimiz var benim tanık olduğum 60 sonrası 80’e kadar sonra 90’lar özellikle. Ama bugünün problemi şu yani yine de o günlerde o şartlar altında haber atlatma, o günün en önemli haberini vermeye farklı vermeye uğraşırdınız. Yazı işleri toplantısı bugün ne yapalım da değişik olsun, çarpıcı olsun ile geçerdi. Sanıyorum bugün ne yapmayalım daha çok konuşuluyor üzücü olan o. Yani burada da şu var her şey kötü olabilir etrafta yasalar, baskı, şiddet falan ama birey olarak gazeteciyim diyen birinin aynaya baktığında ya ben ne yapıyorum ya da ne yapamıyorum sorusunu sormadığı önemli. Sanıyorum bu açıdan ciddi bir eksiklik, yokluk yahut kuraklık var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi